Pazarlamanın gücü

Formula 1’in yükselişi nasıl başladı?

Alara AI fotoğrafı
Alara AI sizin için özetliyor

Emre Can Gökboğa
19 Nisan, 2024

Bahreyn’den Monaco’ya, Miami’den Abu Dabi’ye dünyanın farklı bölgelerinde yarış pistleri, devasa donanıma ve hıza sahip araçlar ve onları kullanan hız tutkunu pilotlar;  Formula 1 (F1) heyecanı, son dönemde motor sporlarına ilgi duyanlarla birlikte geniş bir kitleyi de etkisi altına almış durumda.

F1’in son dönemdeki yükselişi, Liberty Media’nın 2017 yılında organizasyonu satın almasıyla başladı. Ana akım sporlara oranla niş bir spor kitlesine hitap eden F1, kısa zamanda toplam spor kitlesini de içine alan bir hale büründü.

Çin Grand Prix, 2019

‘Motor sporu’nun başlangıcı… 

Bu pazarlama yolculuğunu daha iyi anlamak için, tarihin tozlu sayfalarında kısa bir tur atacağız. F1 tarihine baktığımızda, 1894 yılında dönemin otomobilleriyle Fransa'nın küçük kasabaları arasında yapılan mini ‘’Grand Prix’’ yarışlarına dönmemiz gerekiyor. Bu mini lokal yarışlar, 1918’den sonra Avrupa Grand Prix motor yarışlarıyla bugünkü F1’in temelini atmıştı. Birinci Dünya Savaşı’nın bitişinin ardından savaşın olumsuz etkileri sürerken; gittikçe popülerleşen bu motor sporu dönemin Avrupalısının alternatif aktivitelerinden biri haline gelmişti. 


AI destekli haftalık haber özeti, her pazar e-posta kutunda

* zorunlu alan
İletişim izinlerinizi dilediğiniz zaman güncelleyebilirsiniz

Fransa’nın ardından Amerika ve İtalya’da düzenlenmeye başlayan Grand Prix yarışlarıyla Fransa’yı ve kıtayı aşan Formula 1, yavaş yavaş küresel bir boyuta evrilecekti.  İlerleyen yıllarda İngiltere ve İspanya Grand Prix’leri de yapılacaktı.

Targa Florio Grand Prix, 1922

Yarışa savaş molası 

Henüz birinci dünya savaşının yıkımının etkileri ve toparlanma süreci devam ederken, 1939 yılına gelindiğinde İkinci Dünya Savaşı başladı. Savaş yorgunu ülkeler, 20 yıl sonra bitik halde yeniden bir dünya savaşının girdabındaydı. Ülkeler arası büyük bir yarış organizasyonuna dönüşen Avrupa Grand Prix’ine savaş nedeniyle, ne kadar süreceği muamma bir ara verildi.

1945 yılında, İkinci Dünya Savaşı ardında büyük bir yıkım bırakarak sona erdi. Ancak bu kez de dünyada ‘Soğuk Savaş’ perdesi açılmış, Doğu ve Batı bloku olmak üzere iki ana kamp oluşmuştu. F1’in akıbeti, nihayet savaşın bitiminden 5 yıl sonra, yani 1950’de netleşebildi. 

Dünya Şampiyonası

F1’in dönüşü yeni bir vizyona dayanacaktı. FIA (Uluslararası Otomobil Federasyonu) F1’i yeni kurallar bütünüyle ‘Dünya Şampiyonası’ organizasyonuna taşıdı. Bu motor sporlarında yapılan büyük bir devrimdi. F1’in bugünlere ulaşan macerasında en büyük adım bu kararla birlikte 1950 yılında atılmış oldu.

Britanya, Monaco, Indıanapolis, İsviçre, Belçika, Fransa ve İtalya Grand Prix’inden oluşan F1’in ilk Dünya Şampiyonası’nın kazananı Alfa Romeo’nun aracıyla İtalyan pilot Giuseppe Farina oldu. F1’in efsane tarih sayfalarında ilk sırada yer alan Giuseppe Farina’yı, yıllar geçtikçe Juan Manuel Fangio, Alain Prost, Michael Schumacher gibi efsane isimler takip edecekti.

(Giuseppe Farina, ilk Formula 1 dünya şampiyonası yarışı olan Britanya Grand Prix'sindeki zaferi kutluyor, Mayıs 1950)

Dönüşüm zamanı 

1894’te kasabalar arası lokal bir halk eğlencesi olan Formula; bugün motor sporlarının merkezinde yer alan, yüzlerce takımın ve pilotun iz bıraktığı ve bırakmaya devam ettiği spor organizasyonlarından birine dönüştü.

F1’in takipçi profili açısından bulunduğu konum 2010’ların son dönemine kadar keskin değişiklikler göstermedi. Futbol, basketbol gibi ana akım sporların dışında motor sporlarına merak duyanların ilgi alanını oluşturuyordu. Popülaritesi zaman zaman değişiklik gösterse de ana sporlara nazaran totalden ziyade daha niş bir izleyici kitlesini elinde bulunduruyordu.

