0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
0
0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
0
0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
0
%

Katolik kod:

Tekno-elitlerin hedefi Roma 2.0 mı?

Büşra Begçecanlı

Tarih boyunca egemen güçler yeni toplumsal düzenleri halka kabul ettirmek için dini sıklıkla bir araç olarak kullandı. Roma İmparatoru Konstantin'in 4. yüzyılda Hristiyanlığı resmi din ilan etmesi, imparatorluğun parçalanmış yapısını dini birlikle pekiştirdi ve pagan gelenekleri dönüştürerek merkezi otoriteyi meşrulaştırdı.

Benzer şekilde Ortaçağ Avrupa'sında Katolik Kilisesi, feodal sistemi Tanrı'nın iradesi olarak sunarak soyluların hakimiyetini köylü kitlelere kabul ettirdi ve sosyal hiyerarşiyi ilahi bir düzen olarak kutsadı. Örneklerimiz, dinin kitleleri mobilize etmek ve radikal değişimleri yumuşatmak için nasıl stratejik bir rol oynadığını gösteriyor.

Günümüzde Silikon Vadisi'nin tech elitleri de tarihin izinden gidiyor. Liberal demokrasiyi eleştirerek “üretken aristokrasi” adını verdikleri bir elit yönetim modelini savunuyorlar. Kısacası teknolojik inovasyon ve sermaye odaklı bir düzen, büyük şirketlerin devlet üzerinde hakimiyet kurduğu bir yapı. Ancak bu vizyonu gerçekleştirmek için demokrasinin temel unsuru olan bir şeye ihtiyaçları var; halk desteği. MAGA hareketi bu noktada kritik bir araç haline geliyor. Trump'ın popülist mirasını aşarak elitleri işçi sınıfı tabanıyla birleştirmeyi arzulayan tech elitleri, oy gücünü elde etmek ve muhafazakar kitleleri ikna etmek amacıyla Katolik söylemi tercih etti. Vance'in 2019'daki Katolik dönüşümü gibi. İşçi hakları ve aile değerleri gibi tarihsel Katolik sosyal öğretileri modernleştirerek yapay zeka (YZ) ve yeniden sanayileşme vaatlerini dini bir çerçevede sunuyorlar ki böylece yeni düzen halka “kurtarıcı” bir misyon olarak kabul ettirilsin.

J.D. Vance

Aristopopülizm: Elit yönetim ve taban bağlantısı

2019 yılında Ohio'nun küçük bir kasabası olan Rockbridge yakınlarında sessiz bir tatil köyünde toplanan küçük bir grup sağcı vizyoner, Amerikan siyasetinin geleceğini şekillendirecek bir tohum ekti. Silikon Vadisi milyarderi Peter Thiel ve o dönem yatırımcı olarak tanınan JD Vance tarafından düzenlenen bu gizli zirve, MAGA hareketini Donald Trump'ın kişisel karizmasının ötesine taşımayı amaçlıyordu. Katılımcılar arasında hedge fon varisi Rebekah Mercer, Fox News sunucusu Tucker Carlson ve ekonomist Oren Cass gibi isimler yer alıyordu. Ancak toplantının en belirleyici figürü, Arizona'lı sigorta girişimcisi Chris Buskirk'tü. Buskirk, düşük profilli bir muhafazakar medya figürüydü ancak kısa sürede bu grubun organizasyonel beyni haline gelecekti.

Bu zirve, Rockbridge Network'ün doğuşuna zemin hazırladı. Kamuoyuna kapalı, web sitesi bile olmayan bir örgütlenmeydi ancak zamanla Cumhuriyetçi Parti içindeki en etkili güçlerden biri haline geldi. Amaç, Trump'ın popülist dalgasını kalıcı bir siyasi koalisyona dönüştürmek ve seçmenler, bağışçılar ve adaylardan oluşan bir boru hattı kurarak partiyi radikal bir şekilde yeniden yapılandırmaktı. Buskirk, bu süreçte kilit rol oynadı. Zirveden dönen enerjisiyle solcu örgütlenme kılavuzlarını inceleyerek sağın “koordinasyon sorunu”nu çözmeye odaklandı. O, zengin elitlerin yabancılaştığı bir dönemde bu grubu muhafazakar tabanla birleştirmenin yollarını aradı.

Chris Buskirk

Buskirk'ün felsefesi “aristopopülizm” olarak adlandırılan tartışmalı bir kavramda somutlaşıyor. Popülizm ile elit yönetim arasında bir sentez. Ona göre her toplumda elit kaçınılmazdır, ya sömürücü bir oligarşi ya da üretken bir aristokrasi. Buskirk, 2023'te yayımladığı “America and the Art of the Possible” kitabında da bunu savunuyor. Tarih boyunca yenilikçi dönemler, ülkeyi iyi yöneten ve herkesin refahını sağlayan “uygun elitler” tarafından sürüklenmiştir. Klasik Yunan anlamında aşağılayıcı olmayan bir aristokrasi. Bu yaklaşım, MAGA'nın anti-elitist retoriğini tersine çeviriyor. Zengin kapitalistleri işçi sınıfının temsilcisi olarak konumlandırarak onların çıkarlarını tabanınkiyle bağdaştırıyor.

