0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
0
0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
0
0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
0
%

Jeo-ekonomi: Türkiye’nin gerçek bekâ meselesi

"Ekonomik güvenlik, milli güvenliktir." - ABD strateji metinleri, 2017

"Kalkınma güvenliğin temeli, güvenlik kalkınmanın ön şartıdır." - Çin strateji metinleri, 2021

"Hiçbir medeni devlet yoktur ki ordu ve donanmasından önce iktisadiyatını düşünmüş olmasın." - Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 1924

Görüş: Burak Dalgın, Balıkesir Milletvekili

Ekonomi deyince akla döviz kurları, faiz oranları, borsa endeksleri geliyor. Sonra Merkez Bankası rezervleri, enflasyon oranı, işsizlik seviyesi konuşuluyor. Biraz daha düşününce sektörlerin, şirketlerin ve hane halkının meseleleri gündeme geliyor.

Halbuki pek konuşmadığımız ancak dünyanın zihnini giderek daha çok meşgul eden bir alan daha var: jeoekonomi, yahut ekonomik güvenlik. Milli güvenlikle ekonomi giderek iç içe geçerken, ABD’den Çin’e, Japonya’dan AB’ye çeşitli hükümetler bu alanda hazırlık yapıyorlar.

Türkiye bu sahayı dört ana başlık etrafında değerlendirmeli ve tedbirler almalı: (1) tedarik zinciri; (2) teknoloji; (3) finansman; ve (4) deprem.

Zira 21. yüzyılın esas muharebe sahası budur. Bir diğer deyişle, gerçek bekâ meselemiz budur.

Gümrük vergisi savaşları, teknolojik ürün ambargoları, küresel tedarik zincirinin dönüşümü, nadir mineralleri elde etme yarışı, misyon temelli kalkınma, kamu sanayi politikası... Son birkaç yılın ekonomi ve kalkınma gündemi, ciddi bir dönüşüme işaret ediyor.

Çünkü artık yeni bir dünyadayız. Güvenliğin ‘nasılsa var’ kabul edildiği bir ‘küresel huzur’ döneminden baş rolde olduğu bir ‘güçler rekabeti’ dönemine geçiyoruz. ABD-Çin rekabetiyle, Rusya-Ukrayna savaşıyla, Covid-19 pandemisiyle, Kızıldeniz’deki korsanlık faaliyetleriyle, Hobbes’un ‘herkesin herkesle savaşı’ (bellum omnium contra omnes) dediği yerdeyiz.

Bu çerçevede, Edward Luttwak'ın Soğuk Savaş biterken (1990'da) ortaya attığı jeo-ekonomi kavramı popülerlik kazanıyor. Uluslararası ekonomi, jeopolitik ve stratejinin kesişimi olan bu alan, jeopolitik hedefleri ilerletmek için ekonomik araçların kullanımı olarak da düşünülebilir. Elbette işin merkezinde de ülkenin ekonomik güvenliği yatıyor.

Ekonomik güvenlik

On yıllardır uluslararası ekonominin temel prensibi fiyat/ kalite oranıydı. ‘Bir ürünü kendi ülkemizde üretmek 10 birime, A ülkesinde üretmek 9 birime, B ülkesinde üretmek ise 8 birime mal oluyorsa, hepsini B ülkesinde ürettirelim’ diye düşünülürdü. Artık bu yaklaşım geride kaldı. Yeni odak, özel sektörün kapsama alanı dışında kalabilen milli güvenlik riskleri. Bir örnekle somutlaştıralım. Bir Amerikan şirketi ucuz Çin çipleri ithal edip telekom altyapı inşa ederse, kendisi için kârlı bir hareket yapmış olur ama ülke için stratejik zafiyet yaratabilir.  

Çeşitli ülkeler bu meseleyi farklı yaklaşımlarla çözmeye çalışıyorlar.

