0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
0
0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
0
0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
0
%

Hürriyet 4.0:

Demokrasi gecikmiş bir güncellemeyi mi bekliyor?

Burak Dalgın

'Ne efsunkâr imişsin âh ey didâr-ı hürriyet'

-- Namık Kemâl

Brüksel’de ılıman bir sonbahar günü. Liberal House’un açılışı için binaya yürürken zihnimde bir soru: ‘21. yüzyılda hürriyet mücadelesi ne demek?’ Açılışta çeşitli ülkelerden siyasetçi ve kanaat önderleriyle sohbet ederken soru daha da çetrefilleniyor: ‘2050’de daha hür bir dünyada yaşayacak mıyız?’

Endüstri 4.0, yani dördüncü sanayi devrimi, artık dilimize yerleşmiş bir terim. Buhar makinasının temsil ettiği ilk ‘mekanik’ sanayi devrimi (1780’ler); demiryolu, telgraf ve otomobilin temsil ettiği ikinci ‘seri imalat’ odaklı sanayi devrimi (1880’ler); mikroçip ve bilgisayarın temsil ettiği üçüncü ‘dijital’ sanayi devrimi (1980’ler); ve nihayet siber ağlar, nesnelerin internet ve makina öğrenmesinin temsil ettiği ‘bilgi’ odaklı sanayi devrimi (2010’lar).

Bence bunu hürriyetlere de uyarlamak mümkün: Hürriyet 4.0, yahut dördüncü hürriyet mücadelesi! Nitekim insanlık tarihinin başından beri değişimi aynı sırayla yaşıyoruz: önce teknolojik bir dönüşüm yaşanıyor, onu ekonomi izliyor, ardından da toplum yapısı yeni şartlara göre şekilleniyor. Siyaset ve hukuki altyapı ise hayli geriden gelerek bu fiili (de facto) duruma yasal (de jure) bir çerçeve getirmeye çalışıyor.

Namık Kemal

Hürriyet mücadelesinde birinci sürümü 18. yüzyıl ile başlatabiliriz. Bu dönemden bahsedince Kant’tan Voltaire’e, Smith’den Jefferson’a uzanan pek çok isim aklımıza gelecektir. Nitekim klasik liberalizmin temel kavramları olan hukukun üstünlüğü, bireysel haklar, sınırlı hükümet, ifade hürriyeti, serbest piyasa ekonomisi gibi kavramlar bu dönemde ortaya atıldı, hatta uygulama imkanı buldu.  Ülkemizdeki yankıları neredeyse bir asır sonra Midhat Paşa, Namık Kemâl ve Sakızlı Ohannes Paşa gibi isimlerle gerçekleşti.

İkinci sürümü II. Dünya Savaşı çerçevesinde ele alabiliriz. I. Dünya Savaşı sonrası yükselen faşizm ve nasyonel sosyalizm, önce Avrupa’nın sonra tüm dünyanın sürüklendiği felaket ve ardından kurulan 'liberal uluslararası sistem’. İki büyük mücadele, yani Büyük Buhran’dan (1929 krizi) çıkış ve II. Dünya Savaşı esnasında ABD Başkanı olan Franklin D. Roosevelt’in 1941’deki ‘Dört Hürriyet’ konuşması bu sürümü özetliyor: ifade özgürlüğü, ibadet özgürlüğü, yoksulluktan özgürlük ve korkudan/ baskıdan özgürlük. Bu dönemin sembolleri arasında Birleşmiş Milletler ve Dünya Bankası/ IMF gibi kurumları, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi gibi metinleri sayabiliriz.  Ülkemizdeki en temel yankısı, 1950’de ilk serbest çok partili seçimlerin yapılması ve iktidarın kansız-kavgasız şekilde el değiştirmesi.

