0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
0
0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
0
0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
0
%

1923’te kurulan ‘Cumhuriyet’e ne oldu?

Özel söyleşi: Kemal Okuyan, Haluk Hepkon

Söyleşi: Sercan Meriç

Yazar Haluk Hepkon, Türkiye Komünist Partisi (TKP) Genel Sekreteri Kemal Okuyan ile söyleşilerini kapsayan “Cumhuriyet ve Komünistler” başlıklı bir kitap hazırladı. Kırmızı Kedi’nin yayımladığı kitapta, TKP için cumhuriyetin anlamı, Mustafa Kemal Atatürk’e ve devrimlerine bakışı irdeleniyor. Pek çok tarihi konuyu da kapsayan kitap kısa sürede büyük ilgi görürken, Okuyan ve Hepkon, “Cumhuriyet ve Komünistler”i  Scrolli’ye anlattı…

Nedir “Cumhuriyet” mefhumu komünistler için? Komünistler Cumhuriyet kavramına nasıl bakmalı, nasıl yaklaşmalı?

Kemal Okuyan: Her dönemin öne çıkardığı sorunlar olur. Belki bundan 30 yıl önce sorulsaydı bu soru, “O kadar da önemli bir mesele değil” denilebilirdi. Şimdi insanlık, özellikle Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra, ama bizde 10 yıl önce başladı bu karşı-devrim süreci; 12 Eylül dönemiyle beraber, kesintisiz bir karanlık var. Ve o karanlık, yalnızca bugünü değil, geçmişi de kurcalıyor. Zaten her zaman böyledir. Geçmiş kazanımları ortadan kaldırmak Cumhuriyet’in, işçi sınıfının, kadınların kazanımlarını yok etmek. Ama bunun ötesinde, geleceği de etkileyen bir boyutu var. Çünkü eninde sonunda insanlık mücadele ederken tarihsel referanslardan kuvvet alıyor. Sadece kültürel-politik bir olgudan söz etmiyorum; toplumsal enerji açısından da geçmişe yaslanmak gerekiyor. Böyle olunca, 100 yıl önce eleştirdiğimiz, aşılması gerektiğini söylediğimiz ya da bugünden baktığımızda “artık oradaki çizgi yeterli değil” dediğimiz bir ilerici ya da devrimci hamle ortadan kalkınca, geleceğe dönük enerjimizde bir eksilme ortaya çıkıyor. Bu son derece önemli bir olgu. Dolayısıyla Cumhuriyet konusu—ki Cumhuriyete ağır bir saldırı yaşadık ve bu saldırı hâlâ devam ediyor—bize göre 1923’te kurulan Cumhuriyet’i ortadan kaldırdılar. Operasyon bitti; yerine bir şey koymakta zorlanıyorlar. Şu andaki çabaları da bu. Bir yandan bugünü ve yarını kurtarmaya, kazanmaya çalışırken, geçmiş için de mücadele ediyoruz. O yüzden Cumhuriyet kavramı dünyada en fazla Fransız Devrimi ile gündeme geldi; en radikal biçimiyle Fransız Devrimi’nde tartışıldı. Ama tüm dünyada aşındı.

Kitapta da belirttiğiniz gibi, burjuvazi dünyanın her yerinde Cumhuriyet’le kavgalı. Trump’ın partisi Cumhuriyetçi Parti ama Cumhuriyet fikriyle sürekli kavga ediyor; bu yalnızca Türkiye’ye özgü bir mesele değil…

