Yaşar Özer
Söz konusu Atatürk’ü anlatmak olduğunda Attila İlhan misali “Hangi Atatürk?” diye sormak gerek. Çünkü tarihin farklı safhalarında karşımıza başka yönleriyle dikkat çeken bir Mustafa Kemal çıkar. Selanikli yetim bir çocuktan dışlanmış bir subaya, Gelibolu kahramanından apoletleri alınmış bir direniş liderine, ardından Cumhuriyet’in kurucusuna kadar pek çok farklı Atatürk dönemi görürüz. Bugün 10 Kasım 2025 ve ölümünün 87. yılında onu bir döneminden ziyade pek de bilinmeyen değişmez bir tavrıyla anlatmak istedim: Demokrat Atatürk.
Türkiye Cumhuriyeti, 102 yılı geride bırakmış olmasına rağmen, hâlâ demokrasi sınavı verdiğimiz günlere şahit olabiliyor. Cumhuriyet bir yönetim şekli fakat demokrasi, yıllar önce ustaların da dediği gibi “narin bir çiçek”. Bu yüzden onu toplum olarak ancak içselleştirdiğimizde mümkün kılabiliriz. Ben de buradan yola çıkarak bu 10 Kasım’da Gazi Paşa’yı demokrat kimliğiyle yazmak istedim. Bu noktada yine Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet yıllarında çok önemli isimlerden biri olan bir adamı referans alacağız. Gazi Paşa'nın demokrasi ile ilişkisini, kadim dostu Ali Fuat Cebesoy'un ifadeleriyle anlatacağız. Çünkü onun yaklaşımı, yüz yıl sonra bile nesillere örnek olacak nitelik taşıyor.
Ali Fuat Cebesoy, düşman işgali sırasında İzmit'ten Ankara'ya ilerleyen İngiliz birliklerine ateş açma emrini veren ilk komutandı. Yani Kurtuluş Savaşı'nı fiilen başlatan ilk komutan. Ancak onun Atatürk'le olan hikâyesi, yıllar öncesine, Harp Okulu sıralarına kadar uzanıyor. Aynı sınıfta öğrenci olmuşlardı ve Atatürk'ün kadim dostuydu. Gazi Paşa, gençlik dönemlerinde Cebesoy ailesinin Üsküdar’daki evlerinde defalarca kalmış, aile hasretini bir anlamda onların yanında gidermişti. Yıllar sonra yaşamının son günlerinde bile Cebesoy’u hep yanında istemişti. Bir ömür süren bu dostluk, Milli Mücadele yıllarında çok kritik roller oynayacak ve Cebesoy'u, Atatürk'ün hayatının en önemli tanıklarından biri yapacaktı.
23 Nisan 1920'de kurulan ilk Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin mebusları, tahmin ettiklerinden çok daha farklı bir Mustafa Kemal'le karşılaştılar. Misak-ı Milli'yi anlatan o Mustafa Kemal, güçlü güçsüz ayırmaksızın itiraz eden herkese demokratik bir şekilde yanıt veriyordu. Ali Fuat Cebesoy hatıralarında Atatürk’ün bu üslubunun insanları fazlasıyla etkilediğini ve Milli Mücadele’ye ikna etmek açısından kritik bir rol oynadığını söylüyor.
Demokrasinin Atatürk'ün ruhuna işlediğini söyleyen Cebesoy, Milli Mücadele çağrısı yapıldıktan sonra, Türkiye'nin dört bir yanından gelen temsilcilerin çok farklı bir Mustafa Kemal beklediklerini söylüyor. O günleri anlatan Cebesoy, Atatürk için mebuslara "Nasıl bir adam?" diye sorduğunu ifade ediyor. Aldığı cevaplar Atatürk’ün yaklaşımını çok net bir şekilde ortaya koyuyor.
Biz zannettik ki diyorlar, kılıcı belinde bir kumandan. Emir verecek, gidin oraya, gelin buraya diyecek. Halbuki bambaşka bir Mustafa Kemal var. Kuvvetli bir devlet adamı. Hiç bıkmıyor, suallerimize cevap veriyor. Bizim en tereddüt ettiğimiz noktaları aydınlatıyor. Ve emin olun ki diyor, büyük bir imanla gidiyoruz.