ABD'den Irak'a düzenlediği 'Shock and Awe' saldırısı. Irak, Bağdat. 2003 (CNN International)

Üçüncü sürümü 1980’lere ve Soğuk Savaşın bitişine tarihleyebiliriz. Demir perde 1989’da Berlin Duvarı’nın yıkılışıyla son buldu. Hemen ardından Sovyetler Birliği dağıldı. Dünyada Reagan/ Thatcher ile başlayan, sonra Clinton/ Blair ile özdeşleşen bu dönem ülkemizde önce Özal sonra da AB adaylık süreci ile yankılandı. ‘Dünya artık tek kutuplu olacak’, ‘tarihin sonu geldi’, ‘küreselleşme hız kesmeden sürecek’ tahminleri her yerdeydi. Ancak bu durum 11 Eylül terör saldırısı, II. Irak Savaşı, 2008 Küresel Finans Krizi, Çin’in aralıksız yükselişi, Brexit’in gerçekleşmesi ve Trump’ın seçilmesiyle şüpheye düştü.

Nihayet, geliyoruz günümüze – yani, dördüncü sürüme. Bir diğer deyişle, hürriyet krizine.

Donald Trump

Hürriyet krizi

‘2050 yılında daha hür bir dünyada mı yaşayacağız?’ 1’den (hayır, çok daha kötü olacak) 10’a (evet çok daha iyi) kadar puan verseniz ne derdiniz?

Liberal House açılışında dünyanın dört yanından gelen ve hürriyetçi demokrasi üzerine çalışan siyasetçilerin/ kanaat önderlerinin ortalama puanı 5.6 çıktı. Yani bu meselenin öncülüğünü yapan kişiler bile geleceğe dair tam bir kararsızlık halinde. Halbuki, benzer bir heyete 2000 yılında 2025 senei için bu soru sorulsaydı, eminim çok daha yüksek bir puan çıkardı.

Bu durum, yaşadığımız hürriyetçi demokrasi krizinin net bir göstergesi. Nitekim, hürriyetçi demokrasi dünya üzerindeki en nadir siyasi sistem. Demokratik ülke adedi (88) otokratik ülke adedinin (91) gerisinde. Dünya nüfusunun yüzde 72’si otokratik yönetimler altında yaşıyor (doğduğumdan beri zirve!). 2024’de 44 ülke ifade hürriyetinde gerileme yaşadı.

Peki neden böyle? Dört başlıkta açıklayayım.

Birincisi, siyasi açıdan, kural bazlı uluslararası sistem işlemiyor. ABD ve Çin revizyonist, Rusya bozguncu, Avrupa Birliği pasif, (biz de dahil) orta güçler haklı olarak pragmatik işbirlikleri yapıyor ama düzen kuracak güçten yoksunlar. İnsan hakları ve demokrasi gibi kavramlar anlamlarını kaybetti. Batılı hükümetlerin Gazze’deki insanlık faciasına verdikleri/ vermedikleri tepkiler, ahlaki üstünlük iddialarını tamamen çökertti. Kant’ın değil Hobbes’un dünyasında yaşıyoruz.

Üstelik, bu kez hürriyete yönelik riskler eskiden olduğu gibi hükümdar veya kilise gibi tek bir güç odağından gelmiyor. Bireyler adeta bir Bermuda Şeytan Üçgeni’ne sıkışmış halde: (i) hükümetler eliyle tekno-otokrasi (vatandaşlık puanı, ‘1984’); (ii) teknoloji devleri (big-tech) eliyle tekelleşme ve amaçsız eğlence (‘Cesur Yeni Dünya’); ve (iii) deepfake, dezenformasyon, itibar suikasti gibi yöntemlerle dijital anarşi. Salt bir karşıtlık veya bilek güreşi yerine, kamusal alanı yeniden tarif eden bir yaklaşım gerekiyor.

İkincisi, ekonomik açıdan, küreselleşme ve  serbest ticaret yerini stratejik otonomi ve ekonomik güvenlik vurgusuna bırakıyor. ABD strateji metinleri ‘Ekonomik güvenlik, milli güvenliktir‘ diye başlıyor, Çin’in kalkınma planı ‘Kalkınma güvenliğin temeli, güvenlik kalkınmanın ön şartıdır’ sloganı üzerine kuruluyor, Avrupa Birliği -özellikle Rusya/ Ukrayna savaşı sonrasında- stratejik alanlarda bağımsızlık geliştirmeye çalışıyor. Gümrük tarifeleri, sektör şampiyonları, sanayi politikaları, kamunun şirketlerden hisse alması gibi konular günlük hayatımıza girdi bile.

