ABD’nin Başkenti Washington’da, kelimenin tam anlamıyla ‘tarihi’ bir anlaşmaya imza atıldı. Azerbaycan lideri Ilham Aliyev ile Ermenistan lideri Nikol Paşinyan, ABD Başkanı Donald Trump’ın arabuluculuğunda barış imzaladı.
Yapılan anlaşmada, Ermenistan ve Azerbaycan, diplomatik ilişkilerini yeniden kurma ve askeri çatışmayı sona erdirme, birbirlerinin ‘egemenlik haklarına saygı’ ve ticaretin başlatılması konusunda anlaştı.
Taraflar arasında yapılan görüşmelerde Trump, Amerikan şirketlerinin Ermenistan ve Azerbaycan'da büyük ölçekli altyapı geliştirme planları yaptığını ve önemli miktarda fon sağlamaya hazır olduklarını söyledi.
ABD Başkanı ayrıca, Azerbaycan'a karşı uygulanan 907. maddenin dondurulduğunu duyurdu. Bu madde, Azerbaycan hükümetine her türlü doğrudan yardımı yasaklıyordu. Bu yasak nedeniyle Azerbaycan, ABD'den doğrudan yardım alamayan tek eski Sovyet ülkesi olarak anılıyordu.
Aliyev, anlaşmayla birlikte ABD ile stratejik ortaklık sürecini başlattıklarını belirtti, Trump’ın Kafkaslar bölgesine ‘barış’ getirdiğini ve bunun için minnettar olduklarını ifade etti.
Paşinyan ise bu anlaşmayı ‘ülkeler, bölge ve dünya için bir başarı’ olarak nitelendirerek, “Yeni bir sayfa açıyoruz, refah, ekonomik işbirliği ve barış sayfası” ifadeleriyle selamladı.
Aliyev ayrıca, çabalarından dolayı Nobel Barış Ödülü için Trump'ı aday gösterebileceklerine değinerek "Nobel Ödülü'nü Başkan Trump'tan başka kim hak ediyor ki? (Ermenistan ile) Ortak mektupla Nobel Barış Ödülü'ne aday göstereceğiz" ifadelerini kullandı.
Trump’ın “35 yıl boyunca savaştılar, şimdi dost oldular ve uzun süre dost olarak kalacaklar” ifadeleriyle açıkladığı yeni süreçte ABD, iki ülke arasındaki tartışmalı konulardan Zengezur Koridoru (Ermenistan tarafının deyimiyle Syunik) konusunda da önemli bir kazanım elde etti.
Zengezur Koridoru ‘Trump Rotası’, tam ismiyle Trump Uluslararası Barış ve Refah Koridoru (TRIPP) olarak yeniden adlandırıldı.
Anlaşma, Azerbaycan topraklarını Ermenistan üzerinden Nahçıvan'a bağlayacak bir ulaşım koridorunun oluşturulmasını öngörüyor. Trump, Ermenistan'ın bu koridoru geliştirmek için ABD ile özel bir ortaklık kuracağını söyledi. Koridor, 99 yıl boyunca yönetilecek ve süresi uzatılabilecek.
Paşinyan da, güzergahın yalnızca Ermenistan'ın yetki alanı çerçevesinde işleyeceğini ve ülkenin egemenliğine herhangi bir sınırlama getirmediğini özellikle vurgulayarak, Ermenistan içerisinde ‘Rusya’ya yakın olduğu’ kabul edilen milliyetçi muhalefete ilk mesajını vermiş oldu.
TRIPP'in tamamen ekonomik nitelikte olduğu belirtiliyor. Proje, bir demiryolu, bir otoyol, bir petrol boru hattı, bir doğalgaz boru hattı ve fiber optik hatların inşasını içeriyor. Çalışmalar, herhangi bir askeri unsur içermeden, Ermenistan mevzuatına uygun olarak bir Amerikan şirketi tarafından yürütülecek.
Anlaşmaya göre, ABD, projenin 99 yıla kadar uygulanması için münhasır haklara sahip olacak ve altyapının geliştirilmesi ve güvenli bir şekilde işletilmesini üstlenecek uluslararası bir konsorsiyuma ve projenin belirli bölümlerinin alt kiraya verilmesi imkanına sahip olacak.
