Sermaye savaşları deyince aklınıza ne geliyor? Tanklardan, siperlerden, uçaklardan ve hatta dronelardan çok daha hızlı hareket eden bir jeopolitik silah var desek: Para. Çatışma haritalarına girmeyen yeni bir savaş alanı hayal edelim: Bilançolar, tahvil ihraçları, enerji anlaşmaları, spor kulüpleri, veri merkezleri, token zincirleri.
Küresel rezerv para statüsü tarihte de hegemonya değişimiyle el değiştirdi: Süper güçlük İngiltere’den ABD’ye geçerken, rezerv para da pound’dan dolara evrildi. Klasik anlatıda Batı, küresel sermaye düzeninin kural koyucusu değil miydi? Doları rezerv para, Wall Street’i riskin küresel mutfağı, Londra’yı hukukun, Brüksel’i regülasyonun şemsiyesi saydığımız günler geride kaldı. Bu düzenin altı giderek daha sessizce oyuldu, tek silah patlamadı. Artık ne Çin’in Kuşak-Yol’u, ne Rusya’nın boru hatları, ne de ABD’nin ticaret savaşları tek başına oyunu belirliyor. Arka planda, petrolün keskin kokusunu daha esnek ve daha hızlı bir etkiye dönüştüren bir aktör var: Körfez fonları.
Bir zamanlar petro-dolar fazlasını mavi çip hisselere, Londra konutlarına, New York tahvillerine park eden bu fonlar, artık kendilerini birer sessiz stratejik araca dönüştürmüş durumda. Abu Dabi’nin Kalkınma Holdingi (ADQ), Suudi Arabistan’ın Kamu Yatırım Fonu (PIF), Katar Yatırım Otoritesi… Hepsi birer “modern hazine” olmaktan öte birer jeopolitik kaldıraç.
70’lerdeki petrol şoklarının ardından Körfez ülkeleri zenginleşirken Batı’nın merkez bankaları ve yatırım bankaları da bu parayı geri çağırmakla meşguldü. Sistem basitti ve oldukça sıkıcı: Körfez satıyor, Batı tüketiyor, aradaki fazla tekrar Wall Street’e dönüyor. Petro-dolar zinciri böylece doları güçlü hale getirdi diyebiliriz. ABD bütçe açıklarını fonladı, Avrupalı bankalara likidite sağladı. Körfez’in bu düzen içindeki rolü ise “durmak”tı: Riskten uzak dur, istikrarlı getiri ara, siyasi görünürlükten kaçın.
Bugünün tablosuna bakalım: Çin, üretimde, ihracatta, yapay zekâda ABD’yi yakalıyor hatta bazı alanlarda geçiyor olabilir; ancak küresel rezerv para statüsünde hâlâ ciddi bir mesafe gerisinde. PIF gibi dev fonlar artık pasif değil. Spor endüstrisinden AI şirketlerine, özellikle Afrika’daki yeşil madencilik projelerinden Londra borsasına kadar her alanda varlık gösteriyorlar. Eski petrol servetini yeşil dönüşüme, spor markalarına, kültürel yumuşak güce dönüştürüyorlar. Bunu yaparken sadece hisse senedi almıyor, küresel hikâyenin senaryosuna ortak oluyorlar. Tam bir ülke konumlaması örneği. Örneğin, Katar 2030 Ulusal Vizyon dökümanını açarsanız doğal kaynaklarının ülkelerinin geleceğini kurtarmakta etkisiz kalacağını ciddi bir şekilde kabul etmiş bir yaklaşımla karşılaşıyorsunuz. Öyle ise, sırada ne var?
Körfez fonlarının yeni dönemdeki en belirgin sahnelerinden biri spor. Premier Lig kulüpleri, Formula 1 pistleri, golf turları gibi. Hepsi artık Riyad’dan, Abu Dabi’den akan yeni paranın vitrini. Sizce bu sadece bir imaj meselesi mi? Cevap “Hayır” gibi duruyor. Spor, bir ülkenin markasını yeniden yazmanın en kolay yolu. Ama aynı zamanda medya hakları üzerinden milyarlarca dolarlık gelir akışlarını tersine çevirmenin, yeni ortaklıklar yaratmanın da bir yolu. Newcastle United forması sadece sahada değil, Londra borsasında da PIF’in bir temsil aracı.
Bu vitrinin bir de arkasına bakalım: Veri merkezleri ve yapay zekâ laboratuvarları. Körfez’in ucuz enerjisi, boş arazileri, politik esnekliği dev veri merkezlerini çekiyor. Suudi Arabistan’ın Neom projesi sadece çöl ortasında bir hayal şehir değil, aynı zamanda Orta Doğu’yu veri ve AI trafiğinin düğüm noktası yapma iddiası. Raise Summit 2025 Paris’te SambaNova’yı özellikle dinledim, açılış sahnesindeydi. Bu şirket gibi frontier AI girişimleriyle ortaklıklar, Çin’in Shenzhen’inden Silikon Vadisi’ne kadar uzanan riskli ittifaklar bu oyunu daha karmaşık hale getiriyor. Keza bu artık bir oyun değil bir savaş olarak adlandırılıyor.