ABD emperyalist bir ülke; oradaki sosyoekonomik sistemin savunulacak bir yanı yok. Ama Cumhuriyet, insanlık için önemli bir kazanımdı. Bu ABD için de, Fransa için de, Türkiye için de geçerli. İspanya’da Cumhuriyetçiler iç savaşta faşistlere karşı mücadele etti; Cumhuriyet değerli bir olgu. Şimdi elden gidiyor ya da başkalaşıyor. Dünyada böyle bir eğilim var. Fransa’ya dönelim: Macron, bir Cumhuriyet’in tepesinde oturan biri görüntüsü vermiyor; toplumun tepesinde kişisel kararlarla ülkeyi yönetiyor. Bu, bütün dünyada, Türkiye’de de böyle. Biz ise Cumhuriyet’i, sosyalist Cumhuriyet idealimizi kuracaksak, geçmişimizin kazanımlarından feyz alacağız. Çünkü onlar bu topraklarda yaşanmış olgular ve bu kadar ağır tahribatı aşmış, toplumda hâlâ muazzam bir enerji yaratıyor. Bu enerjiyi değerlendirmek istiyorsak Cumhuriyet çok önemli bir referans noktası. AKP iktidarı bize bu gerçeği hatırlattı. Şimdi yerine yeni bir şey koymaya çalışıyorlar.

Son zamanlarda iktidara yakın bazı kalemlerin, “Türkiye yeni bir sisteme, yeni bir paradigmaya geçti; neredeyse seçimli sistem ilga edildi” biçiminde yorumları var. Türkiye o rotada mı?

Bir bölümü temelsiz, abartılı; “güç zehirlenmesi”yle ilgili. Ama dikkate almamız gereken unsurlar da var. Bunlardan biri “imparatorluk özlemi.” Yeni Osmanlıcılık diye yıllar önce adlandırdığımız eğilim, şimdi yaygın kullanıma girdi. Osmanlı’nın bir ulus devlet değil, imparatorluk olması, sınır genişletirken o coğrafyanın rengini kendine katması—o dönemde ilericiydi; sonra çürüdü. Şimdi buna öykünenler var. Anadolu’da Türk kimliği güçlendi, ama coğrafyamızda Kürtler, Araplar var. Yeniden bir yayılma iddiası, Kürtlere hamilik, Araplara yönelik bir hamilik gibi denemeler… Filistinlilerin yerleştirilmesi tartışılıyor; pazarlıkları yapılıyor. Demek ki genişleme ve sınırları belirsizleştirme eğilimi var. Buna, Neo-İttihatçılık diyebileceğimiz bir yaklaşım eşlik ediyor. AKP çizgisini yalnızca İslamcılar değil, böyle bir kesim de savunuyor. İttihatçılık çok farklı anlamlarda kullanılır. 1908 devrimciliği bizim devrimciliğimizin parçasıdır, ama Osmanlı’nın sınır genişletme iddiasını taşıyan İttihatçılık, milli mücadele fırsatlarını küçümsemeyen bir perspektif var.

Mustafa Kemal, yayılmacı paşaların Kafkasya’yı ele geçirme hedefinden uzak durdu; Sovyetler Birliği ile ittifak kurdu. Şimdi AKP’nin geleneksel İslamcı ekolüyle yeni İttihatçı ve seküler bürokrasi arasında bir ittifak var. Elbette buna karşı çıkan düzen siyasetindeki unsurlar da var. Bu yüzden Cumhuriyet daha da önem kazanıyor: Sınırların değişmezliğini savunmak zorundayız. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra sınırlar değiştirilmeye yönelik çabalar başladı. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinin dışında, sınırlarını savunmak zorundayız. Bu güvenlik, siyasi, kültürel, ahlaki bir zorunluluk. Neo-Osmanlıcı yayılmacılık hayaliyle hareket edenler yüzünden Türkiye büyük bir yıkıma uğrayabilir.

Solun Cumhuriyet’e bakışıyla ilgili kitapta çok önemli bölümler var. Bazı fraksiyonlar Cumhuriyet fikrine küçümser bir tonda yaklaşıyor; başka çizgiler yayılmacılığı savunuyor. Tarihsel olarak sol içinde bu konular nasıl ele alınıyordu?

12 Eylül öncesinde bu mesele farklıydı. Ulusal kurtuluş mücadelesinin kazanımları vardı; ötesine geçme fikri yaygındı. Bayrakla ilgili garip tutum ise 12 Eylül sonrası bir devlet operasyonuydu: İstiklal Marşı dinletilerek, bayrakla dövülerek insanlara işkence uygulandı. İnsanlarda “Bu ülke benim değildir” duygusu yayıldı. Ayrıca Kürt Ulusal Hareketi, 12 Eylül’ün en baskıcı döneminde patladı. Önce Kürt devrimciler Türkiye devrimci hareketinin bir parçasıydı; sonra ilişki tersine döndü. Güç açısından asimetri ortaya çıktı. TKP, bu problemli ilişkiyi aşmaya, normalleştirmeye çalışıyor; zaman zaman şok tedavisi uyguluyor.