Zengezur’un önemi, Azerbaycan ve Ermenistan sınırlarını aşıyor. Bu rota, Türkiye, Azerbaycan ve Orta Asya ile Avrupa arasında alternatif enerji ve ticaret yolları oluşturabilecek nitelikte.
Koridor, bölgedeki jeopolitik rekabette başta Türkiye ve Azerbaycan olmak üzere, en çok ‘Rusya ve İran’a alternatif rota’ olma potansiyeliyle tanınıyor.
Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki anlaşmada taraflar, bu yeni dönemi en çok istikrar, barış, refah kavramlarıyla açıklıyor. Bu tanımlamalar, aynı zamanda “Rusya’nın hamiliğinde bütün bunlar yoktu” anlamına da geliyor ve bütün bu süreç Azerbaycan ile Ermenistan’ın ‘Rusya’dan uzaklaşma’ serüveniyle doğrudan bağlantılı.
Hatırlayalım, Ermenistan, 2018’de Paşinyan’ı iktidara getiren, eski Sovyet ülkelerine has klasik bir renkli devrim olan Kadife Devrim'le Batı'yla yakınlaşma kavramıyla, Avrupa Birliği (AB) değerleriyle ve ‘demokrasiyle’ tanıştı. Paşinyan, başlarda Ermenistan’ın dış politikasında bir değişikliğe gidilmeyeceğini söylese de, pratikte Batı yanlısı bir çizgi izledi.
Üstelik, 2018 yılından bu yana bölgede çok önemli olaylar yaşandı. 2020 Dağlık Karabağ savaşları, Erivan yönetimine karşı düzenlenen kitlesel protestolar, Azerbaycan güçlerinin tanınmayan ‘Artsah Cumhuriyeti’ne karşı başlattığı operasyon, Hankendi’ye Azerbaycan bayrağının çekilmesi, Paşinyan’ın ülkenin Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü (KGAÖ) üyeliğinin dondurulduğunu açıklaması, ülkenin Putin için yakalama kararı çıkaran Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) üyeliğini onaylaması, Avrupa Barış Fonu aracılığıyla Avrupa Birliği'nden askeri yardım talebi, Fransa ile askeri anlaşmalar ve daha fazlası…
Özellikle Ermenistan’ın siyasi rotasındaki değişim, Karabağ Savaşı’ndan da öncesine, 90’lı yıllara dayanıyor. Ermenistan ile AB arasında da, geçmişi uzun yıllara dayanan bir etkileşim süreci var.
Ermenistan, 1996 yılında AB ile Ortaklık ve İşbirliği Anlaşması imzaladı, 2001 yılında ise Avrupa Konseyi üyesi oldu. Erivan ayrıca, 90’lı yıllardan itibaren Avrupa Komisyonu'nun eski Bağımsız Devletler Topluluğu üyesi ülkelere, ‘pazar merkezli ekonomik sisteme uyum’ amacıyla yaptığı hibe ve teknik yardım programı olan TACIS’e dahil edildi ve uzun süre yardım aldı.
2004 yılında Avrupa Komşuluk Politikası (ENP) kapsamında AB ile ilişkilerini geliştirdi, 2009 yılında Doğu Ortaklığı (Eastern Partnership) girişimine katıldı, 2013’te Avrasya Ekonomik Birliği'ne (AEB) katılmasına rağmen 2017’de AB-Ermenistan Kapsamlı ve Genişletilmiş Ortaklık Anlaşması'nı (CEPA) onayladı, 2018’de Paşinyan’ı iktidara getiren renkli devrim (Kadife Devrim) yaşandı ve ‘demokratik reformlar’ hız kazandı.
Erivan’ın bu rota değişimi, elbette ülke içinde de çeşitli gerilimlere yol açtı. Özellikle ordu içindeki ‘Rusya yanlısı’ güçlerin ve Ermeni milliyetçilerinin Paşinyan’dan duyduğu rahatsızlık, ülkede “Rusya mı Batı mı?” sorusunun şiddetli bir şekilde tartışılmasına yol açtı.
Karabağ’ın kaybı, Paşinyan yönetimi açısından bölgenin uzun süreli ‘ağabeyi’ Rusya’nın arabuluculuğuna, hakemliğine ya da barış güçlerine artık gerek olmadığı yönünde işlenen tezlerin yayılmasına yol açtı.