ABD: Trump ilk başkanlık döneminde, 2017’de, ‘Ekonomik güvenlik, milli güvenliktir’ prensibini ortaya atmıştı. Biden’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan ise Nisan 2023'te Brookings Enstitüsü'nde yaptığı bir konuşmada ABD’nin karşı karşıya olduğu dört ana zorluğu vurguladı ve ekonomik güvenlik yaklaşımını özetledi: (1) sanayi tabanının küçülmesi; (2) önemli ekonomik etkileri olan, jeopolitik ve güvenlik rekabeti içeren yeni bir ortama uyum sağlama gerekliliği; (3) iklim ve enerji krizi; ve (4) artan eşitsizlik ve demokrasiye verdiği zarar. Ülkenin 2022 Milli Güvenlik Stratejisi, Çin’in uluslararası düzeni yeniden şekillendirebilecek bir rakip olarak ortaya çıkmasını temel mesele olarak niteledi.

Bu çerçevede, yarı iletkenler, temiz enerji ve biyoteknoloji gibi kritik sektörlerdeki araştırma-geliştirme çalışmalarına milyarlarca dolar kaynak aktaran CHIPS yasası, yerel pazarı uluslararası rekabete karşı korunaklı hale getiren gümrük vergileri ve Çin’e karşı Japonya başta çeşitli Asya ülkeleriyle kurulan teknolojik ittifaklar gibi adımlar atıldı.

Çin: ‘Kendi kendine yeterli olma’ eskiden beri ülkenin kültüründe vardı. Üstelik, Çin sanayi politikasında gemi inşası ve demiryolu gibi askeri etkileri de olan sektörler her zaman öndeydi. Ancak, 2015'te yapılan ‘Made in China 2025’ planı, önceki politikaların jeostratejik boyutunu daha da güçlendirdi. Milli güvenlik alanı giderek genişledi, politika araçları kalkınma odağından güvenlik hedefine yönlendirildi.

Nitekim ekonomik güvenliğin ne kadar önemli bir alan olduğu, 2021’de hazırlanan Kapsamlı Milli Güvenlik Çerçevesinde net şekilde görüldü.

Japonya: Japonya, ekonomik güvenlik konusunda en erken ve en kapsamlı yaklaşım geliştiren ülkelerden biri. Bunda kısıtlı fiziksel kaynakları olan bir ada olmasının da, 2010 yılındaki nadir mineraller ambargosu vesilesiyle Çin’in jeo-ekonomik adımlarına ilk muhatap olan ülke olmasının da payı var.

Japonya’nın 2022 Milli Güvenlik Stratejisi, ekonomiyi milli güvenliğin ayrılmaz bir parçası olarak tanımladı ve ekonomik güvenliğin çok geniş bir tarifini benimsedi: ‘ekonomik önlemler alarak Japonya'nın barış, güvenlik ve ekonomik refah gibi ulusal çıkarlarını sağlamak’.

Japonya’nın dört stratejik hedefi var: (1) tedarik zinciri dayanıklılığını artırmak ve güvenlik açıklarını azaltmak; (2) internet altyapısı da dahil olmak üzere kritik altyapıyı korumak; (3) teknoloji transferleri üzerinde kontrol sağlamak; ve (4) yabancı ülkeler tarafından yapılabilecek ekonomik zorlamayı önlemek.

Bu çerçevede, Japonya ekonomik güvenlikten sorumlu bir devlet bakanlığı kurdu. Mayıs 2022’de Ekonomik Güvenlik Teşvik Yasasını hazırladı. ‘İnsan için hayati önem taşıyan veya ekonomik faaliyetlerin bağlı olduğu ve istikrarlı tedariğin özellikle gerekli olduğu’ ve belirli ülkelere aşırı derecede bağlı olunan ürünleri listeledi. Bu alanlarda tedariği güvence altına almak veya stok oluşturmak için plan sunan firmalara hibe ve kredi desteği verdi. Kritik teknoloji geliştiren araştırma kurumları için sübvansiyonlar sundu. Bilgi paylaşımı ve araştırmaya rehberlik etmek için bir Kamu-Özel İşbirliği Konseyi kurdu. Teknoloji korumasını sağlamak için, bazı patent başvurularının ifşa edilmemesini sağlayan bir mekanizma oluşturdu.