Macron

Küreselleşmenin nimetlerinden yararlanamayan ve temel dertleri (barınma, eğitim, istihdam) konusunda sorun yaşayan orta sınıflar müesses siyaset tarafından görmezden geliniyor. Genç nesil modern tarihte ilk kez ebeveynlerinden daha az kazanma riskiyle karşı karşıya. Tabiatıyla, çözüm sunmasalar bile dertlerini sahiplenen ve tepkilerini dile getiren otoriter hareketlere sempati duyuyorlar. Üstelik, bu sıkıntıları aşmak için düşünülebilecek evrensel temel gelir gibi çözümlerin de riskleri var. Huxley’in Cesur Yeni Dünyayı Ziyaret eserinde dediği gibi: “Kanatlarını kullanmak zorunda kalmadan geçimini iyi şekilde sağlamanın yolunu öğrenmiş her kuş, kısa zamanda uçma ayrıcalığından feragat edecek ve sonsuza dek yerde kalacaktır.”

Üçüncüsü, fikir hayatı açısından, liberalizm artık ‘cool’ yahut öncü değil. Gelişmiş ülkelerde aşırı sağ yahut popülist olarak nitelenen kanaat önderleri veya sloganlar özellikle gençler arasında çok daha popüler. Mesela, Fransa’da emeklilerde Macron, gençlerde Le Pen önde çıkıyor.  Liberal House açılışında ifade edilen bir soru manidardı: ‘Aklınıza gelen hürriyetçi kanaat önderleri/ düşünürler kimler?’. Çoğumuzun aklına gelen isimlerin çok uzun süre önce ölmüş kişiler olması meseleyi çok iyi özetliyordu.

Bazı gelişmekte olan ülkeler için ‘mühendislerin yönettiği ve iş üreten’ Çin, ‘avukatların yönettiği ve laf üreten’ ABD’den de ‘bürokratların yönettiği ve hep başkalarına nasihat veren’ Avrupa Birliği’nden de daha makbul bir model sunuyor.

Nihayet, dördüncüsü, seçmen hissiyatı açısından, radikal belirsizlik ortamında vatandaşlar güçlü liderlere ve müesses sisteme alternatif siyasi hareketlere sarılıyorlar. Zira yaşadığımız dönem tam manasıyla belirsiz-- öngörülebilir ve hesaplanabilir risklerden değil hayatın doğal parçası olmuş, her şeyi mümkün hale getiren, aşırı sisli bir yolda araba kullanmaya benzer bir halden bahsediyoruz.

Üstelik bu belirsizlik tarihte daha önce yaşanan benzerlerine göre çok daha radikal. Zira, değişimin hızı öncekilerle kıyaslanamayacak bir seviyede. Çeşitli teknolojilerin icatlarından sonra 100 milyon kullanıcıya ulaşma hızına bakalım: telefon 75 yıl, otomobil 33 yıl, cep telefonu 16 yıl, internet 7 yıl. Uygulamalar için durum daha da dramatik:  Whatsapp 40 ay (3.5 yıl), TikTok 9 ay, ChatGPT ise sadece 2 ay. Üstelik, yeni teknoloji ilk kez insan türüne biricik olduğunu düşündüğü alanda rakip oluyor: zeka. Sanayi Devrimi’nde işsiz kalmaktan korktukları için dokuma makinalarını parçalayan tekstil işçilerinin durumuna düşmemiz mümkün.

Reçeteler

Hürriyet krizine karşı çeşitli çözüm önerileri geliyor. Kendisini ‘siyaset filozofu’ olaran tanımlayan Sven Gerst bunları dört başlık altında toplamış. Güzel bir derleme olduğunu düşünüyorum.

Birincisi, bolluk bereket (abundance) liberalizmi. Odağında refah yaratmak var. Barınma, enerji, yenilikçilik, altyapı gibi kritik alanlarda hızlı adımlar atmayı hedefliyor. Temel yöntemi arzı artırmak. Bunun için sadece deregülasyonu değil inşa eden bir kamuyu da gerekli görüyor.