Cebesoy, Atatürk'ün üslubu ve konuşmalarının insanların içini ferahlattığını aktarıyor. "Bravo paşam” diyerek Mustafa Kemal Atatürk’ü tebrik eden Cebesoy, şu ifadeleri kullanıyor: "Çok yorulmuşsunuz, çok parlamenter iş yapmışsınız, daha meclis toplanmadan ve siz de İstanbul’a gitmeden bunların hepsi birleşip, kalkıp İstanbul’a gidiyorlar. Ne güzel dedim bu, bravo dedim. ‘Bunu hangi mektepte öğrendiniz siz?’ diye sordum. Atatürk cevap verdi: ‘Bilirsin’ dedi; ‘hem askerlik yapardık hem de siyaset yapardık harp okulunda. Konuşmasını çok severdik, böyle ikna etmek için çalışırdık. Bak, şimdi işimize yarıyor.’”
Ali Fuat Cebesoy’un hatıralarının bu kısmını okuduğumuzda kudretli bir liderle karşılaşıyoruz. Ancak asla “dediğim dedik” bir adam değil bu. Gelen temsilcileri üslubuyla memnun eden, onların lisanını konuşan bir Mustafa Kemal Paşa var. İnsanlar bu yüzden hayret ediyorlar. Çünkü Cebesoy’un da dediği gibi, sadece emir veren ve “şunu yapın, bunu yapın” diyen bir Mustafa Kemal bekliyorlar. Tanıştıktan sonra “Bu adam nereden geldi? Nasıl oldu?” diyorlar. Üstelik bunlar daha Büyük Millet Meclisi kurulmadan önce olan şeyler. Birinci Dünya Savaşı’nın galip devletleri tarafından işgal edilmiş, hiç kimsenin hak tanımadığı o milletin temsilcileri söylüyor bunu.
Tarihin en zor şartları altında bir milleti kendi etrafında toplamayı başarmış bir Mustafa Kemal Paşa’dan bahsediyoruz. Üstelik silahıyla, kılıcıyla, tepeden hükmeden sözleriyle yapmıyor bunu. Demokrasi yanlısı olan, demokrat Atatürk olarak yapıyor. Sonuç olarak karşımıza şu çıkıyor: Üslup, bugün olduğu gibi o gün de her şey demek ve belli ki Mustafa Kemal Paşa bunu çok iyi biliyor.
Kılıç Ali’ye göre cinayet, Ali Şükrü Bey’in aşırı muhalif tutumunun ve Osman Ağa’nın Gazi’ye bağlılığının bir trajediye dönüşmesiydi. Mustafa Kaptan’ın anlatımına göre, Ali Şükrü Bey bir gün Osman Ağa’ya Mustafa Kemal’den ülkeyi “kurtarmak” gerektiğini söylemiş, bu sözler Osman Ağa’yı öfkelendirmişti. Bunun üzerine Ali Şükrü Bey tuzağa düşürülüp boğularak öldürülmüştü. Cesedi daha sonra Ankara civarındaki Mühye Köyü’ne gömüldü.
Olay sonrası Giresun Müfrezesi lağvedildi; Gazi’nin korunması İsmail Hakkı Bey komutasındaki tabura devredildi. Bu tabur, ilerleyen dönemde Muhafız Alayı adını aldı.
Tüm bu olaylar, Mustafa Kemal Atatürk’ün hiçbir istisna tanımadan hukukun gereğini yerine getirilmesini istediğini gösterir. Onun için adalet, devletin temeli olduğu kadar Cumhuriyet’in de en önemli mirasıydı.
· Bilinmeyen Hatıralar, Kuva-yı Milliye ve Cumhuriyet Devrimleri, Ali Fuat Cebesoy
Hazırlayan: Osman Selim Kocahanoğlu, Temel Yayınları
· Atatürk’ün Sırdaşı Kılıç Ali’nin anıları
Derleyen: Hulûsi Turgut, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

© 2025 Scrolli. All Rights Reserved. Scrolli Media Inc