Rockbridge bu vizyonu somutlaştırmak için anketçiler, veri analizcileri, çevrimiçi reklamcılar ve hatta bir belgesel film kolu toplamış durumda. Özellikle seçmen tabanı verilerini toplama süreci örgütün gizli bir gücü. Doğa grupları, kiliseler ve küçük işletme sahipleri gibi siyaset dışı üyelikler üzerinden potansiyel seçmenlerin derin profillerini derliyorlar. Bu veritabanı, demografik veriler, davranış kalıpları ve ilgi alanlarını analiz ederek düşük katılım oranlı işçileri kişiselleştirilmiş mesajlarla mobilize etmeyi sağlıyor. Bir tür online satış hunisi gibi. Güven ilişkisi kurup fayda sunarak siyasete çekiyor.

Peter Thiel

Temel formül basit ama etkili: “Beyin + para + taban.” Beyin, stratejik fikirleri ve düşünce liderliğini temsil ediyor. Buskirk'ün kendisi gibi taktisyenler veya Vance gibi post-liberal entelektüeller. Para kısmı ise Thiel ve Mercer gibi milyarderlerin finansal gücünü işaret ediyor ki bu kaynaklar Rockbridge'in veri analizcilerini finanse ediyor. Bu para akışının en büyük ayağı Buskirk'ün kurduğu 1789 Capital adlı risk sermayesi firması. Adını Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi'nin yılından alan bu firma, “vatansever kapitalizm” mottosuyla anti-woke şirketlere ve Trump gündemine bağlı start-up'lara yatırım yapıyor. Nadir toprak madenciliği, YZ destekli silah fabrikaları ve 3D roket yakıtı gibi alanlarda yaklaşık 30 şirkete fon sağladı. Trump Jr.'ın da ortak olduğu 1789 Capital, yüz milyonlarca dolar toplayarak 1 milyar dolarlık varlığa ulaştı. Böylece elitlerin ekonomik gücü siyasi etkiye dönüşebiliyor. Bu formülde elitlerin ihtiyaç duyduğu tek şey taban.

Demokraside seçim kazanmak için popülist taban şarttır zira elitler tek başına oy çoğunluğu elde edemez. Irak Savaşı sonrası yabancılaşmış, taşeron mağduru işçilerden oluşan MAGA tabanı bu boşluğu dolduruyor. Buskirk, Michigan'daki fabrika kapanışlarını bizzat gözlemleyerek bu kitleyi “Amerikan Rüyası”nın kaybı üzerinden harekete geçiriyor. Düşük ücretli işler, göçmen rekabeti ve ekonomik eşitsizlik. Ancak asıl amaç, bu tabanı elit hakimiyetine entegre etmek. Büyük şirket-küçük devlet modelini meşrulaştırmak. Bu modelde devlet regülasyonları küçültülür, vergiler düşürülür ve tech devleri (YZ fabrikaları, savunma start-up'ları) ulusal gücü ele geçirir. İşçiye vaat edilen Firehawk Aerospace gibi “yeniden sanayileşme” yatırımları aslında orta sınıfı restore etme kılıfıyla elitlerin ekonomik motorunu serbest bırakır.

Aristopopülizm sadece bir teori değil, Rockbridge'in veritabanları üzerinden pratik bir strateji. Buskirk'ün vizyonu, Trump'ın ikinci dönemini finanse eden bu ağı 2026 ara seçimleri ve 2028 başkanlığı için hazırlıyor. Elitler yönetimde tırmanırken taban “vatansever kapitalizm”le bağlı tutuluyor.

Papa Francis Prevost

Papa'nın rolü: YZ, işçi hakları ve sanayi devrimi paraleli

Tarih, Katolik Kilisesi'nin toplumsal dönüşümlere müdahalesinde tekrar eden bir desen gibi. Sanayi Devrimi'nin kaotik yıllarında Papa Leo XIII'ün işçi haklarını savunan öncü sesi, bugün Papa Francis Prevost’un YZ çağındaki uyarılarında yankılanıyor. Bu iki papa aralarında bir asırdan fazla zaman olsa da benzer bir vizyonu paylaşıyor. Teknolojik ilerlemenin insan onurunu ve emeği ezmesine karşı direnç. Bu paralellik tesadüfi değil. Katolik sosyal öğretisinin derin köklerinden kaynaklanıyor ki bu gelenek her dönemde adaletsizliğe karşı kiliseyi konumlandırıyor. Papa Francis Prevost, sıklıkla Leo XIII'ü örnek alarak YZ'nin yarattığı iş kaybını eleştirirken emek dünyasını korumanın ilahi bir görev olduğunu vurguluyor.

