Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası’nın 2024 Mayıs ayında yayımladığı, 30'dan fazla ülkede meydana gelen 80 önemli depremin verileri kullanılarak hazırlanan ‘Depremlerin Ekonomik ve Sosyal Sonuçlarının Ortaya Çıkarılması’ raporunu, Süleyman Karan, Scrolli için detaylı olarak inceledi. Raporda, öncesi ve sonrasıyla deprem ve doğal afetlerin ekonomiye etkileri kapsamlı şekilde ele alınıyor.
Büyük doğal afetlerde, devletlerin ilk içgüdüsel davranışı, olaya hâkim olduklarının propagandasını yapmaktır. Enkaz hafriyat çalışmaları başladıktan sonra, böylesi bir devlet aklının ilk yapacağı iş vergi salmak olur. Ve bu salınan vergi, eğer ki ekonomik kriz de söz konusuysa, gerekçesi her ne kadar afet bölgesinin yeniden inşası ve afetlere karşı önalıcı çalışmalar olarak açıklansa da merkezi otoritenin keyfiyetinde, açıklara yama yapmaya harcanır. Türkiye bunu 1999 Marmara Depremi’nin ardından yaşamış bir ülke, sonuçlarını da hep birlikte görüyoruz ve bir kez daha aynı keyfiyetle karşı karşıya kalma riskimiz oldukça yüksek.
Merkezi otoritenin mutlak egemenliği, salt büyük yıkım getiren doğal afetlerde değil, büyük toplumsal ve ekonomik krizlerde de aynı şekilde tezahür ediyor. Bugün eğer Türkiye, böylesi büyük bir ekonomik kriz içinde bu afete yakalandıysa ve çok ciddi sorunlarla karşılaşmak üzereyse, en temel sebeplerden biri işte bu.
Bu ‘büyük ve muktedir devlet’ anlayışını, deprem sonrası arama-kurtarma ve yardım çalışmalarında da çok net biçimde görüldü. Yeniden inşa faaliyetlerinde aynı yaklaşımın devam ettiği de ayan beyan ortada.
Oysaki bu tür felaketlerin ardından riskleri etkili bir şekilde yönetmek için yetkililerin kullanabilecekleri yöntemler var. Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası’nın (European Bank for Reconstruction and Development - EBRD) 2024 Mayıs ayında yayımladığı ‘Depremlerin Ekonomik ve Sosyal Sonuçlarının Ortaya Çıkarılması’ (Unearthing the Economic and Social Consequences of Earthquakes) bu konuyu ayrıntılı biçimde masaya yatırıyor ve depremlerin ekonomik yansımalarını da derinlemesine inceliyor.
Analizde 30'dan fazla ülkede meydana gelen 80 önemli depremin verileri kullanılmış. Bunlar arasında en etkili depremlerden bazıları Japonya'daki 1995 Büyük Hanşin, Türkiye'deki 1999 İzmit, yine Türkiye'deki 2023 Kahramanmaraş, 2004'teki Hint Okyanusu, 2008'de Çin'deki Siçuan ve 2015 Nepal depremleri de yer alıyor.
Bulgular, büyük depremlerin kişi başına düşen gayri safi yurtiçi hasıla (GSYH) üzerindeki etkisinin genellikle küçük olsa da, maliyetlerinin etkisinin önemli olabileceğini ortaya koyuyor. Üretimde düşüş, tüketimde dalgalanmalar, dış ticarette dengesizlikler, maliye politikilarında zorunlu revizyonlar, ciddi bütçe açıkları ve enflasyonist ilk akla gelenler.
Yapılan araştırmalar, depremler de dâhil olmak üzere doğal afetlerden kaynaklanan malî kayıpların 1980'lerden bu yana üç kat arttığını gösteriyor. Kayıplardaki bu artış, nüfus artışı ve ekonomik faaliyetlerin genişlemesi gibi etmenlerden kaynaklanıyor.
Ayrıca, deprem bölgelerindeki kentsel gelişimin yaygınlaşması, sismik olaylarla ilişkili riskleri artırarak potansiyel hasarları ve insan kayıplarını daha da kötüleştiriyor. Bu etmenler, depremlerin ekonomik ve sosyal yansımalarını hafifletmeyi amaçlayan politikalara duyulan ihtiyacın önemini açıkça ortaya koyuyor.
Bu bağlamda, EBRD'nin bu raporu, ilk olarak, depremlerin sosyo-ekonomik ve siyasi etkileri üzerine temel ampirik bulguları özetliyor. İkinci olarak, politika yapıcıların bu tür olayların risklerini ve sonuçlarını etkin bir şekilde yönetebilmeleri için öneriler sunmak üzere araştırmalardan yararlanarak büyük depremlere yönelik yaklaşımları değerlendiriyor. Üçüncü olarak, depremlerin ekonomik etkilerinin ayrıntılı bir analizini yapıyor.
