Hesaba mı ihtiyacınız var? Üye ol
Türkiye haftalardır 8 yaşındaki Narin Güran'ın katilini arıyor. Narin, Diyarbakır'ın Bağlar ilçesindeki Tavşantepe Mahallesi'nde 21 Ağustos'ta kaybolmuş, cansız bedeni ancak 19 gün sonra bulunabilmişti. Narin'in cesedi 8 Eylül'de köyün yakınındaki Eğertutmaz Deresi'nde bir çuvalın içinde bulundu. Cinayete dair söylenebilecek pek çok detay var. Her şeyden önce katili hâlâ bulunamadı. Soruşturma ve gözaltılar devam ediyor. İnsanı en çok rahatsız eden şeylerden biri de bir köyün ağız birliği yapmışçasına "bir şeyleri gizliyor" izlenimi bırakması.
Peki, Narin'i öldüren ya da cinayetin üstünü örtmeye çalışan karanlığı tarihte nerede aramalıyız? Bunun için Cumhuriyet'in ilk yıllarına, hatta daha da eskiye gitmek gerekiyor. Çünkü Narin'i öldüren karanlık bir anlamda Cumhuriyet'i de boğmuştu. Bu yazıda Narin cinayetini ağalık sistemi üzerinden ele alacağız.
Ağalık sistemi özellikle Osmanlı İmparatorluğu döneminde Anadolu'da ve Doğu bölgelerinde yaygındı. Toprak sahipliği üzerinden kırsal ekonomiyi kontrol eden sosyal bir yapıdan bahsediyoruz. Köylüler genelde köy ve çevresindeki geniş arazilerin sahibi olan ağaların himayesi altında çalışırdı. Ağa, sosyal, ekonomik ve politik açıdan köylüler üzerinde son derece etkiliydi.
Topraklar çoğunlukla Osmanlı'dan miras kalmıştı. Cumhuriyet döneminde ağalık sona ermiş olsa da yer yer biçim değiştirdiğini söylemek mümkün. Çünkü geçmişin ağaları büyük aileler olarak yollarına devam etti. Ağalar sadece ekonomik değil, aynı zamanda sosyal ve politik güçlere de sahipti. Köy içinde bir anlaşmazlık mı var? Devreye girerlerdi. Düğün gibi sosyal etkinliklerde, hatta yerel politikaların belirlenmesinde etkileri büyüktü. Bir olayın devlete yansımaması gerekiyorsa yine son sözü ağa söylerdi.
Cumhuriyet'in ilanı sonrasında Türkiye'deki toprak reformu çalışmaları, bu sistemi kağıt üzerinde sona erdirdi. Ancak özellikle kırsal kesimde sistem varlığını uzun yıllar sürdürdü. Bu yüzden Yeşilçam'ın da önemli konularından biri oldu. Zamanla devletin toprak reformları ve kırsal kalkınma politikalarıyla gücü azaldı. Peki, Türkiye'de ağalık bitti mi?
Bazı kırsal bölgelerde, özellikle geçmişte ağalık sisteminin hüküm sürdüğü yerlerde karşımıza çıkan bir gerçek var. Bölgenin güçlü ve nüfuslu kişileri hâlâ yüz yıl önceki bir ağanın etkisine sahip olabiliyor. Bu yüzden adı belki ağa olmasa da bazı bölgelerde etkileri gözlemleniyor. İşte tam da bu noktada geçmişin karanlığı devreye giriyor. Çünkü o karanlık kötü bir miras. O karanlık yeri geliyor ne Cumhuriyet'i ne devleti ne de hukuku tanıyor.
Tarihte her ağanın baskıcı ya da zalim olduğunu söylemek doğru olmaz; tıpkı bugün her güç sahibinin baskıcı veya zalim olduğunu söylemek gibi. Ancak yapısal olarak adaletsiz ve eşitsiz olduğu için köylülerin çoğu üzerinde baskıcı bir etki yarattığı söylenebilir. Çünkü sistem özellikle ekonomik bağımlılık, sosyal hakların kısıtlanması ve bazı durumlarda fiziksel zulmü doğuruyor. Bölgeden bölgeye, hatta ağadan ağaya değişiklik gösterse de özü böyle oluyor.
