0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
0
0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
0
0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
0
%

Toplumun güzellik kıskacında kadın bedeni

Yeme bozuklukları, baskı ve görünmez şiddet

Eylül Barut

Bir stil yarışmasında ünlenen Nihal Candan; yeme bozukluğunun en bilinen türlerinden biri olan  anoreksiya nervoza nedeniyle 30 yaşında yaşamını yitirdi. Küresel olarak ciddi bir sorun hâline gelen bu hastalık, özellikle 10-19 yaş arasındaki genç kızlarda görülüyor. Peki, kadınları kendi bedenlerine karşı bu kadar düşmanlaştıran olgular neler? Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı Canan Güllü’ye göre asıl sebep, “Toplumun kadın bedeni üzerindeki denetiminin güzellik adı altında meşrulaştırılması.”

Yeni yeni anlaşılıyor

Yeme bozukluğu, hayatımıza yeni girmiş bir olgu değil ancak yeni yeni anlaşılabiliyor. Yeme bozuklukları, yalnızca “güzel görünmek” gibi basit nedenlere indirgenmemeli. Uzmanlar, bireyin yaşamında kontrol edebileceği tek alanın yiyecek tüketimi konusu olduğu için kişinin kontrolü bu noktada ele almaya çalıştığına dikkat çekiyor. Bu nedenle, özellikle ergenlik dönemindeki çocukların karşılaştığı duygusal ve psikolojik sorunlar yeme bozukluğu olarak karşımıza çıkıyor.

Yakın dönemde, özellikle COVID-19 gibi hastalıkların yeme bozukluklarını etkilediğine ilişkin veriler bulunuyor. Akranlarla iletişimin azalması, sosyal medyanın yarattığı alternatif gerçeklik ve yalnızlık, her mental bozukluk gibi yeme bozukluklarını da tetikliyor.

Ergenlik döneminde yaygınlaşıyor

Çocukluk dönemindeki yeme bozuklukları; pika sendromu, ruminasyon bozukluğu, kasıtlı/kaçıngan yiyecek alımı bozukluğu olarak sayılabilir. Çocuklarda görülen oyun hamuru, toprak, tebeşir gibi maddelerin olağandan fazla tüketimi yeme bozukluğunun bir göstergesi olabilir. 

Bireyler ergenlik dönemine geldiğinde, bedenlerde oluşan değişimler cinsiyetler arasında farklı tepkilere neden oluyor. Ergenlikte kızlar; vücutlarının yağlanması, regl döngüsünün başlaması gibi değişkenler nedeniyle çoğunlukla özgüven düşüşü yaşıyor. Erkek ergenlerde ise boy uzaması, kas kütlelerinin artması gibi faktörler nedeniyle daha olumlu beden algılarına sahip. Ergenlik döneminde en sık görülen yeme bozuklukları anoreksiya nervoza, bulimia nervoza ve tıkınırcasına yeme bozukluğu. Obezitenin yeme bozukluğu olup olmadığı ise literatürde tartışılıyor. 

Kadınlarda daha fazla görülüyor

2013’te yapılan bir çalışma; anoreksiya ile bulimia nervozanın 10-19 yaş aralığındaki kızlarda yüzde %2-4 oranında görülürken erkeklerde oranın %0.2’ye kadar düştüğünün saptamış. Yapılan başka bir araştırma, ergenlerde yeme bozukluğu yaygınlığı %2.33 iken, kızlarda bu oran %4.03 dolaylarında. Ayrıca, anoreksiya nervoza teşhisi konan kişilerin %75’i ve bulimia nervoza teşhisi konan kişilerin %83’ü 12 ila 25 yaş arasında yer alıyor.

Bunun yanı sıra, kızlar arasında en çok görülen yeme bozukluğu türü anoreksiya iken erkeklerde tıkınırcasına yeme. Ayrıca, eş tanı olarak majör depresyon ve genelleşmiş anksiyete bozukluğunun sık görüldüğü de kaydedilmiş. 

Anoreksiya nervoza; kişinin mevcut yaş, boy ve kilosuna göre sağlıksız derecede düşük kiloda kalma isteği, yeme alımını kısıtlama, kilo alma korkusu ve beden algısında bozulma ile karakterize ciddi bir psikiyatrik bozukluk olarak tanımlanıyor.

