Matador ikonların vedasından geriye 'tevazu' kaldı

Nadal ve Iniesta'nın ortak mirası ne?

Alara AI fotoğrafı
Alara AI sizin için özetliyor

Emre Can Gökboğa
26 Ekim, 2024

2000 ve 2010’lu yıllarda Barcelona ve İspanya milli takımının sükseli döneminin efsaneleri arasında yer alan 40 yaşındaki İspanyol orta saha oyuncusu Andréas Iniesta, geçtiğimiz hafta yeşil sahalardan emekli oldu. İniesta’nın kramponlarını asma kararından birkaç gün sonra kendisiyle aynı jenerasyondan vatandaşı olan, tenisin altın çağının baş aktörlerinden Rafael Nadal da sezon sonunda raketini bırakacağını açıkladı.

Modern futbolun ve tenisin son 20 yılında bıraktığı izlerle hafızalardan çıkmayacak iki matadorun başarılı sporcu profilinin ötesinde ikon figürlere dönüşmeleri, ardışık vedalarını özel kılıyor.

Iniesta ve Nadal iki ayrı sahnenin oyuncusu olsa da; spor dünyasına ortak bir miras bıraktılar. İki efsanenin mirasını anlamak için, kariyerleri ve karakterleriyle paylaştıkları değerleri mercek altına almak gerekiyor.

Fotoğrafta Iniesta'ya veda eden Barcelona taraftarı gözüküyor.
Iniesta'nın Barcelona'ya vedası. Depophotos

Johan Cruyff'ün yolundan

Yazımın bu bölümünde, Pep Guardiola'nın -Iniesta'nın kariyerine dokunmasını etkileyen- serüvenine odaklanarak hikayeyi biraz geri sarmak istiyorum. Dünya futbolunun en büyük devrimcilerinden Johan Cruyff, teknik direktörlük kariyerinde getirdiği ‘total futbol’ anlayışıyla günümüzün modern futbol felsefesine kapı aralamıştı. Kapıyı açan ilk isimlerden birisi Barcelona’daki gözde öğrencisi Pep Guardiola oldu. 

Pep, futbol kariyerini noktaladıktan sonra, Barcelona’daki macerasına B takımda takım elbiseleriyle devam etmeye başladı. Futbol kariyerinde usta-çırak ilişkisi kurduğu hocası Johan Cruyff’ün total futbol felsefesinde yer alan tiki taka sistemini, B takımdaki genç oyunculara entegre etti. Pep, oturttuğu oyun anlayışıyla geleceğin yıldız adaylarını geliştirmeye ve parlatmaya başlamıştı. 

2007-2008 sezonu sonunda, Barcelona’nın teknik direktörü Frank Rijkaard, yönetimle karşılıklı anlaşarak görevden ayrıldı. Barcelona yönetiminin, hali hazırda B takımdaki olumlu icraatleriyle göz önünde olan Pep’i A takıma terfi etmesi çok da zor bir karar olmamıştı. Bu karar, Pep’in Barcelona’da dünya futboluna hükmedeceği büyük dönemin başlangıcı olmuştu. Nitekim Pep’in Barcelona’yla 2008-2012 yılları arasında kurduğu dominasyon, modern futbolun ilk futbol imparatorluklarından biri olmayı başardı. İmparatorluğunun prenslerinden biri de Andreás Iniesta’ydı… 

Iniesta, Almanya-İspanda maçında topa vurmak üzere.
Iniesta, Almanya-İspanda maçında. Depophotos

Tiki-taka’nın prensi

Frank Rijkaard 2003 yılında Barcelona’da göreve başladığında Iniesta; aralarında Xavi, Edgar Davids, Thiago Motta gibi yıldız isimlerin yer aldığı şişkin orta saha rotasyonunun gelecek vadeden genç yıldızıydı. Topla olan naif ilişkisi, dribling yeteneği, oyun görüşü ve yüksek pas tekniğiyle dikkat çekiyordu. Henüz bir sezondur yer aldığı A takımda çok süre bulamamıştı. Rijkaard onun işlenmesi gereken bir mücevher olduğunun farkındaydı.

