0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
0
0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
0
0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
0
%

Oyunbazın zaferi: Siyaset ve kültürde yeni iktidar tipi

Görüş: Prof. Dr. Seda Demiralp

Siyasetin dili ve yüzü değişiyor. Son yıllarda dünya genelinde yükselişine şahit olduğumuz pek çok lider,  ki ABD başkanı Donald Trump bu ailenin arketipsel bir örneği sayılabilir, yalnızca politikacı değil, aynı zamanda kültürel bir figür gibi davranıyor. Bu liderler, kuralları ihlal ediyor, gerçekleri eğip büküyor, açıkça yalan söylüyor, hakaret ediyor, alay ediyor, türlü süistimallerle anılıyorlar. Ne ahlaki normları ne siyasi teamülleri umursuyorlar. Ancak tam da bu nedenlerle cezalandırılacaklarına, daha da çok seviliyorlar. Eleştiriler onları zayıflatmıyor, güçlendiriyor. Destekçileri onların “hakikatleri” söylediğini, maskeleri düşürdüğünü, samimi ve “içlerinden biri” olduğunu söylüyor. Bu liderler, asi ve kural tanımaz imajlarıyla destek toplarken, rakiplerini soğuk ve yapay, kendilerini ise “patavatasız ama içten,” ya da “sert ama sıcak” olarak lanse etmeyi başarıyor.  Seçmenleri için onlar hem sıradan, hem de sıradışılar. Ve sıradışılıklarını ahlaki yahut entelektüel  üstünlük iddiasıyla değil, “iş bitirici”likleriyle, hatta “işini bilir”likleriyle elde ediyorlar.

Dahası, bu liderler neredeyse ellerine hoparlör alıp “Yaşasın kötülük!” diye bağırıverecekmiş gibi dururken, dönüyor ve rakiplerini ahlaksızlıkla, yolsuzlukla, sahtekârlıkla suçluyor, üstelik bunu en yüksek perdeden,  kameralar önünde yapıyor. Kendileri bu yönde suçlamaların tam merkezindeyken, hiçbir rahatsızlık göstermeden aynı suçlamaları rakiplerine yansıtabiliyorlar. Ve seçmenleri de bu pişkinliğe itiraz etmiyor. Tam tersine, bu çıkışlar onları daha da harekete geçiriyor.

Yine aynı liderler, dün “vatan haini” ya da “düşman” ilan ettiklerini ertesi gün “yol arkadaşı” ilan edebiliyor.  Rakiplerini belkemiksizlikle suçlarken, kendileri baş döndürücü manevralar sergileyebiliyor ve bu manevraları istikrarsızlık gibi algılanmıyor. Seçmenleri onlara bakıyor ve “bir bildiği vardır” diyor.

Peki tüm bunlar nasıl mümkün olabiliyor? Bu paradoksal sevgi, bu istikrarsızlıktaki güven arayışı, bu mantıksal çelişkilerin tuhaf çekimi nasıl açıklanabilir?

Aslına bakılırsa, bu yeni nesil liderlik tipine dair sorulara en anlamlı yanıtlar, anaakım siyaset çalışmalarının ötesine geçen ve daha çok, insan davranışının görünmeyen yüzüne odaklanan yaklaşımlardan geliyor.  Zira, son yıllarda karşımıza çıkan liderler bildiğimiz klasik anlamda siyasetçilere değil, adeta mitolojiden, masallardan ve popüler anlatılardan bildiğimiz “oyunbaz” (trickster) arketipine benziyor. Dolayısıyla, son yıllarda gerek siyaset, gerek toplumsal yaşamda yükselişini gördüğümüz bu figürleri ve onların çekim gücünü anlamada, temsil ettikleri bu oyunbaz tipini daha iyi çözümlemek ve bu tipin bugün eskiye göre neden cazibesini daha da artırdığını görebilmek önem kazanıyor.