Son diz çökme eylemleriniz de böyle mi?

Kurtuluş Savaşı kahramanlarına yönelik bir eylemdi onlar… Bazıları “Bu meseleler popüler oldu, o yüzden TKP bunu yapıyor” dedi ama popülerlik meselesi değil. Bu bir tarihsel normalleşme; ileriye doğru hamlelerle kavga ederek devrimcilik yapılamaz. Tarihimize saygı duyuyoruz, ama Kemalizmle AKP uzlaşamaz. Mustafa Kemal’e saygı göstermek Kemalist olmak demek değildir.

****

Okuyan’la söyleşi yaparak, “Cumhuriyet ve Komünistler” kitabını hazırlayan  yayıncı Haluk Hepkon ise söyleşimizde, kitabı hazırlamasında, TKP’nin, Cumhuriyet ve Atatürk’e saygılı yaklaşımının etkili olduğunu vurgulayarak, kitabı “ezber bozmak” için hazırladıklarını söylüyor.

Hepkon, 1980 sonrası solda, Cumhuriyet Devrimi’ne karşı, mesafe ve karşıtlık kuran bir ezber oluştuğunu belirtirken, “Cumhuriyeti savunan toplumsal kesimlerin “sol olmadan cumhuriyet de olmaz” gerçeğini anlamaları gerekiyor. “Cumhuriyet ve Komünistler”i hazırlarken, kitabın bu noktada işe yaramasını, solun ve cumhuriyetçi kesimlerin birbirlerini tanıyıp, bir araya gelmelerine katkıda bulunmayı amaçladık” diyor.

Hepkon’un sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:

Haluk Bey, bu kitabı hazırlama fikri sizin için nasıl doğdu?

Haluk Hepkon: “Cumhuriyet ve Komünistler” kitabını hazırlama fikri TKP’nin “CHP ve Kürt siyasetinden uzaklaşamamış Türkiye soluyla ilişkimizi kesiyoruz” açıklamasıyla doğdu. TKP kuşkusuz bundan önce de Cumhuriyet Devrimi’ne sahip çıkıyor, Atatürk’e saygılı bir biçimde yaklaşıyor, eylemlerinde Türk bayrağını bulunduruyordu ama bu açıklama söz konusu tavırlarda daha da ileri ve geri dönülmez bir konumlanışı ifade ediyordu. Bu açıklamayı okuduktan sonra TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan ile konuşup, böyle bir kitap hazırlamaya karar verdik. Kırmızı Kedi Yayınevi olarak bu tavra çok önem verdiğimizi göstermek için kitabın hazırlanması işini gönüllü olarak üstlendim.

Bu kitap ile siz hem kişisel olarak hem de yayınevi olarak neyi amaçladınız?

Bu kitapla aslında iki ezber bozmak istedik. Bunlardan birincisi solda etkili olan Cumhuriyet Devrimi’ne mesafeli durma ezberidir. Bu ezber aslında yeni bir ezber. 1980 öncesi solda hakim bakış Cumhuriyet Devrimi’nin önemini ve devrimci içeriğini anlıyordu. 12 Eylül sonrası Türkiye’de yaşanan ağır koşullar ve dünyada atağa geçen neoliberalizm, sola yeni bir ezber dayattı. Buna göre bütün olumsuzlukların ve kötülüklerin nedeni devlet ve özellikle de Cumhuriyet Devrimi idi. Burada altını çizmek istediğim bir olgu var. Söz konusu devlet karşıtlığı devleti ezen sınıfların bir aygıtı olarak gören marksist bir eleştiriden kaynaklanmıyordu. Esas düşmanlık cumhuriyete karşıydı. Nitekim bu ezberden etkilenen gruplar, zamanla cumhuriyet karşıtlarının eline geçen devlet aygıtıyla işbirliği yapmaktan hiç çekinmediler. Kürt açılımları ya da “Yetmez ama Evet” kampanyası esnasında var olan devlet aygıtının emrine kolayca girdiler.