Ampirik strateji, deprem meydana gelmemiş olsaydı, bir ekonominin performansının ne olacağını tahmin etmek için güvenilir bir olgusal senaryo oluşturan 'Sentetik Kontrol Yöntemi'nden yararlanıyor. Bu, aynı dönemde doğal afetlerden etkilenmemiş benzer ekonomilerin büyüme modellerini analiz ederek karşılaştırma yapmaya olanak veren bir yöntem.
Analiz, başlangıçta büyük depremlerin GSYH ve kişi başına düşen GSYH üzerindeki etkisine odaklanıyor. Depremlerin ekonomik etkisinin daha kapsamlı bir şekilde anlaşılmasını sağlamak için inceleme malî dengeleri de kapsayacak şekilde genişletiliyor, özellikle gelirlerde depremin neden olduğu düşüşü, yeniden inşa harcamalarındaki artışı ve bu etmenlerin kamu borçlanmasının GSYH'ye oranını nasıl etkilediği araştırılıyor. Büyük depremlerde ortaya çıkan kapsamlı altyapı hasarı ve tedarik zinciri aksaklıkları göz önüne alındığında, deprem sonrası ortamda ihracat ve ithalat dinamikleri de bu analizin önemli bir parçası. Bu çok yönlü yaklaşım, depremlerin geniş ekonomik sonuçlarını ve devreye giren dayanıklılık mekanizmalarını tespit etmek açısından önemli.
Sonuçlar, tarihsel olarak, büyük depremlerin kişi başına düşen GSYH üzerindeki etkisinin nispeten sınırlı olduğunu gösteriyor, çünkü yeniden inşa çabalarından kaynaklanan ekonomik canlanma, genellikle depremlerin neden olduğu ekonomik kayıpları kısa sürede telafi edebiliyor. Bununla birlikte, yeniden inşa faaliyetlerinin yanı sıra, hükûmet harcamaları ve borç/GSYH oranları ükeden ülkeye önemli farklılıklar gösterebiliyor. Genel olarak yeniden inşa talebi ithalatta artışa yol açarken, altyapı tahribatının yanı sıra, üretim kabiliyetleri ve tedarik zinciri ağlarındaki hasarlar ihracat üzerinde uzun süreli olumsuz etkiler yaratabiliyor.
Sonuçlardaki geniş değişkenlik, ülkelerin depreme hazırlık düzeyleri gibi başlangıç koşullarındaki farklılıkların yanı sıra, afete yönelik malî ve parasal politika tepkilerinin etkinliğini de yansıtıyor. Yerel koşullar, özellikle de ekonomik kurumların kalitesiyle mali müdahalelerin niteliği arasındaki etkileşim, deprem sonrasının şekillenmesinde önemli bir rol oynuyor.
Daha zengin, daha açık ekonomiler, gelişmiş finansal piyasalara ve güçlü ekonomik kurumlara sahip olan ülkeler depremlerin ekonomik etkilerini atlatma konusunda daha etkin bir yetenek sergiliyor. Bu dayanıklılık büyük ölçüde, etkili risk değerlendirme önlemleri, sıkı imar gereklilikleri ve bina yönetmeliklerinin yanı sıra çeşitlendirilmiş tedarik zincirlerini de içeren gelişmiş afete hazırlık stratejileri sayesinde gerçekleşiyor.
Bu süreçte, siyasî iktidarların ve ekonomi yönetiminin doğru kararlar alması çok önemli, özellikle de yeniden yapılanma aşamasında artan kamu harcamalarının iki ucu keskin bir bıçak olduğu dikkate alınırsa... Kamu harcamalarının, ekonomik toparlanmayı önemli ölçüde teşvik ettiği bir gerçek, ancak ekonominin aşırı ısınmasına ve gereksiz malî baskıya yol açması da öyle! Para politikaları, yeniden yapılanma harcamalarının enflasyonist baskılarını hafifletmek ve şokun ortasında ekonomiyi desteklemek arasında bir denge kurmalı. Yeniden yapılanma sırasında yerel kaynakların kullanımının vurgulanması hem acil hem de uzun vadeli faydaları artırabilirken, dış kaynaklardan yararlanmak yerel kabiliyetlerin eksik olduğu durumlarda toparlanmayı hızlandırabiliyor. Ancak, kötü yönetişim ve yolsuzluk belası yeniden yapılandırma çabalarının başarısını önemli ölçüde baltalayabiliyor.