Bu görüşe yakınım. Zira bireyin güçlenmesinin, toplumsal toleransın artmasının ve hürriyet alanının genişlemesinin ancak topyekün bir zenginleşme ile mümkün olduğunu düşünüyorum. Nitekim, Türkiye’nin mevcut ‘talep baskılama’ odaklı ekonomik programına ilk günden itiraz ettim ve ‘arzı artırma’ hedefli, orta direk odaklı, iş yamayı kolaylaştıran ve dolayısıyla bolluk-bereketi artıran bir yaklaşım önerdim. Kalkınma planlarının tüm toplumu harekete geçiren bir seferberlik şeklinde kurgulanması gerektiğini ifade ettim ve bu doğrultuda bir eylem planı hazırladım. Teknolojik atılımın, ‘takip değil sıçrama’ prensibiyle yapılması gerektiğini söyledim ve bir eylem planı da bu alanda hazırladım.

İkincisi, devlet kapasitesi (state capacity) liberalizmi. Devletin sadece problem kaynağı değil, problem çözme mekanizması da olabileceğini iddia ediyor. Estonya veya Tayvan’daki gibi, devletin vatandaşın günlük hayatını kolaylaştırmasını hedefliyor. Bu doğrultuda, neoliberal yaklaşımdan (Hayek’in teorisi, Musk’un DOGE’u) farklılaşıyor.

16 Mart 2023’de İzmir İktisat Kongresi’nde Yeninin Yürüyüşü başlıklı bir konuşmamda katalizör devlet kavramını vurgulamıştım:

“İcraatları sorgulanamaz Tanrı devletin 21. yüzyılda yeri yok. Her şeye karışan, bazen seven bazen döven, baba devletin de yeri yok. Ahbap-çavuş ilişkilerinde boğulan, herkese istihdam sunan, girişimciye rakip çıkan işletmeci devletin de yeri yok. Kağıt, mühür, imza ile ayak bağı olan devletin zaten yeri yok. Ama kalkınmayı boş veren, rekabetin kurallarını koymayan, tüketiciyi korumayan devletin de 21. yüzyılda yeri yok. Yeni devlet şefaf işler ve hesap verir. Kural koyar ve işletir. Hür teşebbüsün önünü açar ve geride kalan vatandaşlarına rasyonel şekilde destek olur. Tek bir kavramla ifade etmem gerekirse, yeni devlet eşittir katalizör devlet.”

Daha sonraki bir makalemde de toplumumuzda sıkça kullanılan ‘devlet aklı’ yerine ‘devlet kapasitesini’ hedeflememiz gerektiğini ifade ettim:

“Her şeyi bilen, kadir-i mutlak ve gizemli bir üst akla değil; milletimizi 21. yüzyılın fırsatlarına hazırlayabilen, meydan okumalarından koruyabilen, sürekli öğrenen ve kapsayıcı bir kurumsal kapasiteye ve çağa uygun bir kamu mimarisine ihtiyacımız var. Fırsatları yakalamak, meydan okumaları aşmak ve Cumhuriyetimizi/ milli egemenliğimizi ilelebet payidar kılmak için buna mecburuz.”

Üçüncüsü, ‘kara’ (dark) liberalizm. Zamanın ruhundaki popülist yöntemleri liberalizm için benimsemeyi amaçlıyor. Siyaset okuması bir arenaya benziyor: ‘biz-size karşı mücadele ediyoruz’. Bu çerçevede, teknokratlara ve elitlere karşı pozisyon alıyor, Arjantin Devlet Başkanı Milei örneğindeki gibi isyanın estetiğini benimsiyor.

Bu çetrefilli bir konu. Bir açıdan başarı getiriyor: 2016’da dünyayı sarsan Brexit ve Trump zaferlerindaki ‘eski siyaset’e karşı ‘yeni üslubun’ zaferini örnek alıyor. Değerlendirmem şöyleydi:

“Bu kampanyalar geleneksel partiler etrafında kurumsal hiyerarşiler şeklinde değil, gevşek ağlar (network) şeklinde örgütlenmişti. Bu durumun sağladığı atiklik ve hızlı manevra kabiliyeti her iki kampanya için müthiş bir taktik üstünlüğüne dönüştü.

