Medyanın ortanca çocuklarının zorlu görevi

Cumhuriyetin ikinci yüzyılında yeni medyayı kurmak

Alara AI fotoğrafı
Alara AI sizin için özetliyor

Mahir Boztepe
29 Ocak, 2024
Bizler, tarihin ortanca çocuklarıyız. Bir amacımız ya da yerimiz yok, ne büyük savaşı yaşadık ne de büyük buhranı. Bizim savaşımız ruhani bir savaş, en büyük buhranımız; hayatlarımız.

Chuck Palahniuk, ünlü romanı Dövüş Kulübü’nün baş kahramanı Tyler Durden’a bu sözleri söylettiğinde yıl henüz 1996’ydı, romanın sinemaya uyarlanmasına ise daha üç yıl vardı.

80’lerin ikinci yarısından 90’ların ortalarına kadar Türkiye’de doğan bir neslin ezberlerinin bozulması hem çok kolaydı hem de çok zordu. Çünkü olan bitene ilişkin bilginin, kitaplardan, gazetelerden, televizyonlardan alındığı, bugünün diliyle offline (çevrimdışı) bir ‘ortam’da yaşanıyordu. İnternet, evet vardı ama çoğunluk için erişilebilir değildi. Türkiye’nin siyasi atmosferi ve genel ekonomik durum, hayata ve dünyaya dair bilgilerin de sınırını çiziyordu. Sınırın zayıflaması için Türkiye’nin dünyayla internet aracılığıyla bağlanmasını beklememiz gerekecekti.

Anavatan Partisi (ANAP) Genel Başkanı ve Başbakan Turgut Özal, bilgisayar başında
Anavatan Partisi (ANAP) Genel Başkanı ve Başbakan Turgut Özal, bilgisayar başında. Depophotos

Türkiye internetle tanışıyor

1993’te Türkiye’nin dünyayla internet bağlantısı kuruldu. 1995te ODTÜ ve Bilkent, internet bağlantısı ve web sitesine sahip ilk üniversiteler oldu, zamanla bu üniversitelerin sayısı artacaktı. Ancak internetin kitlesel kullanımına 3 yıl, çevirmeli ağdan ADSL’e geçilmesine ise 8 yıl vardı. 1999’da Türkiye’de sadece 580 bin internet kullanıcısı varken 2003’te nüfusun yaklaşık yüzde 12’si, yani 7,5 milyon kişi internete erişebiliyordu. Bugün ise bu oran yüzde 83.

1999, eski yüzyılın geride bırakılacağı, milenyum öncesi son bir duraktı. 90’lar ve 20. yüzyıl geride kalıyor, tüm dünya gibi Türkiye de 2000’i coşkuyla karşılamaya hazırlanıyordu. Değişime dair iyimserliğin en büyük ateşleyicisi teknolojide yaşanan devrimdi. ‘Teknolojik determinist’ bakışa, 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasını ardından serbest piyasa ile liberal demokrasinin zafer kazandığı ve dünyanın artık bir ‘küresel köy’e dönüştüğü inancı eşlik ediyordu. Başta kitle iletişimi olmak üzere her şey değişmeye başlamıştı ve baş döndürücü bir hızla değişmeye devam edecekti. Türkiyede 90lardan itibaren basın, medyaya dönüşürken gazeteciler de bu dönemin etkili aktörleri haline geliyordu.

Türkiye’de 90’lara kadar radyo yayıncılığı neredeyse 70 yıl, televizyon yayıncılığı 20 yıl boyunca devlet tekelinde kalmıştı. Özel sektörün yayıncılık faliyetindeki rolü basılı yayınlardan ibaretti. 1990’dan itibaren bu durum değişecek ardı ardına özel radyo ve televizyon kanalları yayına başlayacaktı. 90’ların ortasından itibaren Türkiye ‘internet gazeteciliği’ ile de tanışacak, çok sayıda köklü gazete kendi haber sitesini okuyucuyla buluşturacaktı. Gazetecilik, bu yıllarda siyasi gücü - etkisiyle birlikte prestiji yüksek iyi kazanç getiren bir meslek oldu. Hürriyet gazetesinin 20 yıl boyunca genel yayın yönetmenliğini üstlenen Ertuğrul Özkök yıllar sonra “Galiba, gazetecilik mesleğinde para kazanan ilk ve son nesil biz olduk” diyecekti.

