0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
0
0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
0
0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
0
%

Geleceğin ekonomisi: Star Trek mi yoksa Black Mirror mı olacağız?

Büşra Begçecanlı

Bugün, insanlık tarihindeki en dönüştürücü teknolojik sıçramalardan birinin eşiğindeyiz. Yapay zeka (YZ) ve robotik sistemler, ekonominin temel taşlarını yeniden şekillendiriyor; üretim maliyetlerini düşürüyor, enerjiyi ucuzlatıyor ve konut, sağlık, eğitim gibi alanlarda bolluk (abundance) vaat ediyor. Johns Hopkins Üniversitesi’nden Steven Teles’in Niskanen Center için hazırladığı “Varieties of Abundance (Bolluğun Çeşitleri)” raporunda bu kavram, yapay kıtlıktan kurtulup sıfır toplamlı çatışmaları aşarak “daha fazla” üretme çabası olarak tanımlanıyor. Ancak bu devrim, yalnızca teknolojik bir sıçrama değil; aynı zamanda toplumsal ve ekonomik bir sınav. AI, Star Trek’in post-scarcity (kıtlık sonrası) dünyasını mı müjdeleyecek, yoksa Black Mirror’ın distopik eşitsizlik kabusuna mı dönüşecek? Cevap, henüz belirsiz.

Değişimin eşiğinde olduğumuzu anlamak

2025’in sonlarında, yapay zeka’nın etkisi her sektörde hissediliyor. Otomotivden tarıma, sağlık hizmetlerinden eğlenceye kadar makineler insan emeğinin yerini alıyor. Örneğin Çin’de yapay zeka destekli robotlar tarımsal verimliliği yüzde 30 artırırken, ABD’de sağlık sektöründe teşhislerde hata oranı yarıya indi. Ancak bu bolluk, gölgeli bir gerçeklik barındırıyor: İşsizlik oranları, özellikle düşük becerili işlerde hızla tırmanıyor. Uluslararası Para Fonu (IMF) verilerine göre yapay zeka’nın küresel ekonomide yaratacağı 300 milyar dolarlık katma değerin yüzde 70’i yüksek gelirli ülkeler ve teknoloji devlerine akıyor. Bu, zengin-fakir uçurumunu derinleştirme riskini beraberinde getiriyor.

Peki, bu değişim neden Star Trek ve Black Mirror gibi iki uç arasında bir tartışma yaratıyor? Star Trek, yapay zeka’nın bereketiyle herkesin ihtiyaçlarının karşılandığı, eşitlikçi bir ütopyayı simgelerken, Black Mirror, teknolojiye bağımlı bir toplumda sosyal kontrol ve eşitsizliğin yükselişini gözler önüne seriyor. Bolluğun sol (Red Plenty), yeşil (Cascadian Abundance), liberal (Liberal Abundance) ve sağ (Dark Abundance) gibi farklı ideolojik yorumları, bu ikilemi daha da karmaşık hale getiriyor. Yapay zeka, enerjiyi ucuzlatıp konut krizini çözebilir mi, yoksa serveti bir avuç elitin elinde mi yoğunlaştıracak? Bu sorunun yanıtı, politik kararlar ve toplumsal tercihlerle şekillenecek. Şimdi, bu değişimin eşiğinde dururken, geleceğin hangi yöne evrilebileceğine yakından bakalım.

Ütopya ihtimali: Star Trek gibi eşitlikçi bir bolluk dünyası

Yapay zeka’nın sunduğu teknolojik devrim, insanlık için bir ütopya kapısı aralayabilir mi? Star Trek’in kıtlık sonrası vizyonu, yapay zeka’nın ekonomik bolluğu eşit bir şekilde dağıtmasıyla mümkün olabilir. Bu senaryoda, yapay zeka ve robotlar, temel ihtiyaçları ucuzlatıp erişilebilir hale getirerek, herkesin refahını artıran bir dünya yaratır. Bu eşitlikçi ideal, özellikle Red Plenty ve Cascadian Abundance gibi yaklaşımlarla hayat buluyor. Artık yapay zeka’nın bu potansiyeli, uzmanlar ve düşünce kuruluşları tarafından giderek daha ciddiye alınıyor.