Cumhuriyet tarihinde köylünün kalkınmasında ve aydınlanmasında çok önemli bir köşe taşı olan Köy Enstitüleri de toprak ağalarından nasibini almıştı. Enstitüler, özgür düşünme, toplumsal eşitlik gibi değerleri kazandırmayı amaçlıyordu. Ancak bu durum, toprak ağaları ve köylerdeki muhafazakar kesim tarafından tepkiyle karşılandı. Enstitüler, köylerdeki mevcut toplumsal yapıyı değiştireceği için ağaların işlerine gelmedi. Eğitimi kendilerine karşı bir potansiyel olarak gördüler.
Demokrat Parti'nin 1950'de iktidara gelmesi sonrasında enstitüler zaten hedefteydi. DP, Köy Enstitüleri'nin komünizm yanlısı ve sol eğilimli olduğunu iddia ediyordu. DP'nin bu tutumuna toprak ağalarının desteği de eklenmişti. Böylece Cumhuriyet'in köylerde başlattığı aydınlanma hareketi toprak ağalarının da desteğiyle sona ermiş oldu.
Ağa zulmünün Yeşilçam'a konu olduğunu söylemiştik. Meseleye bir kurgudan, Yaşar Kemal'in İnce Memed'inden bakarsak şunu görürüz. Eğer Abdi Ağa olmasaydı, onun zulmü olmasaydı İnce Memed de olmazdı. İnce Memed'i eşkıyalığa sürükleyen şey çaresizlikti. Çünkü ağa dediğin zulmeder, ağa dediğin yeri gelir sevdiğin kızı bile senden alırdı. Kaderini kabul eder ya da ölürdün. Yaşar Kemal ise aksini söyleyen İnce Memed'i yarattı.
Abdi Ağa, İnce Memed'in ilk romanında ölür. Diğer ciltlerde ise yeni ağalar ortaya çıkar. Yaşar Kemal bunlardan bir tanesinin ölümünü neredeyse size resmeder. Canlı bir şekilde ormanın derinliklerinde ağayı ağaca asarlar. Kaçamayacağı şekilde bağlar ve üzerine bal boca ederler. Günlerce arıların taarruzu ile can çekişerek ölür. İnce Memed'ten yılmış olanlar bu cinayeti ona yıkmak ister. Ancak katil İnce Memed değildir. Zaten İnce Memed böyle cani olamaz.
Okuyucu olarak "bu adam ne kadar kötü olursa olsun hiç kimse böyle bir sonu hak etmez" dersiniz. İnsanlığınız tutar. Birkaç sayfa sonra o ağanın öz çocuklarının eşlerine dahi tecavüz eden, insanlara türlü türlü işkenceler yapan biri olduğunu öğrenirsiniz. Ağayı kendi öz evlatları öldürmüştür. Yazar sizi üç dört sayfa önceki sizden utandırır. Çünkü bir anda ağaya yapılan zulmü gözünüzde meşru kılar. Adalet tecelli etmiş gibi gelir.
Şimdi hikayeleri bir kenara bırakalım ve gerçeğe dönelim. Mustafa Kemal Paşa, 9 Eylül 1922'de İzmir geri alındığında en yakınındakilere "şimdi daha büyük bir düşmanımız var" demişti. Gazi, Anadolu'yu pençesine almış geri kalmışlığı kastediyordu. Kalan ömrünü de o geri kalmışlıkla mücadele ederek geçirdi. Cumhuriyet'in en büyük hesabı Atatürk'ün de altını çizdiği cehaletle oldu. Bugün nerede bir cehalet ortaya çıksa Cumhuriyet ile bir hesabı olduğunu görmemiz de ondan.
O yüzden Cumhuriyet'i yer yer boğan, öldürmeye çalışanla, Narin'i öldüren aynı karanlık. Belli ki bir ağa var; herkesin ağız birliği yapmasını, yalan söylemesini ya da susmasını isteyen. Belli ki o ağa tespit edildiğinde bu cinayet çözülecek.
Peki, bize düşen ne? Görünen o ki ne ağalık bitti ne de eşkıyalık. Zaten eşkıyaların çoğu da İnce Memed gibi değildi. Ancak biz elimize silah almadan da İnce Memed gibi olmak zorundayız. Nerede halkına zulmeden, halkını cehalete sürükleyen bir Abdi Ağa varsa, oradaki İnce Memed gibi karşısında durmalıyız. "Ne için?" sorusunun cevabı ise şu sıralar her zamankinden daha net. Narinler için, Narinler ölmesin diye.
Görsel Materyal: Depophotos
Video: AA, Mehmet, My Hawk