Oyunbazı tanıyoruz

Oyunbaz, insanlık tarihinin en eski karakterlerinden biridir. Psikodinamik kuramın öncülerinden Jung’a göre, oyunbaz arketipi, düzen bozucu, kurnaz, sınır tanımaz ama aynı zamanda cezbedici bir figürdür. O, Ezop’un Kurnaz Tilki’si, Keloğlan masallarının Köse Değirmenci’si, Warner Bros’un Bugs Bunny’si,  Oliver Twist’in hırsız çetesi lideri Fagin’i, ve nihayet Netflix’in popüler dizi kahramanı Lucifer Morningstar’ıdır. Onlar kitlelerin ister istemez yakınlık duyduğu “kötü”lerdir. Hepsi de, kurallara meydan okuyan, hem güldüren hem sorgulatan, hem yıkıcı hem de açığa çıkarıcı karakterlerdir.  Jung’a göre oyunbaz arketipi, bilinçdışına ittiğimiz karanlık arzularımızın ve bastırılmış öfkemizin sembolüdür. Dolayısıyla, bu figürlere duyduğumuz sempati, aslında kendi bastırılmış yanlarımızla kurduğumuz gizli bir ittifaktır. 

Bugün görüyoruz ki, oyunbaz tipi yalnızca edebi ya da psikolojik bir motif değil; aynı zamanda popüler bir liderlik modeline dönüşmüş durumda. Son yirmi yılda dünyanın hemen her yerinde popülist siyasetin yükselişiyle birlikte, oyunbaz figürü de siyasetin merkezine yerleşmiş bulunuyor. Bu liderler, sistemi alaya alan, düzenin ikiyüzlülüğünü teşhir eden, kuralları kendi lehine eğip büken bir “düzen bozan kahraman” gibi sahne alıyorlar.

Jung’un “oyunbaz”ı yer yer Lacan’ın haz (joissance) kavramıyla da boyanıyor. Trump’ın seçmenlerine seslenirken söylediği “O kadar çok kazanacağız ki, kazanmaktan yorulacaksınız, yeter artık diyeceksiniz” repliği bu anlamda oldukça tipik ve adeta hazzın emredildiği bir siyaseti yansıtıyor. Bu perspektiften bakacak olursak, “kural koyucu baba” figürlerine benzeyen klasik liderlerden farklı olarak, günümüzün popülist liderleri kural tanımaz “hazcı babalar” olarak sahneye çıkıyor.  Kendilerini siyasetin karizmatik kötü çocukları (bad boy) olarak lanse eden bu liderler tam da bu nedenle, hakikati savunan değil, hakikati bir oyun oynar gibi eğip büken, etik ilkelerle değil, sadakatle var olan bir siyasal kültürün oluşumuna ön ayak oluyorlar.

Oyunbazın oyunları

Oyunbazlık yalnızca bir mizaç değil, aynı zamanda bir siyasal stratejidir. Bu stratejinin en etkili araçlarından biri, kimsenin temiz olmadığını iddia ederek kendine yönelik ahlaki eleştirileri hükümsüz kılmaktır.
Bu dinamiği tanımayanlar, ilk bakışta çelişkili görünen bir durumla karşılaşır: Oyunbaz, türlü suçların ve suistimallerin merkezinde yer almasına, bundan da pek gocunur görünmemesine rağmen, rakiplerini tam da bu suçlar üzerinden hedef alır. Onlara yalancı der, hırsız der, peş peşe hakaret davaları açar.
Bu tabloyu izleyenler sık sık şaşkınlık yaşar, çünkü suçlayan ile suçlanan adeta yer değiştirmiş gibidir.

Fakat aslında şaşılacak birşey yoktur. Oyunbaz, rakibini ahlaksızlıkla suçlarken aslında bir “ahlaki üstünlük” iddiasında bulunmaz. Bunun yerine herkesin kirli olduğunu ifşa ederek kendine alan açar. Örneğin rakiplerini yolsuzlukla suçladığında, bunu kendisinin daha temiz olduğunu göstermek için değil, karşı tarafın da en az kendisi kadar kirli olduğunu ima etmek için yapar. Amaç ahlaki bir hesaplaşma değil, tüm zemini kirletmektir. Böylece artık bu alanda yapılacak hiçbir eleştiri yeterince etkili olamayacaktır

Yani oyunbaz, çifte bilinç hali” denen bir strateji izler. Örneğin, “Evet, sistemi ben de suistimal ettim, ama herkes öyle yapıyor.” Ya da: “Ben de yalan söylüyorum, ama diğerleri bunu daha sinsi yapıyor”gibi bir bakış açısı oluşturmak ister.  Suçu meşrulaştırır ve normalleştirir Böylece suç, bireysel olmaktan çıkıp sistemin doğasına ait bir gerçeklik gibi algılanır.