Depremler, öngörülemezlikleri ve kaçınılmazlıklarıyla doğal afetler arasında öne çıkmakta ve ekonomik istikrar ve kalkınma için büyük zorluklar ortaya koyuyor. Kasırga ve fırtınaların aksine, depremlerin aniden başlaması önleyici tedbirler için çok az alan bırakıyor ve özellikle sigorta ve acil durum yönetim sistemlerinin gelişmemiş olduğu ülkelerde hanehalklarını ve işletmeleri önemli ölçüde etkiliyor. Bu durum genellikle ekonomik zararların daha da artmasına neden olmakta ve sağlam afet hazırlık ve iyileştirme stratejilerinin ne denli önemli olduğunu da ortaya koyuyor.
Çeşitli ülkelerdeki vaka çalışmaları depremlerin ekonomik büyümeyi nasıl etkilediğini açıklığa kavuşturması açısından önemli. İtalya'da 1976 ve 1980 yıllarında meydana gelen depremlere odaklanan araştırmacılar, kısa vadeli GSYH etkilerinin ihmal edilebilir olduğunu gözlemlemiş, ancak malî yardım olmaksızın uzun vadeli potansiyel olumsuz sonuçları tespit etmişler ve depremlerin yardımla birleştiğinde, önceden var olan kurumsal kaliteye bağlı olarak teknik verimliliği ve sosyal sermayeyi teşvik edebileceği veya engelleyebileceği sonucuna varmışlar. 1986'dan 2011'e kadar 95 İtalyan kentinde meydana gelen 22 depremin etkilerini incelemiş ve yeniden inşa faaliyetlerinden kaynaklanan teşvikin, fiziksel sermayenin tahribatını fazlasıyla telafi etmesi nedeniyle çıktı ve istihdam üzerindeki net etkilerinin pozitif olabileceğini saptamışlar.
Benzer şekilde, 1995 büyük Hanşin-Avaci Depremi ve 1995 Kobe Depremi üzerine yapılan çalışmalar, depremin ekonomik büyüme üzerindeki etkilerinin karmaşık yapısını açığa çıkarmış. İlkinde büyüme üzerinde kalıcı bir etki bulunmazken, ikincisinde kişi başına düşen GSYH'de 10 yıldan fazla süren uzun vadeli önemli bir düşüş rapor edilmiş. 2010 Haiti Depremi'nin ise ülkenin ekonomik büyümesinde kısa vadede kayda değer bir azalma yarattığı belirlenmiş.
Buna karşılık, Çin üzerine yapılan bir çalışma, depremlerin kişi başına düşen GSYH, hanehalkı tasarrufları ve inovasyon teşvikleri de dahil olmak üzere, ekonomik göstergeler üzerindeki uzun vadeli önemli olumsuz etkisini ortaya koyuyor. Bulgular, yerel malî özerkliğin, sosyal sermayenin ve altyapı kalitesinin deprem zararları üzerindeki hafifletici etkilerine de ışık tutması açısından önemli.
Doğal afetlerin gelişen ekonomilerde bir tür 'yaratıcı yıkım' işlevi görüp göremeyeceğine yönelik bir araştırma, afetlerin sermaye stokunun güncellenmesi ve yeni teknolojilerin benimsenmesi için fırsatlar sağlayabileceğine dair kanıtlara ulaşmış. Ancak çalışma aynı zamanda bu olumlu etkilerin ülkenin gelişmişlik düzeyine ve felaketin kendine özgü doğasına bağlı olduğunun da altını çiziyor.
Japonya'da 2011 yılında meydana gelen depremin küresel değer zincirleri, özellikle de otomobil ve elektronik sektörleri üzerindeki etkisini araştırılmış. Böyle bir felaketin şirketlerin tedarik zincirlerini Japonya'dan başka ülkelere kaydırmasına veya çeşitlendirmesine yol açacağı yönündeki yaygın beklentinin aksine, çalışmada Japon olmayan tedarikçilere yeniden depolama, yakın depolama veya çeşitlendirme yönünde önemli bir kayma gözlemlenmemiş. Ara ürün ticaretinin, daha fazla kesintiye uğrayan nihaî mallara kıyasla nispeten sabit kaldığı gözlemlenmiş. Depremin dışsal ve bölgesel özelliklerinden yararlanarak, bu tür şokların tedarik zincirleri boyunca nasıl yayıldığını ve büyüdüğünü, felaketten etkilenen firmaların hem doğrudan hem de dolaylı tedarikçilerini ve müşterilerini nasıl etkilediğini ölçmüş. Üretim ağlarının 'genel denge modeli'ni kullanan çalışma, makroekonomik sonuçları tahmin ederek depremin felaketi takip eden yılda Japonya'nın reel GSYH büyümesinde yüzde 0.47 puanlık bir azalmaya yol açtığını ortaya koyuyor. Bu analiz, tedarik zinciri bağlantılarının, doğal afetlerden kaynaklanan ekonomik şokların yayılması ve güçlenmesindeki önemli rolünün altını çiziyor.