Hem Trump hem Brexit kelimeleri çok ekonomik kullanmayı başarmışlardı. ‘Yeniden Büyük Amerika’ (#MAGA: Make America Great Again) ve ‘Kontrolü Geri Al’ (Take Back Control) sloganları kısa, net ve basitti. Trump’ın çok etkin kullandığı Twitter’daki mesajlarının bir analizi hayli manidar: 5. sınıf okuma seviyesinde bir üslup, siyah-beyaz şeklinde ele alınan meseleler, kendisi için iyi rakipleri için kötü sıfatların sıkça kullanımı ve rakipleriyle dalga geçmekten (hatta onları aşağılamaktan) imtina etmeme. Bu çok sorunlu ancak yalın dil, şüphesiz Clinton ve Cameron’un ‘sofistike’ üsluplarından çok farklıydı.

Nihayet hem Trump hem Brexit kampanyaları sokaktaki insanın dertlerini yok saymak veya uzun vadeye atmak yerine, doğrudan mesaj vermeyi başarabildiler: Çin’den ithalat, işsizlik ve göçmenler gibi konular siyasi gündemin ortasına yerleşti.”

Öte yandan, içeriğe dair söyledikleri kısıtlı olabiliyor. Halbuki, yeni siyasetin bir ambalajdan öteye gerçekten başarıı sağlamasının yolu, sadece yeni bir üslup değil, aynı zamanda yeni dünyaya uygun bir ilke ve değerler manzumesi sunmak. Yoksa, mevcut canavarlarla savaşan bir başka canavar yaratmış olururuz.

Dördüncüsü, tutarlı (thick) liberalizm. Meseleyi siyasetin ötesine taşıyarak hayatın her alanını kapsayan (ahlak, kültür, mizah) bir yaklaşıma dönüştürüyor. Çoğu liberalin aslında ‘çakma’ (fake) olduğundan dem vuruyor (yabancı komşu istememe, çocuklarına elit ortamlar hazırlama).

Konunun bu kadar geniş bir perspektife yayılmasına temkinli bakıyorum. Ancak, geleneksel siyasetin samimiyet eksiğini çok ciddi bir sorun olarak görüyorum. Daha önce de değinmiştim:

“Bu durum bazı gösterilerle törpülenmeye çalışsa da aşırı-şeffaflığı yaşadığımız bu devirde bir samimiyet sorunu ortaya çıkarıyor: uluslararası bir çevre konferansına ayrı ayrı özel jetlerle gitmek, vatandaşla teması sadece bir fotoğraf karesi vermek için yapmak, medyada birbirine ağza alınmayacak sözler söyleyip kuliste beraber kahkahalar atmak, millete belli bir eğitim ya da askerlik türünü övüp kendi yakınlarını bunlardan sakındırmak, meseleleri çözmek yerine çürümeye bırakmak ve benzerleri.”

Çıkış yolu

Brüksel’e gitmeden bir gün önce Hür Düşünce Hareketi’nin genel kurulunda kısa bir konuşma yaptım ve iki temel hususu vurguladım.

Birincisi, ‘Hürriyetçi demokrasiyi niye istiyoruz?’ sorusu. Pek çok kişinin bu temel soruya net bir cevabı yok. Hatta biraz deşip kök sebeplere gidince ‘kulağa hoş geldiği için’ (demek hala bir ölçüde ‘cool’!), ‘yabancı sermaye/ yatırım gelsin diye’ ve ‘Avrupa’dan aferin almak için’ gibi gerekçeler ortaya çıkıyor. Halbuki hürriyetçi demokrasi hukukun üstünlüğü, bireyin korunması, akılcılık, hoşgörü, rızaya dayalı idare ve serbest piyasa ekonomisi gibi pek çok değeri barındıran ve uygulaması hiç de kolay olmayan bir sistem. Bunu tekrar tekrar hatırlatmak lazım.

İkincisi, ‘Siyasi, iktisadi ve toplumsal hürriyetler bir bütündür, bölünemez’.  Bu hem önemli bir değer turnusolu, hem işleyen bir hürriyetçi demokrasi için olmazsa olmaz bir sacayağı hem de ‘sürüm güncellemelerinin’ göz önüne alması gereken bir temel kriter seti.