2020’de Azerbaycan karşısında yaşanan hezimetle birlikte Dağlık Karabağ üzerindeki fiili Ermeni kontrolü sona erdi. Bu kayıp, halkın büyük bir kesimi için bir travmayken, Paşinyan yönetimi için geçmişle bağları koparmak adına bir fırsat yarattı.
Zira Karabağ, ülkedeki Batı yanlısı siyasi güçler tarafından uzun süredir bir ‘tarihsel dava’ değil, Erivan’ın Rusya’ya bağımlılığını sürdüren bir ‘tarihsel yük’ olarak tanımlanıyor. Dahası, Paşinyan yönetiminin iç ve dış politikadaki temel yönelimini bu tanımlama belirliyor.
Paşinyan’ın bu doğrultuda öne çıkardığı söylem ise ‘gerçek Ermenistan’. Paşinyan’a göre Ermenistan, geçmişin efsanelerinden, ‘tarihsel Ermenistan’ hayalinden, Karabağ gibi yüklerinden kurtulmalı. Bu ‘gerekliliğin’ siyaset alanındaki en büyük sonucu ise, Rusya’dan uzaklaşmak.
Paşinyan yönetiminin Apostolik Kilise merkezli ‘Kutsal Mücadele’ ve ülkenin en eski siyasi partisi Taşnaksutyun’a ‘darbecilik’ suçlamasıyla düzenlediği operasyonlar da tam olarak bu rota değişimiyle alakalı. Çünkü Taşnaksutyun da, diaspora üzerindeki etkisiyle kilise de, siyasi arenadaki varlıklarını doğrudan ‘Karabağ davası’ ve Paşinyan’ın devre dışı bıraktığı ‘Büyük Ermenistan’ anlatısı üzerinden kuran hareketler.
Azerbaycan ile Rusya arasındaki ilişkiler ise, Ermenistan’da olduğu kadar keskin dönüşler içermese de, tarihsel bağların ve bölgesel jeopolitik dengelerin şekillendirdiği, zaman zaman gerilimli ama tam anlamıyla kopmasının zor olduğu düşünülen özelliklere sahip.
Taraflar, bugüne kadar yaşanan bütün krizleri birbirlerinden tamamen vazgeçmeden, çoğu zaman sessiz bir uzlaşma halinde pozisyonlarını yeniden inşa ederek aşmayı başardı.
Ancak, birçok eski Sovyet ülkesinde olduğu gibi Azerbaycan'da da toplumsal ve siyasal düzlemde Batı'ya yönelim dikkat çekiyor.
Özellikle milliyetçi ve liberal çevreler, Gürcistan ya da Ukrayna'daki durumla örtüşecek şekilde, Sovyet/Rus mirasından sıyrılmak ve Batı ile daha yakın ilişkiler geliştirmek istiyor. Bunun sebepleri arasında, Azerbaycan’ın başta İsrail olmak üzere Rusya dışındaki büyük güçlerle geliştirdiği ilişkileri, Karabağ zaferinin ardından -Ermenistan’dakine benzer bir şekilde- Rusya’nın hamiliğinin gereksizleşmesi ve Rusya’yla mevcut ticari dengesizliğe alternatif arayışlar sayılabilir.
Bu eğilim, ülkedeki Batı yanlısı siyasi oluşumların meşruiyetini artırırken, zamanla Rusya karşıtı bir söylemin de zeminini güçlendirdi.
Azerbaycan örneğinde ayrıca, Türkiye'yle ilişkilerin geliştirilmesi de bu pozisyonu güçlendiren unsurlar arasında.
Azerbaycan’da 90'lı yıllardan bu yana süregelen Karabağ meselesi, Azerbaycan için hem iç hem dış politikada belirleyici bir başlık oldu. Bu süreçte, Rusya'nın askeri ve diplomatik varlığı bölgede sürekli hissedilirken, Bakü yönetimi Moskova'ya açıkça karşı çıkmamayı tercih etti.
Bu tutum, toplumun milliyetçi ve muhafazakar kesimlerinde her zaman bir rahatsızlık kaynağı oldu.
Ancak Bakü, bu konudaki rahatsızlıklarını bugüne kadar diplomatik alanda doğrudan dile getirmek yerine, mesajlarını medya üzerinden ya da dolaylı aktörler aracılığıyla iletmeyi seçti.
Böylece hem Rusya'yla resmi düzlemde sorun yaşamaktan kaçındı hem de iç kamuoyuna bir tür ‘direniş mesajı’ vermiş oldu.