Radikal Gazetesi son kağıt baskı fotoğrafta gözüküyor, manşette dijital alemdeyiz başlığı mevcut.
Radikal Gazetesi son kağıt baskı. Depophotos

‘Dijital medya’nın ‘konvansiyonel’den ne farkı var?

90’lar perdesi deprem felaketi, siyasi çalkantılar ve ekonomik zorluklarla kapanırken konvansiyonel medya, geçen 10 yılda edindiği gücü milenyumun ilk yıllarında da pekiştirerek yoluna devam etti. Online video platformu Youtube’un açılmasına 5, Steve Jobs’un ilk iPhone’u tanıtmasına ise 7 yıl vardı. Facebook ve Twitter gibi pek çok ağ birbirleri ardına hizmete girdi. Konvansiyonel medya kuruluşları ve aktörleri de bu platform ve ağların gücünü hızlı keşfetti.

Medyanın ‘konvansiyonel’ ve ‘yeni medya/dijital medya’ olarak iki başlıkta ifade edilmeye başlandığı 2000’lerde Türkiye’de medyanın gelişiminin dünyayla paralel gittiği pek söylenemezdi. Türkiye’de siyasete koşut olarak konvansiyonel medya, gazetecilikten ekonomik kar sağlayan bir yapı olmaktan uzaklaşırken, Batı’daki muadillerinin aksine yeni medyayı kapsayacak ve geliştirecek bir yönelime girmeyecekti.

Haberi üretme ve iletme stratejilerindeki farklar açısından bakıldığında, söz konusu pratikler arasında, kesin ayrımlar belirlemek zor. 1997’de yayına başlamış köklü bir gazetenin haber sitesinin sayfa tasarımıyla, 2017’de açılan bir dijital medya kuruluşunun sayfa tasarımı arasında neredeyse hiçbir fark yok. Gelişen teknik imkanlar tasarımda iyileşmeyi sağlamışsa da haber sitelerinde, büyük fotoğraf kullanımı, video galeriler ve animasyonlar dışında çığır açıcı bir değişimden söz etmek zor.  

Konvansiyonel medyanın makyajdan ibaret yenileşme girişimlerine karşı dijital medya kısıtlı sermaye gücüyle ana akımın dışında ve ona ‘alternatif’ bir yapı olarak inşa edilebildi. Siyasi kamplaşmayla beraber, ana akım konvansiyonel medya silikleşip etkisini yitirirken, siyasi söylemi yayma gücü ve etkisi güçlenen dijital medya girişimleri, niyetlerinden bağımsız olarak, içerik ve biçimde ‘yeniolanı kurma iradesini gösteremediler. İtalyan düşünür Antonio Gramsci’ye atıfla söylersek, ‘eski olan ölüyor ancak yei doğamıyordu. Bu dönemde, ’yeni’ kelimesi adeta bir aziz mertebesine yükseltildi, adı var kendi yok bir heyulaya dönüştü. Sınırlı sayıda muhabirin ürettiği içerikler, kanaat bildiren köşe yazıları dışında, ‘yeni medya’ haberlerinin çoğunu ajanslardan ya da konvansiyonel kaynaklardan derliyordu. Bu girişimler bugün ’alternatif medya’ olarak anılsa da henüz içerisinden bir ana akım aktör çıkmış değil.

Dijital ekonominin bir bütün olarak yükselişe geçtiği 2010’ların ikinci yarısından itibaren, küresel sosyal ağların ve online platformların gücü iyice arttı. İster konvansiyonel ister dijital olsun medya, platformların gücünü keşfetti. Sosyal ağ ve platformlar, eski biçimlerin milyonlarca kişiye ulaşmasının en zahmetsiz yolunu sunuyordu. ‘Yeni’ ve ‘eski’ uzun yıllardır, söz konusu mecralarda, başta haber olmak üzere pek çok farklı içeriği üretiyor, dolaşıma sokuyor.

Türkiye’deki dijital medya girişimlerinin bir diğer sorununu Twitter, Facebook, Youtube gibi platformlara olan bağımlılıkları: Dünyada platformlar ve sosyal ağlar, dijital medyanın içerik stratejisinin bir parçasıyken Türkiye’de esasını oluşturuyor.

Hürriyet Gazetesi reklam kampanyası.

Gazeteci kuşaklarını anlamak

Yenisiyle, eskisiyle Türkiye’de medyanın çok kaba şekilde ve subjektif olarak aktardığım son 30 yılın neredeyse yarısında dijital medyada başta yayın yönetmenliği olmak üzere pek çok görev üstlendim. Çok kısa deneyimleri saymazsak, basılı bir gazetede ya da bir televizyon kanalında çalışmadım; uzun yıllar radyoculukla paralel yürüyecek şekilde tüm gazetecilik hayatım dijital medyada geçti. Sürecin içinde bulunan gazetecilerden biri olarak, olumlu/olumsuz rolümüzle ilgili bir kısmı subjektif olan yargılara varacağım.