Bahsi geçen ezberin esas hedefi Türkiye’yi yeniden şekillendirirken solla cumhuriyetçi kesimlerin irtibatını kesmekti. Bozmak istediğimiz ikinci ezber ise cumhuriyetçi kesimlerde sola karşı var olan ezberdi. Bunun ideolojik köklerini Soğuk Savaş esnasında yürütülen antikomünizm kampanyalarına kadar sürmek mümkündür. 80’li yıllar sonrasında estirilen neoliberal rüzgarlar burada da etkili olmuştu. Büyük Ortadoğu Projesi gibi emperyalist planlar gereği Türkiye’nin şekil değiştirmesi isteniyordu. Bunun en güvenilir yolu, demin de söylediğimiz gibi, solla cumhuriyete sahip çıkacak geniş kesimlerin irtibatının koparılmasıydı. Neoliberalizmin ve emperyalizmin hizmetine giren sağ, çeşitli sol akımlar ve bölücülük zaten kullanıma hazırdı. Devlet ve Batı tarafından yürütülen anti-emperyalist sol karşıtlığı geniş halk kitleleri içinde sola karşı bir güvensizlik ve önyargı yarattı. Oysa Türkiye’nin içinde olduğu karanlık tablo Batı ve onun emrindeki sağ iktidarların yaptıklarının sonucu oluşmuştu. Cumhuriyeti savunan toplumsal kesimlerin “sol olmadan cumhuriyet de olmaz” gerçeğini anlamaları gerekiyor. “Cumhuriyet ve Komünistler”i hazırlarken, kitabın bu noktada işe yaramasını, solun ve cumhuriyetçi kesimlerin birbirlerini tanıyıp, bir araya gelmelerine katkıda bulunmayı amaçladık.

Nasıl bir misyon tarif edersiniz yayınevinizle ilgili?

Kırmızı Kedi’nin halk içerisinde tanınmasını ve sevilmesini sağlayan en önemli şeylerden biri kuşkusuz kumpaslar esnasında aldığı kararlı tutumdu. Bugün geldiğimiz noktada gayet net bir biçimde söz konusu kumpasların yukarıda da bahsettiğimiz Cumhuriyet Devrimi’nin kökünü kazıma ve Türkiye’yi yeniden şekillendirme operasyonunun bir parçası olduğunu görüyoruz. Bu operasyon günümüzde farklı ellerde ve biçimlerde sürüyor. Maalesef gelinen noktada ülkemizde Batı’ya, ABD’ye ve NATO’ya teslim olan sadece iktidar değil. Muhalefetin de bu karanlık çizgiye sahiplendiğini görüyoruz. AKP’ye “Ben daha Amerikancıyım, NATO’yu daha iyi savunuyorum” diye muhalefet edilemez. Türkiye büyük bir kaosun, bölünmenin ve karanlık bir uçurumun kıyısındadır. Bunun nedeniyse kabaca Demokrat Parti döneminden beri Batı’nın Türkiye’de dayattığı politikalardır. Türkiye bu uçuruma düşmekten “daha modern görünümlü” Batıcılar sayesinde kurtulamaz. Bu yüzden cumhuriyete sahip çıkmak isteyen herkes toplumumuzda derin kökleri olan solla irtibata geçmelidir. Cumhuriyet Devrimi’ne sahip çıkmayan bir sol Türkiye’de devrimcilik yapamaz, sadece saray soytarısı olur.Tıpkı solla birleşmeyen, solla birleşmeden ülkeyi kurtaramayacağını anlamaktan aciz bir cumhuriyetçilik gibi… Türkiye’nin tek kurtuluş yolu bu iki ana akımın yan yana durmasından geçmektedir. Aksi halde çağlar boyunca hatırlanacak bir trajedi ve toplumsal çöküş kaçınılmaz demektir.