Azerbaycan hala Rus şirketlerine enerji ve altyapı projelerinde rol verirken, aynı anda Güney Gaz Koridoru, Bakü-Tiflis-Ceyhan ve TAP (Trans-Adriyatik) gibi projelerle Rusya'ya olan enerji bağımlılığını azaltmak için aktif adımlar atıyor.
Bu durum, Azerbaycan'ın Rusya ile işbirliği yaparken aynı zamanda kendini bağımsızlaştırmaya çalıştığının bir göstergesi.
Ancak son dönemde yaşanan gelişmeler, Azerbaycan'ın bu denge politikasında yeni bir evreye girdiğini gösteriyor.
Son yıllarda Azerbaycan ile Rusya arasındaki ilişkilere ciddi düzeyde hasar veren en önemli olay bir uçak kazasıydı.
25 Aralık 2024'te gerçekleşen olayda, Rusya'nın Grozni kentine iniş için alçalan uçağın dışında bir patlama gerçekleştiği iddia edilmiş, Kazakistan'ın Aktau kentine yönlendirilen uçak iniş sırasında düşmüş ve 67 yolcu ve mürettebattan 38'i hayatını kaybetmişti.
Azerbaycan yetkilileri, uçağın Rusya tarafından ateşlenen bir füze tarafından vurulduğunu iddia etmişti.
Azerbaycan, bu olaydan ötürü doğrudan Rusya'yı suçladı ve Moskova'ya karşı ‘yaptırımlarını’ o tarihten itibaren başlattı.
Düşen uçağa dair tartışmaların henüz sıcaklığını kaybetmediği günlerde, Şubat 2025'te Azerbaycan medyası ‘ülkede Moskova'nın çıkarlarına hizmet eden bir şebekenin tespit edildiğini’ ve ‘Rossotrudniçestvo'nun (Rus evi) Bakü'deki faaliyetlerinin askıya alındığını’ yazdı.
Hükümet yanlısı diğer basın kuruluşları tarafından hızlı bir şekilde dolaşıma sokulan haberlerde, söz konusu ekibin Rus istihbaratından talimat aldıkları, ajan ağı aracılığıyla Azerbaycan'daki sosyo-politik süreçleri etkilemeye çalıştıkları iddia edildi.
Söz konusu şebekeye dair daha sonra herhangi bir yasal adım atılmadı. Rus evi ise kapatıldığıyla kaldı.
Azerbaycan ile Rusya arasındaki ilişkilerde bir diğer önemli kırılma noktası ise Ukrayna savaşı oldu.
Özellikle Ukrayna'nın toprak bütünlüğüne yönelik açık destek mesajları, insani yardımlar ve Kiev yönetimiyle sürdürülen diplomatik temaslar, Azerbaycan'ın özellikle Moskova tarafından sıkça dile getirilen ‘tarihsel bağlarına’ ters düşen bir rotaya sahip.
Bu iklimde, Rus güvenlik güçlerinin Yekaterinburg merkezli Azerbaycan toplumunun önde gelenlerine düzenlediği operasyon ve iki kişinin hayatını kaybetmesi, ikili ilişkiler arasındaki bardağı taşıran son damla oldu.
Karşılıklı açıklamalar sertleşti, Azerbaycan’da Rus medyasının temsilcileri ve iş çevrelerine dahil kimi Ruslar gözaltına alındı.
Yekaterinburg baskınlarının yarattığı gerilimde, Azerbaycan lideri İlham Aliyev'i arayan ilk liderin Ukrayna lideri Vladimir Zelenskiy olması da bu açıdan anlamlı.
Azerbaycan-Ermenistan ilişkilerinin dinamiği, iki ülkenin ayrıştığı noktalar kadar, ortaklaştığı noktalar üzerinden de okunabilir. Bu ortak noktalar ise, Kremlin’in iki ülke için de sık sık dile getirdiği ‘ortak tarihten’ oluşuyor.
Özetlemek gerekirse, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) döneminden kalma sorunlara dair uzun süreli silahlı çatışma içerisinde olan, siyasi ve ekonomik açıdan Rusya’yla derin ilişkilere sahip, biri renkli devrim, biri milliyetçi dönüşüm yaşamış, birbirine düşman iki eski Sovyet ülkesi, günümüzde en çok bölgeye dair sorunların Rusya kaynaklı olduğu konusunda ortaklaşıyor.