Sanayi Devrimi'nin zirvesinde, 1891'de Papa Leo XIII'ün yayımladığı Rerum Novarum ansiklopedisi, dönemin kapitalist sömürüsüne karşı bir manifesto niteliğindeydi. Fabrika sisteminin işçileri makineleşmiş kölelere dönüştürdüğü bir çağda Leo XIII, adil ücret, sendika hakkı ve çalışma koşullarının iyileştirilmesini savundu. “Emek, sermayenin basit bir aracı değil, insan onurunun bir parçasıdır.” diyordu. Bu belge, Katolik Kilisesi'ni sosyal adaletin öncüsü haline getirerek, Avrupa ve Amerika'daki işçi hareketlerini güçlendirdi. ABD'deki Katolik sendikaların temelini attı. Leo XIII, makineleşmenin işçiyi marjinalleştirmesine karşı hem uyarıyor hem de işçileri mobilize ederek radikal söylemleri yumuşatıyordu. Bu strateji, bugün YZ'nin otomasyonla milyonlarca işi tehdit ettiği bir bağlamda tanıdık geliyor.

Papa Francis Prevost bu mirası bilinçli bir şekilde sürdürüyor. Göreve geldiğinden beri işçi haklarını kilisenin gündeminin merkezine yerleştirdi. YZ'ye odaklanan söylemleri ise Leo XIII'ün yolundan gidiyor. Temmuz 2025’te Vatikan'ın düzenlediği “AI for Good” konferansında Papa YZ'yi “insan onuru ve emek” bağlamında ele alarak insan merkezli YZ çağrısında bulundu. Ayrıca X’te yaptığı bir paylaşımda YZ şirketlerine seslenerek, “Teknolojik yenilik, ilahi yaratılış eylemine katılımın bir biçimi olabilir. Etik ve ruhani bir ağırlık taşır, çünkü her tasarım seçimi insanlığa dair bir vizyonu ifade eder.” dedi.

Tech elitleri Papa’nın söylemi ustaca kullanarak işçiyi kendi vizyonlarına çekiyor. Vance'in 2019'daki Katolik dönüşümü bu stratejinin bir parçası. JD Vance gibi figürlerin ön planda olduğu Trump dönemi işçi sendikaları konusunda tarihsel Katolik sosyal öğretisini temel alan karmaşık stratejiler izliyor. Papa Leo XIII'ün 1891'deki Rerum Novarum ansiklopedisiyle başlayan bu gelenek, sendikaları emeğin korunması ve insan onurunun parçası olarak savunurken günümüzde Vance post-liberalizm akımıyla bu öğretiyi modernleştirerek “muhafazakar işçi politikaları”na entegre ediyor. İşçiyi korumacı yasalar, asgari ücret artışı ve aile desteği vaatleriyle muhafazakar işçileri çekiyor. Thiel'in Hristiyanlık övgüleri ve Antichrist söylemi ise muhafazakar işçiyi “küresel tehditlere karşı” birleştirirken Papa’nın emek vurgusunu “vatansever kapitalizm”e entegre ediyor. Kilise veritabanları üzerinden işçiyi mobilize eden Rockbridge Network Papa'nın mesajını yankılıyor; insanın onurlu emeği YZ fabrikaları. Sonuçta elitler demokrasiyi elit filtreli hale getiriyor. Papa'nın mirası yeni bir düzenin meşrulaştırıcısı mı oluyor?

Evrensel “Roma 2.0” mı geliyor?

Bu vizyon, merkezi-teknoloji destekli bir düzen, uzay iletişim ve YZ gözetimiyle küresel hakimiyet kuran bir imparatorluk yani “Roma 2.0” mı?” sorusunu akıllara getiriyor. Tarihsel paralellikler uyarıyor. Roma İmparatoru Konstantin'in Hristiyanlığı resmi din yaparak imparatorluğu birleştirdiği gibi ya da Ortaçağ'da Kilise'nin feodal sistemi Tanrı'nın iradesi diye meşrulaştırdığı gibi din yeni düzenleri kabul ettirmek için kullanıldığında güç dengesi kalıcı olarak değişebilir. Bugün Silikon Vadisi'nin Hristiyanlık yükselişi ve Vatikan'ın YZ etik müdahalesi ile işçi sınıfını mobilize etmesi benzer bir dinamiği işaret ediyor.

Roma İmparatorluğu'nda her şey İmparator'dan çıkardı. Eyaletler merkezi emirle yönetilirdi. Şimdi Thiel ve Vance'in post-liberal vizyonu benzer bir şey öneriyor; tech milyarderleri ülkeyi (hatta dünyayı) yönetmeli. Uzaydan iletişimde, Musk'ın Starlink'i küresel erişimle “tek yerden” veri akışını kontrol etme amacında. Trump yönetimi uzay yatırımlarını teşvik ederken bu Roma'nın haberleşme ağı gibi işliyor. Kripto ile ekonomi ise Thiel'in vizyonunda elit kontrollü bir dijital imparatorluk yaratıyor. Kripto dostu regülasyonlar ve yatırımlar, YZ entegrasyonuyla yeni bir finans sistemi kuruyor. Bu Roma 2.0 tam bir “tech imparatorluğu.” Merkezi hakimiyet, uzay iletişimle küresel erişim, kripto/YZ ile ekonomik hakimiyet. Elitler “kurtarıcı” rolünde, taban ise sadık lejyonerler.