Avrupa Birliği (AB): AB’nin durumu biraz daha karmaşık. Zira, birliğin icra kolu olan Komisyon ekonomi politikaları üzerinde söz sahibi, ancak savunma konularında kısıtlı etkiye sahip. Bunun doğal sonucu olarak ekonomik güvenlik, bir milli güvenlik meselesinden çok bir sanayi/ ticaret politikası meselesi olarak öne çıkıyor. Üstelik, mevzuatın AB düzeyinde kararlaştırıldığı alanlarda bile, ekonomik güvenlik politikalarının çoğu üye devletler düzeyde uygulanıyor.

AB ekonomik güvenliğine dair dört risk üzerinde çalışıyor: (1)  tedarik zinciri ve enerji dayanıklılığı; (2) kritik fiziksel ve siber altyapı; (3) teknoloji güvenliği; ve (4) ekonomik bağımlılıkların silah haline gelmesi ve ekonomik zorlama. Bu çerçevede,  AB'nin büyümesini ve rekabet gücünü teşvik etmek (Draghi Raporu’nun ana konusu buydu), ekonomiyi korumak (yabancı yatırımların denetlenmesi, ticari korumacılık, Horizon programı), ve işbirlikleri (serbest ticaret anlaşmaları, Kritik Hammaddeler Kulübü, Global Gateway programı) ana başlıkları altında adım atmayı planlıyor.

Kırmızı Kitap’ta ekonomik güvenlik

Ülkemizin iç ve dış tehdit algılamalarını sıralayan ve bunlarla mücadele için gerekli stratejinin temelini oluşturan Milli Güvenlik Siyaset Belgesi 22 Ocak 2025’daki Milli Güvenlik Kurulu'nda (MGK) yenilendi. Kamuoyunda Kırmızı Kitap olarak bilinen ve her beş yılda bir yenilenen belge doğal olarak gizli. Jeo-ekonominin ne kadar değerlendirmeye alındığını bilmiyoruz.

Ancak üç hususu vurgulamakta yarar var. Birincisi, ‘dünyada kurallara dayalı uluslararası düzenden çok kutuplu bir sisteme geçilmesi sürecinin getirdiği risk ve fırsatların da ele alındığı’ ve ‘yapay zekânın bir tehdit unsuru olarak tanımlandığı’ kamuoyuna yansıdı. Bunlar olumlu.

İkincisi, ekonomik güvenliğe herhangi bir atıf yapılmaması, soru işareti. Halbuki, ülkemizin uluslararası ticarete yatkınlığı (600 milyar dolar hacim); enerji (50 milyar dolar ithalat) ve bazı kritik ürünleri yurtdışından alması; döviz borcu (515 milyar dolar brüt, 260 milyar dolar net dış borç) ve uluslararası finansman ihtiyacı; yeni teknolojilerin devlet ve devlet-dışı aktörlere açtığı alan (dezenformasyon, deep-fake, siber saldırı); ve Marmara depremi gibi muhtemel riskleri var.

Üçüncüsü, MGK üyelerinin dağılımı. Cumhurbaşkanı; Cumhurbaşkanı Yardımcısı; Adalet, Milli Savunma, İçişleri ve Dışişleri Bakanları;  Genelkurmay Başkanı ve Kara, Deniz, Hava Kuvvetleri Komutanları’ndan oluşan heyette ekonomik güvenlikle doğrudan bağlantılı tek bir makam yok (mevcut Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı, şahsi kariyerinden dolayı bir istisna teşkil ediyor).

Dört kritik alan

MGK Genel Sekreterliği web sitesi şöyle diyor: ‘Her devlet, milli varlığına, bekâsına ve güvenliğine yönelik tehditlere karşı tedbirler almak durumundadır. Bu gereklilik doğrultusunda, devletler; bölgesel ve küresel ortamın izlenerek tehdit ve fırsatların tespit edilmesi ile bu hususlara matuf siyasetin belirlenmesini ve en uygun politikaların uygulanmasını sağlayacak süreç ve unsurları ihtiva eden milli güvenlik sistemlerini tesis etmektedirler.’

2025 dünyasında, ekonomik güvenlik olmadan bunu başaramayız. Bu çerçevede, dört alanda kapsamlı  ve birbiriyle entegre bir ekonomik güvenlik stratejisine ihyiyacımız var.