Bu strateji rakiplerinin elindeki “ahlaki meşruiyet” kartını düşürmenin bir yoludur. Bu sayede suçlar mutlak değil, göreli hale gelir. Siyaset de, doğruluk ve dürüstlük üzerinden değil, algı ve sadakat üzerinden kurulur hale gelir. Neticede seçmenler ahlaki kıstaslarla değil, bizden mi, değil mi mantığıyla karar verir. Bundan sonrası oyunbaz için kolaylaşır çünkü sunduğu sahicilik performansıyla seçmenlere “onlardan” olduğunu -elitist rakiplerine göre- çok daha kolay ispatlayabilecektir.

Oyunbazın yükselişi: Neden şimdi?

Oyunbaz tipi insanlık tarihinde her zaman vardı. Peki yıldızı neden bugün bu kadar parladı? Siyasette ve sosyolojide son yirmi yıl, neden oyunbazın devri oldu? Netflix’in 2016’da yayına başlayan Lucifer dizisinin bunca popüler olmasında zamanın ruhu (Zeitgeist) herhalde yadsınamaz.  Bu zamanlamanın ise birkaç nedeni var.

Birincisi, son yirmi yıla damga vuran ekonomik çöküşler, pandemiler, iklim kaygısı ve göç gibi küresel krizler. Bu krizler, vatandaşların, özellikle de ayrıcalıkları olmayan, kırılganlığı yüksek bireylerin, geleneksel kurumlara olan inancını sarstı. Devlet kurumları, dini kurumlar, sınıfsal örgütlenme, siyasi partiler ve benzerleri çözülüp etkisizleşirken, “gerçeği ifşa ettiğini” söyleyen, sistemle alay eden, sistemi ve onu yerinde tutan seçkinleri yıkıp geçebilecekmiş gibi görünen figürler cazip hale geldi. Bu trend, siyasette popülizm dalgasını yükseltirken, bu dalgayı en çabasız ve maharetli biçimde sürebilen oyunbaz siyasetçileri de taçlandırdı.

İkincisi, dijital çağın dikkat ekonomisi. Odaklanma gücümüzün hızla zayıfladığı, dikkat aralığımızın dakikalardan saniyelere düştüğü 2006 sonrası (akıllı telefonların hayatımıza girdiği) dönemde medyatik olan kıymet kazandı ve performans içeriğin önüne geçti.

Bugün sosyal medya, duygusal ve sansasyonel içerikleri ödüllendiriyor çünkü bunları “tüketmek” çok daha az bilişsel enerji gerektiriyor.  Neticede makul, sofistike ve dengeli içerikler görünmez hale gelirken, en çok dikkat çekenler, en ölçüsüz ve vasat olanlar olabiliyor. Oyunbaz liderler, bu yeni medya düzenine kusursuz biçimde uyum sağlıyor.  Kendilerini sert, esprili, kuralsız ve otantik figürler olarak markalaştırıyor ve yıldızlaşıyorlar. 

Örneğin, bu grubun en tipik örneği ABD başkanı Donald Trump’ı yalnızca bir politik figür değil, bir reality show karakteri olarak görmek mümkün. Biliyoruz ki, Trump’ın performansı, karizması ya da saldırganlığı kadar absürtlüğü de izlenebilirlik üretiyor.  Videolarını dünyanın öbür ucundan ve ABD siyaseti hakkında çok az fikri olan bireylerin, hatta çocukların bile izlemesi ve paylaşması büyük ölçüde bundan ileri geliyor.

Üçüncüsü olarak ise dijital devrim ve gerçek ötesi (post-truth) çağda gerçeklik algısının değişmiş olmasını saymak gerekir. Dijital devrim, 20. yüzyılın merkeziyetçi kitle iletişim yapısını temelinden sarstı. Artık toplumun genelinin üzerinde uzlaştığı "gerçekler" ya da meşru kabul edilen ortak haber kaynakları kalmadı. Eskiden bilgiyi denetleyen, hangi bilginin dolaşıma gireceğine karar veren entelektüel seçkinler  (örneğin, gazeteciler, akademisyenler, editörler) bugün bu rolü büyük ölçüde yitirmiş durumdalar. Bugün, herhangi biri tarafından sosyal medyada paylaşılan bir bilgi, önde gelen bir bilim insanının ya da saygın bir gazetecinin sözlerinden daha geniş kitlelere, daha hızlı ulaşabiliyor. Yani dijital çağ, bilgi üzerindeki kontrolü seçkinlerin elinden alarak, anti-elitist bir dönüşüm gerçekleştirdi. Bugün artık her bilginin karşısına bir “alternatif bilgi” koymak mümkün hale geldi.