Erişilemeyenin güzellenmesi

Yeme bozukluğu, çoğunlukla toplum tarafından inşa ediliyor. Kalıplaşmış güzellik standartları, özellikle kadınlara gerçekçi olmayan koşullar dayatıyor. Sosyal medya aracılığıyla akım hâline getirilen ve önemsizleştirilen paylaşımlar, aslında çok büyük sorunları tetikliyor. Örneğin, “fit olmayı teşvik eden paylaşımlar” olarak bilinen fitspiration akımı, ilk bakışta iyi niyetli görünse de gerçekte bambaşka sorunlara neden oluyor. Genç kızlar, 0 beden olmak uğruna diyetisyen takibi olmadan bu sayfalarda gördükleri sağlıksız diyetleri deniyor, kalıcıya evrilen birçok hasar görüyorlar. Araştırmalar, beden tatminsizliği aşılayan her akımın yeme bozukluğunu tetikleme riski olduğunun altını çiziyor.

Ayrıca, sağlığın da bir sektöre döndürülmesi, alınabilecek önlemlerin bile alınmasını engelliyor. Estetik ameliyatlara tırmanan artış, insanların bedenleriyle barışamadıklarının güzel bir göstergesi olarak karşımıza çıkıyor. Erişilemez olanın güzellenmesi, yeni bir pazar alanı yaratıyor.

‘Tüketilecek bir nesneye indirgemek’

Konuyu Scrolli’ye değerlendiren Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı Canan Güllü, kadınlar üzerindeki kontrollerin nasıl meşrulaştırıldığına değinerek “Toplumun kadın bedeni üzerindeki denetimi, çoğu zaman güzellik adı altında meşrulaştırılır. Genç kızlara küçüklükten itibaren nasıl giyinmeleri, nasıl görünmeleri ve nasıl davranmaları gerektiği öğretilir. ‘Hanım hanımcık ol’, ‘fazla kilo alma’, ‘kendine bak’, ‘şunu giyme dikkat çeker’ gibi ifadelerle başlayan bu denetim, kadının kendi bedeni üzerinde sahip olduğu söz hakkını silikleştirir. Bu durum, kadınların kendi bedenlerini bir ‘proje’ gibi görmelerine yol açar. Bedeni sürekli düzeltilecek, zayıflatılacak, şekillendirilecek bir şey olarak algılayan kadınlar, yaşamlarını estetik operasyonlara, diyet kültürüne ve kendini eksik hissetmeye adar. Oysa bu baskılar, kadını birey değil, tüketilecek bir nesneye indirger” dedi.

Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu Başkanı Canan Güllü

Beden üzerinden belirlenmiş bir hedefin farklı araçlarla kadınlara dayatıldığının altını çizen Güllü, “Kadınlar, yalnızca güzel olmak uğruna değil, var olabilmek için bu kalıplara uymaya çalışırlar. Çünkü iş bulmak, sosyal ilişkilerde kabul görmek, hatta şiddetten kaçınmak bile bazen bu ‘görünüş’e bağlı hâle getirilmiştir. Medyada ideal kadın figürü sürekli olarak zayıf, genç ve ‘bakımlı’ olarak çizildiği sürece, bu görünüş uğruna kendini aç bırakmak da makul görülmeye başlar” diye konuştu.

‘Siyasi ve yapısal bir sorun’

Güllü, bunun aslında sistematik bir şiddet olduğunu vurgulayarak “Her yıl binlerce kadın, sadece ‘ideal’ bedene ulaşmak isterken fiziksel ve ruhsal olarak yıkıma uğruyor. Anoreksiya nedeniyle yaşamını yitiren kadınlar, bu sistemin görünmez kurbanlarıdır. Tüm bu tablo, yalnızca bireysel tercihlerle açıklanamaz. Kadınların bedenlerini kontrol etmeye çalışmaları, sistematik bir toplumsal yapının parçasıdır. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği, kadınları dış görünüşleriyle değerlendiren, onları pasifleştiren ve erkek egemen normlara göre şekillendiren bu sistemi besler” yorumunu yaptı.

Toplumun kadını ve erkeği nasıl gördüğünden bahseden Güllü, “Bir erkeğin kariyer basamaklarını hızla çıkması onun zekâsına atfedilirken, bir kadının aynı başarıyı göstermesi genellikle dış görünüşüyle ilişkilendirilir. Medyada, iş yaşamında ve sosyal hayatta kadının değeri çoğu zaman ‘nasıl göründüğüyle’ ölçülür. İşte bu yüzden, güzellik baskısı bir kozmetik meselesi değil, siyasi ve yapısal bir sorundur. Kadınların bedenlerine yönelik bu tahakküm, ancak farkındalıkla ve örgütlü mücadeleyle sona erdirilebilir. Medya okuryazarlığı, genç kızlara bedenleriyle barışık olmayı öğretmek, güzellik normlarını sorgulamak ve toplumsal cinsiyet eşitliğini her alanda savunmak bu mücadelenin temel taşlarıdır. Bu konuda farkındalık çok önemlidir. Zihniyet değişimi için örgütlü mücadeleye devam etmek gerekir” dedi.