Son olarak, Yeni Zelanda'daki depremlerden sonra sigortanın kentsel toparlanma üzerindeki etkisini değerlendirmek için gece ışığı verilerini kullanmış. Daha yüksek tazminat ödemelerinin, özellikle yerleşim alanlarında daha hızlı iyileşmeyle ilişkili olduğunu bulmuşlar. Çalışma, sigortanın afet dayanıklılığı ve toparlanmadaki rolünü vurguluyor ve kentsel afet yönetimi için potansiyel politika çıkarımları öneriyor.
Japonya'daki yaklaşık 1 milyon firmanın gerçek tedarik zincirlerine uygulanan bir model kullanılan bir başka araştırmada; 2011 Büyük Doğu Japonya Depremi’nin doğrudan ve dolaylı etkilerini değerlendirilmiş. Özellikle, Nankai Depremi senaryosunda, dolaylı etkiler Japonya'nın GSYH'sinin yüzde 10.6'sına ulaşırken, doğrudan etkiler sadece yüzde 0.5 olmuş. Çalışma ayrıca, bu dolaylı etkilerin ölçeksiz özellikler, ara ürünler arasında ikâme zorluğu ve ağlar içindeki karmaşık döngülerle karakterize edilen tedarik zincirlerinde daha belirgin ve kalıcı olduğunu ileri sürüyor.
Odağı Endonezya'ya kaydıran bir çalışma, depremlerin 416 bölgede doğrudan yabancı yatırımları nasıl etkilediğini 'dinamik fark modeli' aracılığıyla mercek altına almış. Bu çalışma, doğrudan yabancı yatırımlarda geçici ancak ciddi bir azalma olduğunu tespit ediyor; depremi takip eden ilk yılda yüzde 90'lık bir düşüş kaydedilmiş, ardından kademeli olarak başlangıç seviyelerine dönülmüş. Bu durum öncelikle imalat sektörünün tedarik zincirlerinin üst sektörlerinde meydana gelen aksaklıklara atfediliyor ve doğal afetlere karşı coğrafî etki alanlarının ötesinde daha geniş ekonomik kırılganlıkları gösteriyor. Son olarak, 1985'ten bu yana Endonezya kırsalında meydana gelen büyük depremlerin uzun vadeli ekonomik etkilerini, bireysel düzeydeki verileri ve yer sarsıntısı ölçümlerini kullanarak inceleyen bir araştırma da var. Etkilenen bireylerin başlangıçtaki kayıplarını iki ila beş yıl içinde telafi ettikleri, hatta altı ila 12 yıllık bir süreçte kazanç elde ettikleri sonucuna varılmış. Bu iyileşme, varlıkların yeniden yapılandırılması ve altyapı iyileştirmelerine bağlanıyor.
Depremlerden sonra yeniden yapılanma, uzun vadede yerel ekonomiyi yeniden inşa etmeyi amaçlayan politikaların yanı sıra, afetin hemen ardından geçim kaynaklarını desteklemeye yönelik önlemleri de gerektiriyor. Kısa vadede bu önlemler, etkilenenlere destek ödemelerini (nakit transferleri gibi), su ve elektrik altyapısını, diğer kamu tesislerini onarmak ve yerinden edilmiş bireyler için geçici konut sağlamak için artan harcamaları kapsıyor. Ayrıca, etkilenen işletmeler ve bireyler için geçici borç veya vergi indirimi sağlanması da var. İlave yardım, altyapıdan sorumlu özel kuruluşlara ve konutların yeniden inşasıyla ilgilenen işletmelere imtiyazlı krediler veya özsermaye enjeksiyonlarını içerebiliyor.