Batı, iklim düzenlemeleri ve yeşil finansmanla sermayeyi fosilden yenilenebilir kaynaklara akıtmak için gerilim yaratıyor. Normalde ters istikamette gitmesini beklediğimiz Körfez fonları bu dönüşümün tam ortasında yeni bir rol biçiyor kendine: Hem petrol satıyor hem yeşil madenlere, hidrojen koridorlarına, karbon yakalama altyapısına yatırım yapıyor. Oldukça iddialı. Abu Dabi’nin Afrika’daki nadir toprak elementlerine açtığı hatlar, Katar’ın Asya’da kurduğu yeşil amonyak tesisleri Batı’nın iklim projeksiyonlarını dolaylı biçimde esir alıyor. Buradaki çelişkiye dikkat edelim: Petrol zengini bir bölge, fosil gelirini kullanarak yeşil zincirlerin en kritik halkalarına konuşlanıyor. Bu, Batı’nın “temiz sermaye” anlatısını yavaş yavaş içten içe kemiriyor. Üstelik gelişmekte olan ülkeler için Körfez sermayesi, Çin’in kapalı devre finansman yapılarına göre daha hızlı, IMF reçetelerine göre daha az şartlı.
Körfez fonlarının farkı sadece paranın büyüklüğünde değil, daha çok hareket kabiliyetinde gizli. Batı’nın emeklilik fonları halkın gözü önünde. Çin’in devlet fonları sürekli jeopolitik şüpheyle karşılanıyor. Körfez fonları ise küçük yönetim kadroları, hızlı karar mekanizmaları sayesinde ani manevra yapabiliyor. Dün Barclays’i bir nevi kurtarırken bugün spor liglerini satın alırken, yarın token zincirleri üzerinden yeni ödeme altyapıları kurarken aynı rahatlıkla hareket edebiliyorlar.
Devlet kadar büyük, girişimci kadar hızlı.
Bunun anlamını düşünelim: Bir kriz anında likidite sıkışınca, Batı bankaları geri adım atarken Körfez fonları devreye girebilir. 2008’de Citigroup ve Barclays örneklerinde olduğu gibi, stratejik bir alanda bir anda kurtarıcı ya da hakim ortak haline gelebilirler. Krizin dili değiştikçe sermaye de el değiştiriyor.
Bir başka sessiz sıçrama noktası dijital finans. Abu Dabi ve Bahreyn, blockchain tabanlı menkul kıymet ihracı için pilot sandbox’lar kuruyor. Enerji gelirlerinin bir kısmı artık tokenlaştırılarak akıtılabilir. Petrocoin senaryosu şimdilik bir fantezi gibi geliyor olabilir ama kısmen dijital varlıklar üzerinden yapılan enerji anlaşmaları, dolara bağımlılığı zayıflatacak mikro denemeler gibi de duruyor. Bu gidişat, Batı için çifte risk: Hem petrol gelirinin Batı bankalarında park edilmesi devre dışı kalabilir, hem de enerji akışının tahsilat biçimi değişebilir. Doların küresel akışına, Körfez yeni bir damar açıyor.
Körfez fonları sermaye savaşını nasıl etkiler? Bu oyunu kim çevirir? Üç olası senaryo:
• Ani bir jeopolitik kriz. Likidite sıkıştığında Körfez fonları yangına su yerine benzin taşır ya da yeni bir kurtarıcı rol üstlenir.
• Dijital para düzeni kırılır. Tokenlaşma altyapısı enerji ticaretine entegre olur.
• AI ve veri merkezleri Körfez’in jeopolitik manivelası olur, Batı’nın teknoloji devleriyle hiç de beklenmeyen, simetrik olmayan bağımlılıklar kurulur.
Bu senaryonun çalıştığını düşünürsek, Batı’nın hayal ettiği düzen aşınırken yeni bir soru ortaya çıkıyor: Yeni dünya düzeninde geleneksel liderler ne kadar savaşabilir? Esnek ve hızlı sistemler, kurumlar ve buna uygun ekipler gerekmez mi?
Bugün Batı, doları, SWIFT sistemini, Londra hakimiyetini, Wall Street kural setini korumaya odaklı.
Çin, kendi kredi ağını ve dijital yuanı inşa ediyor. Ama arada sessizce kayan bir güç var: Hızlı, esnek, görünmez ve yumuşak. Körfez fonları, sadece petrol devleti kasası değil; modern çağın kapalı devre likidite fabrikası. Ve bizlere bir hikayenin, bir ülke konumlandırmasının işaretlerini veriyor. Küresel para sahnesinde rol dağılımı değişirse, o sahnede kim başrol oynayacak belli olmaz. Ama nasıl figüran bile olunamayacağı çok açık.

© 2025 Scrolli. Tüm Hakları Saklıdır. Scrolli Medya A.Ş