Türkiye’de medyada dijitalleşmenin hızlandığı 2000’lerin ortalarında, nasıl bir atmosfer vardı? Bu süreçte çalışanlar nasıl roller üstlendi?

Bu soruların yanıtını bulabilmek için, aslında ‘bizim kuşak’tan biraz bahsetmem gerekiyor. Kabaca, 1985-1995 arasında doğanları kapsayan ‘Y kuşağı’ndan ‘biz’ diye söz edeceğim çünkü içinde olduğum bu kuşak geçen 10 yılda dijital medyanın esas istihdam deposuydu. Editör, muhabir, grafiker, sosyal medya editörü, video-grafiker gibi pek çok görev tanımıyla, yıllarca yeni ve dijital medyayı var eden kuşaktan bahsediyoruz.

Kendisinden önceki ‘Baby Boomer’ ve ‘X kuşağı’yla kıyaslandığında, Y kuşağı, tarihin tekerinin çok hızlı döndüğü bir döneme doğmuştu. Bu kuşağın, teknolojik sıçramaların, toplumsal alt üst oluşların art arda yaşandığı, ‘tarihsel gelişme’nin adeta bir zip dosyasına sıkıştırıldığı, eskiyle yeninin son kez buluştuğu uzun sürecek bir vedanın içinden melezleşerek çıkması bundandı. Mekanik ve dijitali aynı anda kullanan bu kuşak yıllar sonra milenyumun medyasını ve daha birçok şeyi şekillendirecekti.

1768’de ilk baskısı yapılan Brittanica Ansiklopedisi 220 yıl sonra, 1986’da Türkçe’ye çevrilecek -90’ların ortasına kadar benzerleriyle birlikte- Y kuşağının temel bilgi kaynağı olacaktı. Turgut Özal’ın ODTÜ’ye gelen ilk bilgisayarın kırmızı kurdelasını kesmesine 4 yıl vardı.  1995’te Yahoo, 1997’de ise Google’la arama motoru, bilgiye ulaşmanın yepyeni yollarını sunmaya başlayacaktı. Evde internetin halen lüks olduğu 2005’lere kadar, 'internet kafeler’ bu kuşak için bir ‘kamusal alan’ niteliğine bürünecekti. Bilgiye ulaşmak demokratikleşmiş, kendini geliştirmek ucuzlamıştı. Türkiye’deki göreli ‘ekonomik refah’ ortamı da bu kuşağın medya içerik üreticisi olmasının önünü açıyordu.

Basılı yayınlarda, televizyon ve radyo gibi geleneksel mecralarda istihdam olanaklarının daraldığı 2010’lardan sonra, Y kuşağı genellikle dijital medyada çalışma imkanı bulacaktı. Bu yıllarda, dijital medya, konvansiyonel alanın gelir kaynaklarından pay alabilecek bir büyüme süreci yaşıyordu. Son dakika haberciliğinin zirve yılları başlarken, hız baskısı ve tık kaygısı, dijital medyanın esası haline geliyordu.

Bu yıllarda dijital medyada çalışmaya başlayan kuşağın büyük çoğunluğu, gazete, televizyon ya da radyo gibi geleneksel medyanın haber merkezlerini ya hiç  görmedi ya da çok az gördü, kendisinden önceki gazeteci kuşağıyla bir usta-çırak ilişkisi de kuramadı. Çoğunluğu, şimdilerde sayısı 70’i geçen iletişim fakültelerinden mezun, hayalleri olan genç kuşak, gazeteciliğe başladıklarında, sektör eski imkanlarını ve prestijini kaybetmiş  artık neredeyse bir ‘insan öğütme mekanizmasına’ dönüşmüştü. Kısıtlı kaynaklarla, devasa haber ajanslarının işlevini yerine getirmeye çalışan bir gazeteci kuşağı yetişti.

Her türlü bilginin ve imajın acımasızca sökün ettiği bir dönemde çoğunlukla el yordamıyla kendi gazetecilik pratiğini sergilemeye çalışan bu kuşağa medyanın ortanca çocukları’ diyebiliriz. Ne ‘ilk göz ağrısı’ ne de ‘son beşik’, olan ’görmezden gelinmeye’ ‘itilip kakılmaya’ yazgılı bu kuşak, halen dijital medyanın tüm yükünü omuzluyor. Tarihin en çok çalışan ama en az kazanan gazetecileri bu kuşaktan çıktı.