Çıkış yolunun ilk adımının bu prensiplere dayanması ve bir vizyon ortaya koyması gerekir. İnsanlık faşizm, nasyonel sosyalizm ve komünizm gibi zorla uygulanan ‘ütopyalardan’ çok çekti. Ancak, hürriyetçi demokrasinin bu alandaki çekincesinden sıyrılıp ‘rızaya dayalı bir hedef’ sunması gerekiyor. Aksi takdirde, tepkisellik veya basit çözümler karşısında kazanma şansı yok.

Peki, bu yeter mi? Hayır.

Bu prensipler ve vizyonun arkasında durabilmek için iradeye ihtiyaç var. Cumhuriyetimizin 10. yılı kutlamalarından çok sevdiğim bir afiş aklıma geliyor: ‘Her şeyi kendimizden bekleriz’. Bu hem genel bir prensip, hem de ülkemiz/ bölgemiz için ekstra anlamı var. Zira Batı Avrupa’nın bu konularda çözüm sunabilecek enerji, yaratıcılık ve iddiaya sahip olduğu kanaatinde değilim. Otoriter yönetimlerle, popülist siyasetle veya zayıf kurumlarla çok daha uzun tecrübesi olan Doğu/ Güneydoğu Avrupanın başarı şansının daha yüksek olduğunu düşünüyorum.

Peki, irade yeter mi? O da yetmez. İcraatçılık gerekiyor.

Günümüzün yakıcı sorularına ‘ev alamıyorsanız piyasa fiyatları düzeltir’, ‘geliriniz yetmiyorsa daha çok çalışın’ veya ‘işinizi kaybettiyseniz merak etmeyin, başka sektörlerde yeni işler yaratılacak’ gibi teorik, mesafeli ve umursamaz cevaplar vermek yerine bunların nasıl aşılacağını göstermek, hürriyetçi demokrasinin hayatta kalması için elzem. Aksi takdirde, basit çözümler, akılda kalan sloganlar ve iddialı liderlik önerenlerin kazanması şaşırtıcı olmaz.

 

Sonuç

II. Dünya Savaşı’nın muzaffer Britanya Başbakanı Winston Churchill, 11 Kasım 1947’de Avam Kamarası kürsüsünde “Demokrasi en kötü yönetim biçimidir” dedi;  ancak hemen sonra ekledi: “Bugüne kadar denenen diğer bütün yönetim şekilleri hariç tutulursa.”

Haklı olduğunu düşünüyorum. Çağa uygun ‘sürüm güncellemesi’ yapılırsa, hürriyetçi demokrasinin hala ‘en az kötü’ yönetim biçimi olduğu görüşündeyim. Çünkü insanın yaradılışı, yani aklı ve vicdanı, hür olmasını emrediyor. Tersten söyleyecek olursak, hür olmayan biri aslında insan olma vasfını da yitiriyor.   

Bu doğrultuda, hürriyet mücadelesinin süreceğine, inişli-çıkışlı da olsa ilerleyeceğine ve kendini güncelleyerek yeni meydan okumalarına yeni çözümler bulacağına inanıyorum. Nitekim, 100 bin vatandaşımızın e-devlet üzerinden imza toplayarak TBMM’ye kanun teklifi sunabilmesini sağlayan kanun teklifimi de tam da sebeple verdim.

Yazıya Namık Kemâl ile başladık, tam bu noktada yine onunla bitirelim:

Ne mümkün zulm ile bi-dâd ile imhâ-yı hürriyet

Çalış idrâki kaldır muktedirsen âdemiyetten

(Zulümle, adaletsizlikle hürriyeti yok etmek ne mümkün

Gücün yetiyorsa çalış da insanlıktan anlama yeteneğini kaldır)

Bu yazı ilginizi çektiyse, konuyla ilgili bazı yazılarım:

Yeninin Yürüyüşü (İzmir İktisat Kongresi konuşması) https://benimpencerem.com/yeninin-yuruyusu-vizyon-irade-icraat/ 

Devlet Aklı mı, Devlet Kapasitesi mi?

https://daktilo1984.com/yazilar/devlet-akli-mi-devlet-kapasitesi-mi/

Yeni Siyaset Ne Demek?

https://t24.com.tr/haber/yeni-siyaset-ne-demek,935614

Kalkınma Seferberliği: Büyük Türkiye’nin Yol Haritası

https://benimpencerem.com/kalkinma-seferberligi-buyuk-turkiyenin-yol-haritasi/