Basınımızın “Altan Ağabeyi”ni, Altan Öymen’i kaybettik…
Ardından ne yazılsa ne söylense eksik kalacak. Siyaset arenasında nezaketi ile herkese örnek oldu, medyada temas ettiği herkese tecrübesini aktardı, titizliği ile gazetecilikte bir idoldü.
Kutuplara ayrışmış, siyasi saiklerle komşuluk hukukunu dahi yok saymaya namzet, “öteki”ye karşı nefretin tavan yaptığı bir Türkiye’de yaşıyoruz. Her ne kadar zedelense de bu ülkeyi bir arada tutan değerler var. Yaşarken onların varlığının değerini belki bilmiyoruz ama kayıpları hepimizi birbirimize hatırlatıyor, bağlıyor.
Altan Öymen öyle bir insandı.
Cumhuriyet eğer faziletse, Altan Bey o fazileti kalbinin en güzel yerinde yaşayan, o idealden en çok ilham alan, onu en ileriye götürmek isteyen insanlardan birisiydi.
Yaklaşık 1,5 yıl önce eşi Aysel Hanım’ı kaybetti. Bu kayıp, Altan Bey’i derinden etkiledi. Ama hiçbir zaman hayata küsmedi.
Altan Bey ile 1950’li yıllardan başlayan gazetecilik serüvenini, siyasetle buluşmasını, ilk gözaltına alınışını, Adnan Menderes’in liderliğindeki otoriter Demokrat Parti yönetiminde ilan edilen Tahkikat Komisyonu’nu, öncüsü olduğu 555K’yi, 27 Mayıs’ın ardından yaşananları, 68 Gençliği’ni, Deniz Gezmiş’leri kurtarma çabasını ve birçok şeyi konuşmak, tüm bunları kaydetmek için birkaç ay önce bir aradaydık.
İlk buluşmamız değildi.
BirGün gazetesinde görev yaparken Atahan Ünal’ın kendisiyle gerçekleştirdiği ve Doğan Kitap tarafından yayımlanan “Kuşaklar Arası” kitabı üzerine söyleşi yapmak için kendisinden randevu istemiştim. Yaşı biraz ilerlediği için onu yormamak ve mümkünse evine gitmek istemiştim.
Meğerse o hepimizden gençmiş…
Kendisi BirGün’ü çok sevdiğini, gazeteye gelip ekiple tanışmak istediğini söyledi. Ve geldi… Stüdyoda, söyleşide geçirdiğimiz vakitten çoğunu “gazetenin mutfağında” geçirdik.
Sayısız habere imza atan, birçok gazetenin kuruluşunda veya yönetiminde yer alan, ANKA gibi basın tarihimizin en nadide ajanslarından birisini kuran ama hiçbir zaman muhabirlik ruhunu kaybetmeyen efsane Altan Öymen, severek okuduğu gazetemizin içinde olmaktan, genç muhabir arkadaşlarımızla tanışmaktan çok memnundu.
Unutulmayacak bir söyleşi gerçekleştirdik.
O gün aklıma bir fikir düşmüştü. Sayın Atahan Ünal’ın muazzam kitabı “Kuşaklar Arası” kitabının bir kısmını video-belgesel olarak çekmeyi kafama koymuştum. Yıllar yılları kovaladı, hayatın hayhuyu -her zaman olduğu gibi- bana da birtakım aşılması gereken engeller çıkardı. Ve bu fikir aklımın küçük bir odasında uykuya yattı.
Ta ki, kıymetli yazar dostum Elif Akpolat ile tanışana kadar… Altan Bey ile buluşmamızın ikinci faslı burada başlıyordu. Elif Akpolat vesilesiyle Altan Öymen’in hayat hikayesini, onun tanıklık ettiği yakın siyasi tarihi not düşmek için kolları sıvadık.
Altan Bey ile uzun sayılabilecek söyleşiler yaptık. Niyetimiz bir belgesel-film üretmekti.
Kimi zaman soracağım soruları unutuyor, Altan Bey’in hiçbir şeyi ıskalamayan o berrak zihninden süzülen anılarda yolculuk yapıyordum. Kimi zaman ise Altan Bey, tarihiyle, günüyle hatırladığı olayın, bir de saatini söylemek için kitaplara, arşivlere dalardı. Onu öyle izlemek bile büyük bir dersti.
Kronolojik olarak hiçbir şeyi ıskalamak istemezdi. Çünkü ona göre; sebepler ile sonuçlar arasındaki süreç, o en küçük saniyelerde şekillenebilirdi. Titizliği, arşivciliği, olaylara rasyonel yaklaşımı birkaç senelik dersten daha öğreticiydi.
Altan Bey ile söyleşilerimiz başlamadan önce uzun uzun çay içer, 19 Mart Operasyonları’nı konuşurduk. CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in söylediği gibi Altan Bey tatlıyı çok severdi.
Elif Akpolat’ın ona getirdiği kurabiyelere bayılırdı. “Ev sahibi, misafirden fazla yemez” deyip kurabiyeleri önce bize yedirir, ardından kendisi keyifle midesine indirirdi.
İlerleyen yaşı onu birtakım kurallar ve yasaklarla karşılamıştı. Ama o kendisini ziyaret edenlere önce bir kıssa, sonra bir fıkra anlatır ve tatlı konusunda tüm yasakları aşardı. Kıvrak zekası en ufak beşeri ilişkilerde bile kendisini gösterirdi. Belirtmemek olmaz; Altan Bey başından şapkasını da eksik etmezdi. Üşütmemek için elinden geleni yapardı.
Kızı Aslı Öymen’in dediği gibi “bir virüse” kaybettik Altan Bey’i…
Bu biraz kişisel bir veda yazısı.
Altan Bey’in bende bıraktığı büyük bir emanet var. Onunla sohbetlerimiz, çekimlerimiz… Hastanedeki son günlerinde bile yazacağı kitapları düşünen bir ustanın belki de çırağına verebileceği en son hediye…
Teşekkürden önce Altan Bey ile konuştuğumuz birkaç konuyu not düşmemek olmaz. Bunlar da çekimlerimizde yer almıştı…
- Bülent Ecevit ile 1950’lerde Ulus gazetesinde birlikte muhabirlik yaparken Ankara’da kışın iş çıkışı Ulus Meydanı’ndan Bahçelievler’e kadar kar altında yürüyerek eve gitmişler… Ecevit, üşüyen Altan Bey’e “karda yürümek sağlığa ne kadar faydalı” demiş ve bununla ilgili hikayeler anlatmış. Parasızlıktan taksi tutamadıkları günlerin dostluğu bir ömür sürmüş...
- Haldun Taner ile dostluğu özel bir yere sahipti. Altan Bey, Ankara’da gazetecilik yaparken sık sık İstanbul’a gelirmiş. 1950’lerin sonlarında ona İstanbul’u gezdiren Haldun Taner ve yazar Mehmet Kemal’miş.
- Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan için verdiği mücadeleyi ve o mücadelenin bedelini ödediğini de herhalde bu yazıyı okuyan çoğunluk biliyordur.
Teşekkürler Altan Ağabey… Teşekkürler Altan Bey… Hiçbir zaman unutulmayacaksınız. Biliyorum ki, giderken birçok kişiye “hakikat” ortaya çıksın diye çeşitli emanetler bıraktınız.
Size veda etmek çok zor olsa da payıma düşene sıkı sıkı sarıldım. Ve eminim ki herkes de böyle düşünüyor.

© 2025 Scrolli. Tüm Hakları Saklıdır. Scrolli Medya A.Ş