Birincisi, tedarik zinciri. Ürünlerimizin satışı, tedariklerimizin sağlanması, ülkemizin bir lojistik koridoru olma vasfını sürdürmesi gibi çeşitli alanlara değinen kritik bir alan. Dış ticaretin aksamadan yürümesi (fiziki, hukuki ve teknik altyapının çalışması; ambargo/ kısıtlama riskleri); bilhassa gıda ve enerji akışının sağlanması; sanayi için gerekli teknolojik ürünler ve kritik hammaddelerin tedariği ve dönüşen tedarik zincirindeki fırsatlardan yararlanma (friendshoring, near shoring, çeşitlendirme) gibi alanlarda kapsamlı planlara ihtiyacımız var.  

Avrupa Birliği ile Gümrük Birliği’nin güncellenmesinden ABD ile Nitelikli Sanayi Bölgelerinin müzakeresine, Dünya Gıda Programı’nın Türkiye’yi bölgesel ve küresel bazda ‘stratejik gıda stok merkezi’ olarak konumlandırma talebinden yerli enerjinin payının artırılmasına, stratejik teknolojik kabiliyetler için destek programlarından (Hit 30 bu alanda önemli bir adım) Avrupa markalarının satın alınmasına uzanan pek çok adım bu başlık altında ele alınabilir.

İkincisi, teknoloji. Bu alandaki müthiş dönüşümü daha önce bu sayfalarda ele aldık ( https://www.scrolli.co/hikaye/yeni-paradigmaya-yolculuk-canavarlar-zamani-neye-donusur ). İçinde bulunduğumuz değişimi, daha önceki teknolojik devrimlere nazaran apayrı bir boyuta taşıyan iki temel fark var: hız ve zekâ. Değişimin hızı öncekilerle kıyaslanamayacak bir seviyede. Mesela, çeşitli teknolojilerin icatlarından sonra 100 milyon kullanıcıya ulaşma hızına bakalım: telefon 75 yıl, otomobil 33 yıl, cep telefonu 16 yıl, internet 7 yıl. Uygulamalar için durum daha da dramatik:  WhatsApp 40 ay (3.5 yıl), TikTok 9 ay, ChatGPT ise sadece 2 ay. Üstelik, bu kez hayatımıza giren teknoloji, tarihte ilk kez yaşanan bir meydan okumayı tetikliyor ve insan türüne biricik olduğunu düşündüğü alanda rakip oluyor: zekâ.

Bireyi tekno-otokrasi, büyük teknoloji şirketler (Big Tech) ve dijital anarşi (dezenformasyon, deep fake) üçgeni karşısında çaresiz bırakmamak; yeni çağın gerektirdiği kritik kabiliyetleri kazanmak; siber saldırılara karşı korunaklı olmak (sadece Microsoft müşterileri günde 600 milyon siber saldırıya maruz kalıyor); kişisel verileri korumak; internet erişimi ve veri merkezleri gibi kritik altyapıları geliştirmek; yapay zekâ devrinde hem fırsatları yakalamak, tehditleri savuşturmak ve milli egemenliği korumak gibi pek çok adım bu başlık altında ele alınabilir.

Üçüncüsü, finans. Milli gelirimizin beşte biri kadar net dış borcumuz, yarısı kadar dış ticaret hacmimiz var. Yakın zamana kadar her sene milli gelirin yüzde beşi mertebesinde cari açık veriyorduk. Ülke içindeki ticarette, şirket birleşme ve satınalmalarındaki değerlemelerde, kamu özel işbirliği  fiyatllarının belirlenmesinde, ekonominin gidişatı konusundaki hissiyatın oluşmasında döviz kuru kullanılıyor. Üstelik, Kırım Savaşı esnasında yaptığımız ilk dış borçlanmada ödediğimiz faiz oranı neyse, bugün de ödediğimiz faiz oranı o!