Red Plenty’nin vizyonunda yapay zeka, devletin planlama kapasitesini güçlendirerek büyük ölçekli projeleri hayata geçiriyor. Bu yaklaşım, sendikaları destekleyen ve kamu yatırımlarını (örneğin nükleer santraller, modüler konutlar) işçi sınıfına fayda sağlayacak şekilde yönlendirmeyi hedefliyor. Yapay zeka, verimli kaynak dağıtımıyla “Fully Automated Luxury Communism” gibi bir geleceği destekleyebilir. Teknoloji, sıfır toplamlı çatışmaları azaltıp surplus (fazla) yaratıyor. Örneğin, yapay zeka destekli otomasyon, üretim maliyetlerini düşürerek konut krizini çözebilir.

Cascadian Abundance ise yeşil bir ütopya sunuyor. Yani yapay zekanın yenilenebilir enerji projelerini hızlandırıp sürdürülebilir kentleşmeyi desteklediğini gösteriyor. Yapay zeka, güneş ve rüzgar enerjisi üretimini optimize ederek karbon bazlı teknolojilere karşı rekabet gücünü artırabilir. Uluslararası Enerji Ajansı’na göre 2025’te yapay zeka destekli enerji sistemleri, küresel karbon emisyonlarını yüzde 15 oranında azaltma potansiyeline sahip. Bu; yoğun, transit odaklı ve tamamen elektrikli mahallelerin yaygınlaşmasını sağlayarak Star Trek’in BEREKETİNE benzer bir bolluk yaratabilir; herkes için temiz enerji ve barınma.

Bu ütopyanın gerçekleşmesi için somut adımlar öneriliyor. Evrensel Temel Gelir (UBI), yapay zekanın yarattığı üretkenliği halka dağıtabilir. OpenAI CEO’su Sam Altman, bu fikri 2025’te tekrar gündeme getirdi ve yapay zeka vergileriyle finanse edilebileceğini savundu. Elon Musk da “Siz cenneti hayal ederken çalıyor musunuz orada? İşte biz de size cenneti vaat ediyoruz.” diyerek ütoyaya inandığını vurgulamıştı. Ayrıca açık kaynak yapay zeka modelleri, teknolojinin elitlerin elinde konsantre olmasını engelleyerek bolluğu demokratikleştirebilir. Devlet kapasitesinin artırılması da kritik. Daha az prosedür, daha fazla uzmanlık ve özerklikle, yapay zeka kamu hizmetlerini etkin hale getirebilir. Eğer bu politikalar hayata geçerse yazay zeka, Star Trek’in eşitlikçi dünyasına bir köprü olabilir. İşsizlik azalır, eğitim ve sağlık herkese ulaşır.

Bu senaryo, ancak küresel iş birliği ve güçlü düzenlemelerle mümkün. Ancak bu ütopya, yapay zekanın kontrolünü paylaşma iradesine bağlı. Aksi halde, bolluk yalnızca bir hayal olarak kalabilir.

Distopya ihtimali: Black Mirror'ın eşitsiz ve kontrollü geleceği

Yapay zekanın sunduğu bolluk potansiyeli, insanlık için karanlık bir geleceğe de dönüşebilir. Black Mirror’ın distopik dünyası, yapay zekanın eşitsizliği derinleştirdiği ve bireyleri kontrol mekanizmalarıyla ezdiği bir senaryoyu gözler önüne seriyor. Bu risk özellikle Dark Abundance yaklaşımıyla kendini gösteriyor. Yapay zekanın ekonomik etkisi, uzmanlar arasında alarm zillerini çalıyor zira bolluk, yalnızca bir avuç elitin elinde konsantre olma tehlikesi taşıyor.

