Blog
Explore the latest trends, techniques, and tips to enhance your blogging skills and engage readers more effectively.

Bir pop yıldızının fanları ile bir siyasi hareketin seçmenlerinin aynı davranış modeline sahip olduğunu söylesem, muhtemelen abarttığımı düşünürdünüz. Ama, değil. Algoritmaların yönettiği öfke ekonomisinde Taylor Swift fanları ve MAGA (Make America Great Again) hareketinin seçmenleri birbirine sandığımızdan daha çok benziyor.
Oxford bu yılın kelimesini 'Rage Bait' olarak belirledi. Türkçeye tam bir karşılık bulmak zor, ama “öfke tetikleyici içerik” diyebiliriz. Dijital platformlarda giderek yaygınlaşan rage bait, algoritmalar tarafından tespit ediliyor, daha fazla kişiye gösteriliyor ve hızla yayılıyor. Çünkü platformlar en hızlı yayılan duygunun öfke olduğuna karar verdi, ve araştırmalar da bunu destekliyor.

Platformlar özelinde bakalım: Instagram’ın comment velocity (yorum hızlanması) metriği, kavgaya dönüşen gönderileri yukarı taşıyor. TikTok’ta tartışma çıkaran videolar ikinci ve üçüncü kitlelere daha hızlı ulaşıyor. X’te (eski Twitter) aynı şekildeki içeriklerin retweet’leri artıyor ve yorumlar çoğaldıkça görüntülenmeler fırlıyor. YouTube’ta ise izleme süreleri, yorum sayısı ile doğru orantılı olarak artıyor. Aslında dehşet bir duygu yarışının içindeyiz; bu süreçte markalar, popstarlar ya da siyasetçiler de aynı algoritmayı beslemeye çalışıyor.
Rage hook kullanımı, özellikle influencer içeriklerinde açılışlarda ya da video kapaklarında da kendini gösteriyor: “Bu artık saçmalık”, “Bunu bir tek ben mi savunacağım?” gibi ifadeler doğrudan kullanıcıyı harekete geçiriyor. Bunlar aslında bilinçli tuzaklar; algoritma, tepkiyi ölçüyor ve görünürlüğü buna göre artırıyor. Sonuç olarak kitle, markayı veya siyasetçiyi savunan mikro bir topluluğa dönüşüyor. Algoritma da savunma–saldırı etkileşimini ödüllendiriyor. Tartışmalar büyüyor, öfke sosyal medya eliyle doğrudan performatif bir değere dönüşüyor.
Fakat şimdi size kötü bir haber: Hepiniz manipüle ediliyorsunuz. Hele bazı markalar bunu profesyonel anlamda çözmüş durumda. Psikolojik altyapınızı çözen markaların çoğunluğu Rage-optimized marketing (Öfkenin optimize edildiği pazarlama) süreçlerine ağırlık veriyor.

Örneğin; Taylor Swift fanları, internetin en organize topluluklarından biri. Herkesin kafasında “Bu pop yıldızı neden bu kadar iyi?” sorusu var. Halbuki olay tek bir kişiden ibaret değil. Fan toplulukları kendi esprileri, ritüelleri, teorileri ile hareket ediyor. Daha önce sadece siyasi veya sosyal sorumluluk alanlarında gözlemlediğimiz kabileleşme modeli, burada kültürel bir aidiyet üzerinden şekilleniyor. Swift’in turları aracılığıyla şehir ekonomilerini canlandırdığına dair söylemler de bu toplulukların ekonomik etkisini gösteriyor.
MAGA seçmeni de politik bir versiyon olarak bu alanda öne çıkıyor. Lider etrafında kurulan duygusal sadakat, eleştirileri dış saldırı olarak algılama, “biz” ve “onlar” ayrımının keskinleşmesi, düşman yaratımı… Bunlar tesadüfi değil. Algoritmalar, bu davranışları tırmandırdığı için kitlenin dili giderek daha öfkeli, keskin ve performatif hâle geliyor. Farklı kültürler veya konular, aynı altyapıda birleşiyor: Ödüllendirilen öfke döngüsü.
Markalar esasen bu işin asıl ustaları. Ryanair bunun güncel örneği. Şirket, yüksek kârlılığını yalnızca bilet fiyatlarından değil dijital strateji ile kazandı. İletişimleri adeta profesyonelce yönetilen bir troll hesabı gibi: Provokasyon, yanlış anlaşılma, alay, kışkırtma… Hepsi metin ve görsel ekseninde planlı. Ryanair, temelde fiyat indirimi yapmaktansa, öfke üretecek içerik mühendisliğini tercih ediyor. Siyasi iletişimdeki micro-provocation tekniklerinin ticari versiyonu bu. Marka, kendi ürününe 'laf sokan' meme’ler yaratıyor ve bu iletişim stratejisine güveniyor.
Taylor Swift fan davranışları, MAGA seçmen davranışları ve Ryanair marka davranışını üst üste koyduğumuzda ortaya bir soru çıkıyor: Artık herkes aynı duygusal altyapı için mi rekabet ediyor? Cevap net: Evet. Platform ekonomisi, tüm aktörleri (markalar, siyasetçiler, influencerlar, sosyal hareketler) daha fazla görünürlük için duygusal mühendisliklere zorluyor. Bu yüzden markalar gittikçe daha politik bir dil kullanmaya başlıyor ve siyasetçiler markalara benzer kampanya stratejilerine yöneliyor. Bu nedenle günümüzde tüketici sadakati ile seçmen sadakati arasındaki çizgi bulanıklaştı. Kullanıcılar daimi olarak öfke, sadakat ve görünürlük üçgeninde ödül peşinde koşuyor.