Uluslararası ödeme sistemlerinin yeniden şekillenmesine (blok zincir) aktif katkı vermekten CDS primlerini düşük tutmaya, TCMB rezervlerinin sağlam olmasından finansal teknoloji (fintek) sayesinde finansman bolluğu sağlamaya kadar pek çok adım bu başlık altında ele alınabilir.

Dördüncüsü, deprem. Muhtemel Marmara depreminin insani tarafı elbette esas riskimiz. Ancak böyle bir durumun ülkemizin ekonomisine verebileceği hasar da çok ciddi. Zira, tüm yumurtalarımızı aynı sepete koymuş durumdayız. Üstelik sepet de pek sağlam değil.

Nüfusumuzun üçte biri dört büyük ilimizde yaşıyor – İstanbul, Ankara, İzmir ve Bursa. Daha yüksek bir yoğunlaşmayı ekonomide görüyoruz. Milli gelirimizin üçte biri tek başına İstanbul’da. Yarısı, en büyük dört ilde. Üçte ikisi en büyük on ilde. Yani ülkemizin ekonomisi üç birimse; bir birimi İstanbul’da, bir birimi sonraki dokuz ilde, bir birimi de kalan 71 ilde! İstanbul Sanayi Odası’nın Türkiye’nin en büyük 500 ve ikinci 500 sanayi kuruluşu listelerinde yine çok ciddi bir yoğunlaşma görüyoruz. İlk 500’deki şirketlerin üçte biri İstanbul’da. Sonraki beş vilayette de bir o kadar şirket var (ikisi yine aynı deprem riskini taşıyan Bursa ve Kocaeli). Şirketlerin geri kalan üçte biri de diğer 75 vilayetimizde. Türkiye İhracatçılar Meclisi’nin en büyük 1000 ihracatçı listesindeki şirketlerin neredeyse yarısı İstanbul’da. Sonraki beş şehri (Ankara, İzmir, Bursa, Kocaeli, Gaziantep) eklediğimizde, listenin dörtte üçüne ulaşıyoruz. Tüm bunların vergiye yansımaması mümkün mü? Türkiye’nin vergisinin yüzde 80’ini beş vilayet ödüyor (İstanbul, Kocaeli ve Bursa bunlardan üçü).

Binalarımızı güçlendirmek, şehir planlarımızı gözden geçirmek, afet sonrası müdahale kabiliyetlerimizi geliştirmek elbette şart. Ancak, bunun ötesinde, Marmara depremi riskini Türkiye’nin yeni kalkınma hikayesi için fırsata çevirmek, en az 15 şehrimizi cazibe merkezi hale getirmek ve bölgesel bir kalkınma portföyü oluşturarak doğal afetlere ve küresel dönüşümlere dayanıklı hale gelmek, bu başlık altında ele alınabilir.

Nasıl?

Ekonomik güvenlik konusunda adım atarken beş hususa özel olarak dikkat etmeliyiz.

Birincisi, farkındalık geliştirmek. Yeni dünyada ekonomik güvenliğin kritik rolü konusunda milli bir mutabakata ihtiyaç var. Bu doğrultuda, meselenin kapsamının (örneğin yukarıda önerdiğim dört başlık) tarif edilmesi de gerekir. Kamu mimarisinin de bu çerçevede güncellenmesi gerekebilir (MGK’ya ilave üyeler, DPT’nin yeniden farklı bir misyonla kurulması).

İkincisi, karmaşıklığı kabullenmek. Trump’ın gümrük vergisi adımlarının ciddi zorluklar yaratmasının bir sebebi, tedarik zincirlerinin ne kadar entegre olduğunu yeterince göz önüne almaması. Mesela, bir otomobil parçasının işlenmesi esnasında ABD-Kanada sınırını defalarca geçmesi. Airbus bu konuda çok iyi bir örnek. Doğrudan tedarikçi sayısı 1.600, ancak onların da 12.000 tedarikçisi var. Bağımlılık analizini neye göre yapacaksınız?