Iniesta, Rijcaard’ın gelişiyle artık daha fazla süre almaya başlamıştı. Kadrodaki orta sahalara nazaran geniş yetenek repertuarına sahip olması, farklı pozisyonlarda oynamasını sağladı. Rijcaard Iniesta’yı orta sahanın merkezinden daha geride veya ileride konumlandırabiliyor, zaman zaman sağ ve sol kanatta görev veriyordu. İniesta, Rijcaard’la 5 sezonluk maceranın sonunda merkez orta sahanın vazgeçilmez oyuncusu oldu.

Pep’in gelişiyle yeni oyun anlayışında Iniesta’nın rolü daha da netleşti. Pep’in bahsettiğim imparatorluğunu kurmasını sağlayan tiki-taka sisteminde İniesta paha biçilmez bir kaftandı. Top hakimiyetinin ön planda olduğu, kısa ve tempolu paslarla oyunun domine edildiği sistemde Iniesta partneri Xavi ile kilit oyunculardan biriydi. Pep orta alanda Xavi’yi daha derinde oynatırken, Iniesta’yı çok yönlü profilinden dolayı ileride konumlandırarak orta saha ve hücüm bloğunun arasındaki pas istasyonu olmasını sağladı. Xavi’nin sakin, yönlendirici oyun kimliği, Iniesta’nın tempolu, yaratıcı oyunu sağlamlaştırmasını sağladı. Iniesta, Barcelona’nın yıllarca rakiplerini sindirerek dominasyon kurduğu tiki-taka sistemininin merkezinde vazgeçilmez parçaya dönüştü.

Iniesta, Barcelona'da 4 UEFA Şampiyonlar Ligi, 9 La Liga ve 6 İspanya Kral Kupası kazandı. İspanya milli takımıyla 2 Avrupa Şampiyonluğu ve Dünya Kupası zaferlerinde yine kilit rol oynayarak uluslararası arenada İspanyolların spor kahramanlarından birine dönüştü. Futbola vedasıyla kulüp ve milli takımlar bazında her futbolcunun hayalini kuracağı kariyerini geride bıraktı. Ancak Iniesta’yı bu hikayede ikonik matadorlardan biri yapan kriterlerin yalnızca kariyerindeki başarıları olmadığını, yazımın Rafael Nadal’ın kariyerine ayırdığım bölümü sonrası inceleyeceğiz.

Nadal tenis kortunda tenis topuna raketiyle vuruyor.
Nadal. Depophotos

17 yaşındaki cüretkar

20 yıl önce genç bir raketin dönemin en büyük oyuncularından Roger Federer’e karşı gösterdiği cüretkarlık, modern tenisin altın çağının kıvılcımını çakmıştı. 2004 yılında Federer’e karşı Miami Masters turnuvasında bu cüretkarlığı gösteren oyuncu, henüz 17 yaşındaki İspanyol raket Rafael Nadal’dan başkası değildi.

Nadal, 17 yaşında olmasına rağmen iki ATP, bir Roland Garros (Fransa Açık) Gençler Turnuvası şampiyonluğu yaşamıştı. Kortta Federer’in karşısına çıkana kadar elde ettiği bu başarılarla yakın dönemde tenise damga vurabilecek genç bir oyuncu olduğunun sinyallerini veriyordu. 22 yaşındaki Roger Federer ise kazandığı 2 grand slam zaferiyle (2003 Wimbledon, 2004 Avustralya açık) dünya bir numarası ünvanını elinde bulunduruyordu.

Nadal, Federer’in net favori gösterildiği karşılaşmada net üstün oyunuyla, setleri 6-3, 6-3 kazanarak galibiyete ulaştı. Tenis dünyasının şaşkınlığını gizleyemediği galibiyet, Federer’in kurmaya başladığı dominasyonun karşısında duran bir cüretkarın ayak sesleriydi.

Nadal, dünya bir numarasını devirerek kariyer basamağına etkili bir adım atmıştı. Ancak Nadal’ın Federer’e karşı kazandığı zafer yalnızca kariyerinin değil, tenis tarihinin dönüm noktalarından biri oldu. Nadal’ın Federer’le sürecek rekabetine Novak Djokovic’in de katılması, ‘büyük üçlü’nün tenise hükmedecekleri tarihi dönemin başlangıcı olmuştu.