Rusya’nın bu iki ülkeye, aşağı yukarı diğer eski Sovyet ülkelerinde olduğu gibi, ortak geçmişinin bakiyesi olan Rus yanlısı siyasetlere verdiği destekle ve çoğunluğu çıkar çevrelerinden müteşekkil ‘dostluk kulüpleriyle’ yaklaşması da, yıllar içerisinde aşınan, aşındıkça kayganlaşan ve istikrarsızlaşan bir zemin oluşmasına hizmet etti.
Rusya’dan bağımsızlaşma sürecinin en büyük soru işareti olan ekonomi ‘sorununa’ karşı ise, Rusya ve İran arasındaki bu stratejik bölgeye yönelik uzun süreli planlara sahip ABD, yeni projeleri, sıcak parası ve yeni ticaret rotasıyla ‘doğru zamanda doğru yerde’ durdu.
Bütün bu koşulların hazırlanmasında elbette Rusya da pay sahibi ve bu yeni durum karşısında seçenekleri oldukça sınırlı.
Kremlin yönetimi, resmi söylem düzleminde Ukrayna operasyonuyla yeni bir ‘kutsal savaşın’ başladığını ve hiçbir şeyin ‘eskisi gibi olmayacağını’ vurgulasa da, savaşın ve başarının son derece ‘somut’ ölçütleri bulunuyor.
2022 yılından bu yana uygulanan ciddi ölçekte yaptırımları başarıyla karşılayan Kremlin için en güçlü düşman Batı silahları veya ‘LGBTİ propagandası’ değil, ekonomi. Son olarak Rusya Merkez Bankası, bu yılın sonuna kadar ülke ekonomisinin büyüme hızının sıfıra kadar yavaşlayabileceği uyarısında bulunarak alarm zillerini çalmaya başladı.
Rusya’nın savaşın ‘gerçek kazananı’ olması için önünde duran en büyük hedef olan ‘Karadeniz’in kapatılması’ planı da, Odessa’nın ele geçirilme umutlarının tükenmesiyle birlikte suya düşmüş durumda.
Rusya, Ukrayna sahasında halihazırda kontrolünde olan, Ukrayna’nın doğu bölgelerini içeren bir anlaşmayla ‘yetinmek’ zorunda.
Rusya, Suriye’de Beşar Esad yönetiminin düşmesiyle birlikte büyük oranda kapanan Akdeniz kapısını, yeni Suriye’de söz hakkına sahip öznelerle pazarlık etmek zorunda.
Ve son olarak Rusya, Güney Kafkasya’daki varlığını da ‘barış gücü’ veya hakem olarak değil, bölge paydaşı olarak yapacağı pazarlıklarla belirlemek zorunda.
Bu üç önemli başlıkta da, Rusya’nın karşısında ABD bulunuyor.
Yani Putin, 15 Ağustos’ta Alaska’da Trump’la buluştuğunda, pazarlık kozu olarak askeri gücü dışında kayda değer bir karta sahip olmayacak.
‘Trump Rotası’ ile simgeleşen yeni Amerikan barışının, Güney Kafkasya’da Amerikan etkisini genişleteceği ne kadar gerçekse, anlaşmanın Azerbaycan ve Ermenistan için olumlu sonuçları olacağı da bir o kadar gerçek.
Washington’da yeni barış sürecine dair imzaların atıldığı saatlerde Rusya, Ukrayna’daki SOCAR tesislerinden birini bombaladı. Bunun bir ‘misilleme’ veya bir çeşit ‘ilk tepki’ olup olmadığını kesin olarak bilmek imkansız. Ancak her durumda, Kremlin’in bundan sonrası için yapması gereken ilk şey, yaşananları ‘tek katmanlı’ analizlerle gerekçelendirmek yerine, yıllardır “Geliyorum” diyen bu dönüşüme karşı verdiği sınavı değerlendirmek olsa gerek.
Zira, bir ‘siyasi sonuç’ olarak emperyalist yayılmacılığı tek taraflı bir başarı hikayesi olarak okumak, ‘sebeplerin’ de temel belirleyici unsurlardan olduğu çok belirleyenli bu oyunda kaybedenlerin tutumudur.

© 2025 Scrolli. Tüm Hakları Saklıdır. Scrolli Medya A.Ş