Üçüncüsü, hedefleri netleştirmek. Her alanda tam olarak ne hedeflendiğini (kendine yeterlilik, risk azaltma, kabiliyet geliştirme) net şekilde belirlemek şarttır. Aynı anda, her alanda her şeyi başarmak mümkün değildir. Bu çerçevede, dayanıklılık (robustness) ile mücadele gücü (resilience) arasındaki fark, iyi bir örnek olabilir. Dayanıklılık bir sistemin dış şoklara direnme kapasitesidir. Örneğin depremde ayakta kalan bir bina, salgın döneminde işlemeyi sürdüren bir tedarik zinciri, siber saldırı karşısında çalışan bir bilgi-işlem altyapısı. Mücadele gücü ise, çöken/ duran/ işlemeyen bir sistemin ne kadar hızla tekrar ayağa kalkabileceğidir. Birbirine çok yakın olan bu iki terimden biri proaktif ve sabit, diğeri reaktif ve esnektir.  

Dördüncüsü, işbirlikleri oluşturmak. Ekonomik güvenlik içe kapanma ya her şeyi kamu bürokrasisine hapsetmekle sağlanamaz. Tam aksine, dışlayıcı değil kapsayıcı olmak gerekir. Bu doğrultuda, uluslararası organizasyonlarla (küresel stratejik gıda stok merkezi olmak), müttefiklerle (ABD ve AB’nin friendshoring ve nearshoring adımlarından istifade etmek), özel sektörle (know-how getiren dış yatırım, bazı ithal ürünlerin ikamesi için yurt içi yatırım), üniversitelerle (araştırma-geliştirme faaliyetleri) ve sivil toplumla (bireyi dijital anarşiye karşı korumak) değer yaratan network’ler kurulması şarttır.

Beşincisi, ekonomik güvenlik adımlarının derecesini doğru ayarlamak. Zira her şeyi güvenlikleştirmek, ekonominin verimlilik veya hamlecilik taraflarını köreltir. Üstelik bu döngü bir kez başladı mı, durdurmak da çok zor olur. Hele de ticari, kalkınma ve güvenlik hedeflerinin iç içe geçtiği melez bir durumda bu daha da zor olur. Unutmayalım, her hedefin bir maliyeti (ilave vergi, ilave maliyet, ilave yatırım) vardır. Bu noktada, etki yatırımcılığı (toplumsal hedefleri de gözeterek yatırım yapmak) bir değerlendirme çerçevesi sunabilir.

Her şey değişirken güvenlik tanımının da değişmemesi düşünülemez. Çok kutuplu yeni dünyayla uygun yeni milli güvenlik mimarimizde jeo-ekonomi ihmal edilmemelidir. Zira ‘ekonomik güvenlik, milli güvenliktir.’

Üstelik, ülkemizin ‘muasır medeniyetler seviyesine erişmesi’ için hızla kalkınması şarttır. Ekonomik güvenlik, salt bir güvenlik konusu olmasının ötesinde, kalkınma risklerimizi yönetmek için de önemli bir alandır. Zira ‘kalkınma güvenliğin temeli, güvenlik kalkınmanın ön şartıdır.’

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 30 Ağustos Zaferinin ikinci yıldönümünde, zaferin kazanıldığı Dumlupınar sahasındaki sözleri bugün de geçerlidir: ‘Hiçbir medeni devlet yoktur ki ordu ve donanmasından önce iktisadiyatını düşünmüş olmasın.’

Bu yazı ilginizi çektiyse, benzer konulardaki dört makaleme bakmak isteyebilirsiniz:

 

Yeni Paradigmaya Yolculuk: Canavarlar Zamanı Neye Dönüşür?

https://www.scrolli.co/hikaye/yeni-paradigmaya-yolculuk-canavarlar-zamani-neye-donusur

Beş Tuzak, Beş Misyon

https://daktilo1984.com/yazilar/bes-tuzak-bes-misyon/

Artificial  Intelligence and Middle Powers: Navigating Sovereignity, Opportunity and Risk

https://edam.org.tr/en/cyber-governance-digital-democracy/artificial-intelligence-and-middle-powers-navigating-sovereignty-opportunity-and-risk

Türkiye’nin Yeni Kalkınma Ufku: Anadolu’nun Yıldız Şehirleri

https://daktilo1984.com/yazilar/turkiyenin-yeni-kalkinma-ufku-anadolunun-yildiz-sehirleri/