Vergi indirimi önlemleri ve teşvikler, bazen sübvansiyonlarla desteklenen yeniden yapılandırma stratejisinin bir parçası... Ancak, enflasyonist etkileri ve devlet borçlarının artmasını önlemek için, destek tedbirleri doğrudan etkilenen sektörlerde ve alanlarda en çok ihtiyacı olanları hedef alması da çok önemli. Depremlerin ortalama ekonomik etkileri genellikle küçük olmakla birlikte, bu etkiler belirli bölgelerde veya düşük gelir grupları arasında yoğunlaşıyor. Yeniden yapılanma için yerel kaynaklardan yararlanmak faydaları en üst düzeye çıkarabilir, ancak yerel kapasitenin sınırlı olduğu durumlarda, dış kaynaklar hızlı bir şekilde yeniden inşa için çok büyük önem arz ediyor. Düzeyler ve sektörler arasında etkili koordinasyon dayanıklılığı artırır, ancak yönetişim sorunları ve organize suç gibi yeniden inşa çabalarını engelleyebilecek zorluklar mevcut.
Fonların hızlı bir şekilde dağıtılması, kamu çalışanlarının dolandırıcılık suçlamalarıyla karşı karşıya kaldığı yolsuzluk ve yanlış tahsis risklerini artırabiliyor. Depremler ayrıca gelir düşüşlerine ve kamu borcunda potansiyel artışlara yol açmakta, algılanan malî riskler nedeniyle hükûmetin borçlanma koşulları kötüleşebiliyor. Hükûmetlerin kamu veya özel varlıkların sigortalanmasındaki rolleri, Yeni Zelanda'nın Canterbury Depremi maliyetlerini Deprem Komisyonu ve hükûmet kaynakları aracılığıyla ele almasında görüldüğü gibi, malî risklerin yakından izlenmesini zorunlu kılıyor.
Depremler de dahil olmak üzere doğal afetlerin ardından yaşananlar para politikası için önemli bir sorun. Bu tür olaylar genellikle yerli üreticiler için üretim maliyetlerinin artmasına yol açarak fiyatlar üzerinde yukarı yönlü baskı oluşturuyor. Sonuç olarak, para otoriteleri yeniden yapılandırma çabalarının enflasyonist etkilerini hafifletmek ve olumsuz şok sırasında ekonomiyi desteklemek arasında hassas bir denge kurmakla görevli... Özellikle, yurtiçi arz afet kaynaklı hasar nedeniyle kısıtlandığında para politikasının gevşetilmesi enflasyonu şiddetlendirme riski taşıyabilir.
En uygun politika tepkisi tartışma konusu: ABD'de doğal afetlere verilecek ideal tepkinin kısa vadeli nominal faiz oranlarını artırmak olduğunu öne sürerken, afet kaynaklı enflasyonun geçici ve yerel doğası göz önüne alındığında, para politikasının büyümeyi teşvik etmek için genişlemeye yönelmesi gerektiğini savunuyor.
Yetkililer fiyat istikrarından ziyade ekonomik iyileşmeye öncelik verdiğinden, tipik olarak kısa vadeli politika faiz oranı depremi takip eden yıl içinde düşüyor. Bununla birlikte, sabit döviz kuruna sahip ekonomilerde, merkez bankaları para birimini istikrara kavuşturmak için afet sonrası faiz oranlarını artırmaya daha meyilli. Ayrıca para politikası daha bağımsız bir merkez bankası tarafından yürütüldüğünde deprem sonrası enflasyon oranlarının genellikle daha düşük olduğunu, ancak bu yaklaşımın afet sonrasında daha büyük bir tahmini çıktı açığına yol açabileceğini gözlemlemiş.
Doğal afet riskini değerlendirmeyi ve etkilerini azaltmayı amaçlayan önalıcı önlemler depremlerin olumsuz etkilerini önemli ölçüde azaltabilir. Bu önleyici tedbirler imar ve bina yönetmeliklerini, erken uyarı sistemlerini, tahliye planlamasını ve acil durum müdahale stratejilerini kapsıyor. Afetlerin can ve mal kayıpları gibi doğrudan ekonomik etkileri hakkında ayrıntılı bilgiler sağlayan afet modellemesi, tahliye politikaları, bina standartları ve taşkın koruma altyapısı tasarımı hakkında bilgi verebilir. İşletmeler ve hanehalkları da afet etkilerini azaltmak için afete dirençli inşaat teknikleri kullanmak, temel üretim girdileri için yeterli stok bulundurmak ve geniş bir tedarikçi ağı geliştirmek gibi önalıcı önlemler alabilir.
Konu karmaşık ve her afetin yapısı, afet yaşayan ülkenin siyasî, ekonomik, sosyal yapısı farklı, dolayısıyla sonuçlar da öyle! Ancak, bir gerçek var ki, o da hamasetle deprem sonrasında ekonominin düze çıkması imkânsız. Sorumlu bir iktidar ve bilimsel yaklaşımlar yoksa, o depremin enkazı da kolay kolay kalkmıyor.
© 2025 Scrolli. Tüm Hakları Saklıdır. Scrolli Medya A.Ş