2010’lu yıllara gelindiğinde Formula 1’in dünyadaki yeni gelişmelere uzak kalması ve pazarlama stratejilerindeki durgunluğu takipçi kitlesinin düşmesine neden olmuştu. Geleneksellikten sıyrılamayan, yenilikçi adımlar atamayan F1, kemik takipçi kitlesini bile kaybetmeye başlamıştı. Ancak son 6 yılda yaşanan değişimle F1, kaybettiği niş motor sporu izleyicisini geri kazanarak, total spor izleyicisine de ulaşmayı başaran spor organizasyonuna dönüştü.

Devrimin başlangıcı: Liberty Media’nın Formula 1’i satın alması

ABD merkezli medya şirketi Liberty Media, 2017 yılında F1’i 8 milyar dolar karşılığında satın aldı. Spor ve medya dünyasında büyük yankı uyandıran bu alım, F1’in dijital medya stratejilerini de kapsayan reformun başlangıcıydı.

(Liberty Media Başkanı Greg Maffei ve Ferrari pilotu Charles Leclerc)

Sosyal medyanın gücü 

Liberty Media’nın ilk inovatif adımı F1’i sosyal medya dünyasında görünür hale getirmek oldu. O döneme kadar F1’in ve şampiyonada yer alan takımların sosyal medya platformlarındaki hesapları geleneksel ve kurumsal stratejiyle yönetiliyordu. Oysa, küçükten büyüğe tüm spor organizasyonları ve takımlar sosyal medyanın gücünü kavramış yeni bir dijital medya stratejisi belirlemişti. 

Liberty Media da geleneksel yapıdan sıyrılmanın yolunu burada gördü. F1’in ve takımların tüm sosyal ağlardaki hesapları daha etkin şekilde kullanılmaya başlandı. Kurumsal, tek düze dijital medya stratejisi yerine; daha kreatif, eğlenceli bir yayın stratejisine geçildi. Mecraların doğasına uygun spesifik iletişim süreçleri sağlandı. F1’in sosyal medyadaki görünürlüğü yeni nesille de birleşmişti. Sosyal medyayı etkin bir şekilde kullanan Z kuşağının da ilgisini çekecek türde içerikler üretiliyordu. 

Ana akıma geçiş 

F1 ve takımların sosyal medyadaki görünürlüğü, ana akım spor içeriklerine dahil oldu. Sosyal medyadaki radikal iletişim değişimiyle birlikte etkileşim arttı. F1’in (takımların sosyal medya hesapları dışında) resmi sosyal medya kanallarındaki toplam takipçi sayısı 70 milyonu geçmiş durumda. Pazarlama devriminin sosyal medya ayağı, F1’in üstündeki ölü toprağını atıp yeniden yükselişe geçmesini ve yeni kitlelere ulaşmasını sağladı. 

Başrolde ‘Drive to Survive’ var

Liberty Media’nın F1 için gerçekleştirdiği pazarlama devriminin başrolü, Netflix’le hayata geçirdiği belgesel projesi oldu. Spor belgeselciliğinde etkili işlere imza atan Netflix, 2019 yılında ilk sezonunu yayınladığı ‘’Drive to Survive’’ belgeseliyle büyük yankı uyandırdı. Belgesel, hem mevcut F1 izleyicileri için daha derin bir bakış sunarken hem de organizasyonun geniş kitlelere ulaşmasını sağladı.

Drive to Survive, Netflix

Belgeselde Formula 1’in tüm sezonu boyunca yaşananlar kapsamlı bir şekilde ele alınıyor. Yarışlarda ve yarış dışında pilotlar ve takımların arasındaki çekişmeler, pist dışındaki politikalar, takım patronlarının arka plandaki hikayeleri izleyicilere aktarılıyor. Belgeselin F1’in görünmeyen iç dünyasına odaklanması izleyicilerin ilgisini çekmişti. F1 ve total spor izleyicileri, yarış dünyasının ne kadar karmaşık ve rekabet dolu olduğunu görmekten çok hoşlandı. İlk sezonuyla birlikte  belgesel, Amerika başta olmak üzere dünya çapında büyük bir sükse yakalamıştı. 2019’dan itibaren F1’in bir önceki sezonunda yaşanan gelişmeleri konu alan yeni sezonlar, büyük merak uyandırıyordu. Artık yarışlardan daha çok, belgeselle birlikte F1’e ilgi duyan popüler kültür izleyici kitlesi oluşmuştu.

Drive to Survive, 5. sezon

Formula’nın Avrupa merkezli olmaktan çıkışı 

Belgesel sayesinde; dünya çapında niş motor sporu izleyicisinden, total spor izleyicisine yayılan yeni  F1 kitlesi doğdu. F1, Avrupa merkezinden çıkıp ABD’nin spor kültürüne de yerleşmeye başladı.

Liberty Media F1’in geleceğini Amerikanlaştırmak’ta görmüştü. Şirket ABD’yi merkeze aldığı  stratejisinin geri dönüşünü, bir milyar kişiye ulaşan F1 seyirci kitlesiyle almıştı. ABD’de yaşanan ani popülariteyle, F1’in sezonlarına 2021’den itibaren Las Vegas ve Miami Grand Prix’leri de dahil oldu.

Liberty Media’nın 6 yıla dayanan çalışmasında; F1 artık sadece pistte kalmayan, günümüzün sürekli ve seri tüketilebilir spor kültürü fenomenine dönüştü. 

Uzun Okumalar