Farz edelim; Caravaggio şu anda yaşasaydı, bir ressam olarak sanatının değeri ile mi ünlü olurdu, yoksa TikTok’ta hızlıca popüler mi olurdu? Bu noktada derinlikli şekilde düşünmek gerekiyor. 17. yüzyılın kontrast ustası, ışık ve karanlığı öyle dramatik bir şekilde kullanıyordu ki, toplumsal normlara sataşıyor, rahatsız edici görüntüleri ortaya koyuyor ve izleyicide güçlü bir duygu yaratıyordu. Ortaya çıkardığı ışığın karanlıktan yükseldiğini düşünüyordu. Aslında bugünplatformlar da benzer bir şekilde çalışıyor: Karanlıktan, yani öfkeden, görünürlük ve etkileşim ışığı çıkarıyorlar. Dijital çağın erken dönem rage bait örneği işte burada başlıyor: Dramatik kontrast, provokasyon, dikkat çekme ve viral etki.
Öfkenin görünürlük getirdiği ortamda, dozu ne olmalı sorusu ise sosyolojik bir sorun. Markalar ve siyasetçiler kaderlerini nasıl bir geleceğe bağlıyor? Gerçekte ne kaybediyoruz, ne kazanıyoruz? Markaların troll gibi davranması ve bir denge tutturması tüketici için eğlenceli olabilir, aidiyet üretebilir; ancak aynı mekanizma siyasi alanda çalıştırıldığında sonuç pek eğlenceli olmayabiliyor: Kutuplaşma, epistemik kopuş, ortak gerçekliğin kaybı ve demokrasinin aşınması... Büyük teknoloji şirketleri ve hükümetler, bu manipülasyon denklemini kontrol altına almak için sürekli pazarlık ve çatışma hâlinde. Rage bait, yılın kelimesi olabilir; ama ekmek yenen alan hâlâ çok geniş ve kısa vadede kazananlar belirgin.
Sonuçta, Taylor Swift ve MAGA seçmeni, Ryanair ve influencer toplulukları, hatta sanat tarihinin kontrast ustaları… Hepsi aynı dijital ekonomi mantığında hareket ediyor: öfke, tartışma, provokasyon ve performans, görünürlük ve sadakat ile ödüllendiriliyor. Ödül sistemi, platformların algoritmalarında kodlanmış; kontrolsüz bir şekilde yayılıyor ve her aktör şimdilik buna adapte olmak zorunda. İşte bunun için yılın kelimesi Rage Bait.
Belki de en çarpıcı gerçek şu: Duygusal altyapı artık rekabetin merkezi. Siyasi hareketler, kültürel topluluklar, markalar ve influencerlar; hepsi algoritmanın belirlediği kurallara göre birbirini test ediyor. Ve biz izliyoruz; kimi zaman eğleniyoruz, kimi zaman öfkeleniyoruz. Ama her tepki, algoritmik ekonominin dişlilerini daha da hızlandırıyor. Peki öfke ekonomisinin bir çatısı var mı? Bunu hep birlikte göreceğiz.
Asla spam email atmayacağız.
Neler bulacaksın 👇
10+ haftanın gündemi
2+ yaşam seçkisi
1+ Scrolli'de öne çıkanlar