Uğur Mumcu ve Mehmet Ali Birand. Depophotos

Sorumluluğu üstlenmek

1 saatlik bir zaman diliminde, tüm AB üyesi ülkelerinin 1 aylık toplam gündeminden fazlasının yaşandığı bir ülke olarak Türkiye’nin özel durumu bir sır değil. Ancak bir bütün olarak tüm dijital medyanın aynı şeyi yapması zorunlu muydu? Tüm dünyada olduğu gibi, son dakika habere, hızlı içeriğe yaslanan yapıların yanında, derinlemesine içeriklere odaklanan ve yavaş haberciliği merkezine alan bir dijital medya yaratamaz mıydık? Kendi suretimizden var ettiğimiz bir Frankenstein’a dönüşen bu dijital medyayı, esas olarak biz icat etmedik mi?

Bu soruların yanıtını bulmak, ortanca çocuk sendromunu aşıp, değişim için sorumluluk almamıza bağlı. Kim bilir belki de muhtaç olduğumuz kudret, ‘ortanca çocukların gizli gücü’nde saklıdır. Yıllarca dijital medyanın her türlü stresini göğüslerken kazandığımız sorun çözme becerimiz, yol göstericilerimizin azlığından doğan bağımsızlığımız ve zorlu bir dönemde dijital medyayı var eden liderlik anlayışımız yeni bir medyayı kuracak aktörlerin de bizim içimizden çıkacağına işaret sayılabilir. Belki de dezavantaj sandıklarımızı avantaja dönüştürecek bir irade gösterebiliriz.

Scrolli, ‘Türk medyasını tarihin bekleme odası’ndan çekip çıkarma görevi üstlenmek iddiasıyla hayata geçirdiğimiz bir yeni medya girişimi. Bir alternatif arayışı değil, bir boşluğu doldurmaya çalışmıyoruz, menzili ana akım olan bir güzergah inşa ediyoruz.

Bu çalkantılı yolculukta iki deniz fenerimiz olacak: kaliteli gazeteciliğe yatırım yapmak, etik değerlerden sapmadan yapay zeka ve teknolojinin tüm imkanlarından faydalanmak. Son dakika ve hız baskısına yenilmeyen, hayatın her alanına derinlemesine bakabilen, merkezine hikaye anlatıcılığını almış bir gazetecilik ürününü ortaya koymayı hayal ediyoruz. Gazeteciliğin DNA’sında olan kodlardan vazgeçmeden, yeni medyanın tüm formatlarını bütünsel bir bakışla bir araya getireceğiz. Farklı uzmanlaşmalardan gelen genç ve teknik anlamda yetkin bir haber merkezinin öneminin farkındayız ve bu başarının esas mimarı da bu ekip olacak.

Scrolli içine kapalı ve tek boyutlu bir yapı olmayacak, benzer deneyimleri yaşadığımız, gazeteciliğe dair hayalleri olan, bir ürün ortaya koymayı isteyen meslektaşlarımızla yollarımızı ortaklaştırmaya çalışacak ve dış katkılara her zaman kapımızı açık tutacağız.

Bu toprakların ilk bağımsız gazetesi olan Tercüman-ı Ahval’in yayına başlamasının üzerinden 163 yıl geçti. Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyeti’ne, gazetecilik her zaman zorlu sınamalarla karşı karşıya kaldı, ancak engelleri aşarak yoluna hep devam etti. Cumhuriyetin 100. yılını geride bırakırken, büyük bir tarihsel birikime yaslandığımızın bilincindeyiz, tarihimizden öğrenecek, yapılan hatalardan dersler çıkaracak, çığır açan adımların izini sürmeye çalışacağız.

Cumhuriyetin ikinci yüzyılında yeni medyanın inşaasının zorlu bir görev olduğunun farkındayız, ‘irademizin iyimserliği’ Scrolli’nin, bizden sonraki gazeteciler için ilham verici bir iz olması umuduna dayanıyor.

Derin Bakış Bülteni her pazar e-posta kutunda

Neler bulacaksın 👇

10+ haftanın gündemi

2+ yaşam seçkisi

1+ Scrolli'de öne çıkanlar

Teşekkür ederiz!
Oops! Bir şeyler ters gitti.

Asla spam email atmayacağız.

Uzun Okumalar