Bu ortam ise objektif gerçekleri değil, duyguları ve algıları belirleyici kılıyor. Oyunbazların gerçeği eğip bükme ve en bastırılmış duygulara seslenebilme becerisi tam da bu atmosferde onlara avantaj sağlıyor. Örneğin, bu sayede, Trump’ın avukatı Rudy Guilliani yalan söylemekle suçlanan müvekkilini , “gerçek gerçek değildir” (truth isn’t truth) gibi absürt bir cümle ile savunabiliyor. Aynı şekilde  Trump’ın yemin törenine katılanlarla ilgili abartılı rakamlar kullanılmasını eleştiren basın temsilcilerine, basın danışmanı “bunlar alternatif gerçekler” gibi bir cevap verebiliyor.  

Nihayet oyunbaz tipini kültürün ve siyasetin merkezine iten bir diğer gelişmenin, yüzeysel hazları teşvik eden bir zevk toplumuna geçişimiz olduğunu söylemek yanlış olmaz. Modern toplum, artık bireylerden hazlarını bastırmalarını değil, tam tersine haz peşinde koşmalarını talep ediyor. Disiplin toplumunun yerini alan bu yeni düzen, bireyin toplum adına fedakârlık yapmasını değil, sürekli tüketmesini, eğlenmesini ve arzularının izinden gitmesini teşvik ediyor. Böyle bir dünyada, yasa koyan geleneksel otorite figürlerinin yerini hazza alan açan ve hatta hazzı kolektif bir tutkuya dönüştüren liderler alıyor.

Oyunbazın zaferi kalıcı mı?

Donald Trump’ın 2024’te ikinci kez ABD başkanı seçilmesiyle birlikte sanki sadece bireysel bir figürün değil, bir zihniyetin de küresel zaferi ilan edilmiş oldu. Kuzey Amerika’dan Latin Amerikaya, Avrupa’dan Orta Doğu’ya bu yeni nesil “bad boy(girl)” figürleri birbirlerine açıkça referans vererek ve birbirlerini destekleyerek küresel bir ittifak görüntüsü de çiziyor.

Ancak hatırlayalım ki, bu ittifakın kendisi de, temsil ettiği karakter gibi kırılganlıklar taşıyor. Donald Trump ile Elon Musk’ın birkaç ay içinde sıkı dostlar konumundan karşılıklı hakaretleşmeye geçmesi, bu oyunun dikiş tutmayan doğasını da açık ediyor. Çünkü oyunbaz tipi kolektif değil, rekabetçidir. İktidarı paylaşmaya değil, göstermeye meyillidir. Sonunda biri sahnede daha çok alkış almak istediğinde, ortaklıklar hızla rekabete dönüşebilir.

Kaldı ki, oyunbaz liderin büyüsü, kuralları küçümsemesine, provokasyonlara ve gösterilere dayanır. Ama bu oyun sürekli tekrar ettiğinde, etkisini kaybeder. Kural tanımazlık sıradanlaştıkça, izleyici yorulur. Gerçek sorunlar karşısında çözüm değil, sadece dikkat dağıtan performanslar sunan bir figür, zamanla güven değil bıkkınlık üretmeye başlar. O yüzden oyunbazı alaşağı eden çoğu zaman doğrudan bir rakip değil, gerçekliğin ağırlığı ve halkın gitgide artan çözüm arayışıdır.

Yine de, oyunbaz tipinin cazibesi öyle kolay silinmeyecek gibi çünkü o, yalnızca spesifik liderlerde değil, zamanın ruhunda da yaşıyor. Yani, bir oyunbaz yorulup sahneden çekilse bile, sahne bu role açık kaldıkça, bir başkası seyircinin alkışına doğru yürüyecektir.

O yüzden görmeliyiz ki, oyunbaz tipi, bugünün siyasetinde geçici bir moda değil ve liderlik anlayışımızı da ciddi anlamda sorgulatıyor. Onu anlamak, kitlesel talepleri kapsamanın ve değişimin kapılarını aralamanın ilk adımı.  Asıl soru ise, bu oyunu nasıl daha yapıcı bir hale getireceğimiz.