Nadal tenis topuna vurarken gölgesi korta yansıyor.
Depophotos

Toprağın yegane kralı

Nadal 2005 yılında Roland Garros’u kazanarak ilk grand slam şampiyonluğuna ulaştı. ATP zaferlerinin ardından en prestijli dört turnuvadan birinde şampiyonluk yaşaması, Nadal’ın artık dönemin büyük oyuncularından birine evrileceğini kanıtlar nitelikteydi. Aynı zamanda toprak zeminden oluşan Roland Garros’ta uzun yıllar kuracağı dominasyonun fitilini ateşlemişti.

2006 ve 2007’deki Roland Garros finallerinde Federer’i yenerek üst üste üçüncü grand slam şampiyonluğuna ulaştı. İkisinde en büyük rakibi Federer’i mağlup ederek üç grand slamini de Roland Garros’ta kazanması, toprak zemindeki hakimiyetinin heybetini göz önüne seriyordu. Bu heybet, kariyeriyle paralel bir şekilde büyümeye devam etti. Toprak zemin dışında, sert ve çim zeminlerde kazandığı grand slam şampiyonluklarıyla çok yönlü oyuncu kimliğine büründü. Tenis tarihinin unutulmaz maçlarından biri olan 2008 Wimbledon finalinde Roger Federer’i çim kortta mağlup etmesi, sadece Roland Garros topraklarında güçlü olmadığını gösteren bir örnekti.

Nadal, kariyeri boyunca 11 Roland Garros şampiyonluğunu daha müzesine götürerek toprak kortta eşi görülmemiş dominasyonla bir krallık kurdu. Roland Garros’ta çıktığı hiçbir finali kaybetmedi. Toprak kortta yalnızca iki kez mağlubiyete boyun eğdi: 2009’da dördüncü turda Robin Soderling, 2015’te çeyrek finalde Novak Djokovic toprak kralını krallığında yenmeyi başardı. 2016'da üçüncü turdaki sakatlığı nedeniyle de turnuvadan çekilmek zorunda kaldı.

Nadal kariyerine 14 Roland Garros zaferinin yanında; 4 Amerika Açık, 2 Avustralya Açık, 2 Wimbledon şampiyonluğu olmak üzere toplam 22 grand slam zaferi sığdırdı. 2 olimpiyat şampiyonluğuyla da kariyerini süsledi. Son sezonlarında sakatlıklarla boğuşan 38 yaşındaki yorgun toprak kralı, beklenen ayrılık haberini verdi. Sezon sonunda, tenisin altın çağına damga vuran ikon matadoru uğurlamış olacağız.

Iniesta ve Nadal'ı gösteren ortak bir görsel çalışma
Kolaj: Scrolli.co

Matadorların kalıcı mirası: Tevazu

Iniesta ve Nadal’ın bıraktığı miras, yalnızca tarihi başarılarla dolu kariyerlerinden ibaret değildi. İkilinin zirveye çıktıkları anlarda gösterdikleri tevazu, zaferleri kadar büyük ve etkileyiciydi. 

Iniesta, kariyeri boyunca çevresinde yıldızlarla dolu sahada oyunu ve tavrıyla, spotu daima takım arkadaşlarına çevirdi. Zarafetini oluşturan, göz alıcı yetenekleriyle birlikte harmanladığı tevazu sahibi sakin karakteriydi. Sahadaki oyunuyla sesi en çok çıkanların arasındayken, aynı zamanda sessiz bir liderdi. Formayı sırtından çıkardığı anlarda da karakteri aynıydı. Iniesta’yı yetenekleri kadar diğer oyunculardan ayıran alametifarikası hem sahada hem saha dışındaki değişmeyen tevazusu oldu.

Nadal da kortlarda ne kadar güçlü olursa olsun Iniesta’yla benzer bir duruşa sahipti. Onun tevazusunu, zaferleri sonrası şampiyonluk kupasıyla coşkusunu minimalist bir şekilde kutlarken yakalayabilmek mümkündü. Savaşçı ruhuyla birlikte rakiplerine karşı kortta ve kort dışında ortaya koyduğu naif karakteri, örnek bir kişiliğin izlerini gösterdi.

İki büyük spor kariyeri, iki büyük karakterde vücut buldu. İniesta ve Nadal futbolun ve tenisin ikon matadorları olarak, kariyer ve karakterleriyle ortak bir mirası spor dünyasına bırakmış oldular.

Uzun Okumalar