Dark Abundance, yapay zekanın enerji süper bolluğunu ve yenilikçi yıkımı teşvik ettiği bir vizyon olarak tanımlanıyor. Ancak bu vizyon, sermaye sahiplerine ve tech devlerine hizmet ederse eşitsizlik kaçınılmaz hale gelir. Geoffrey Hinton gibi yapay zeka öncüleri, yapay zekanın yüzde 40’a varan oranda iş etkilediğini ve gelirin büyük kısmının teknoloji şirketlerine kaydığını belirtiyor. IMF’nin 2025 raporuna göre yapay zekanın küresel ekonomiye katkısı 300 milyar doları aşarken, bu kazancın yüzde 70’i yüksek gelirli ülkeler ve büyük firmalar arasında paylaşılıyor.

Bu distopyada, yapay zekanın kontrol mekanizmaları devreye giriyor. Black Mirror’ın “Nosedive” bölümünde görülen sosyal kredi sistemi, Çin’de 2025’te 600 milyon kişiyi kapsayan bir uygulamaya dönüştü; bireylerin davranışları puanlanarak hayat standartları belirleniyor. X platformunda kullanıcılar, yapay zeka asistanların bireyleri fazla tanıdığını ve gizliliği tehdit ettiğini tartışıyor. Dark Abundance’ın “hükümeti yıkıp merkezi güçle değiştirme” önerisi, bu kontrolü artırabilir. Yapay zeka, elitlerin çıkarlarını koruyan bir araç haline gelebilir.

Eşitsizlik, iş kayıplarıyla daha da derinleşiyor. MIT’nin araştırmasına göre 1980’den beri otomasyon, ücret eşitsizliğinin ana sürücüsü oldu. YZ ile bu etki hızlandı. Düşük becerili işler yok olurken, yüksek maaşlı mühendisler kazanıyor. Dark Abundance’ın yenilik odaklılığı, ancak düzenleme eksikliğiyle Black Mirror’ın işsizlik ve kontrol temalarına yaklaşıyor. Eğer YZ, kamu yararı yerine özel sermayeyi beslerse, bolluk bir avuç “ölümsüz elit”e kalabilir, fakirler ise bağımlı bir kitleye dönüşebilir. Bu senaryoyu önlemek için düzenleme şart ancak ideolojik çatışmalar bu distopyayı besleyebilir. YZ’nin kontrolü, politik irade olmadan Black Mirror’ın karanlık aynasına dönüşebilir.

Değişimi şekillendirecek öneriler ne?

Yapay zekanın yarattığı bolluk potansiyelini, hem Star Trek’in eşitlikçi ütopyasına hem de Black Mirror’ın distopik kontrolüne karşı bir dengeye oturtmak mümkün mü? Farklı ideolojik yaklaşımlar bolluğun melez doğasını ortaya koyarken, işçiden yeşil şehirlere, geleneksel ailelerden futuristik yapılara gibi hayaller bu çeşitliliği gözler önüne seriyor. Yapay zekanın ekonomik dönüşümünü eşit ve sürdürülebilir kılmak için somut adımlar atılması kritik.

Öncelikle Evrensel Temel Gelir (UBI), yapay zekanın ürettiği değeri tabana yaymak için güçlü bir araç olabilir. Sam Altman’ın da önerdiği gibi yapay zeka vergileriyle finanse edilecek bir UBI modeli, iş kayıplarını telafi ederken bireylere ekonomik güvenlik sağlar. Red Plenty vizyonu, yapay zeka destekli kamu projelerinin işçi sınıfına fayda sağlamasını öneriyor. UBI, bu kazançların geniş kitlelere ulaşmasını garantileyebilir.

İkinci olarak, yapay zeka ve robot vergisi, teknoloji devlerinin kazançlarını dengelemek için bir mekanizma sunuyor. Brookings Enstitüsü’nün 2025 analizine göre otomasyonu vergilendirerek toplanan fonlar, yeniden eğitim programlarını finanse edebilir. Uluslararası Enerji Ajansı, yapay zeka destekli sistemlerin karbon emisyonlarını yüzde 15 azaltma potansiyeline sahip olduğunu belirtiyor. Bu durum, sürdürülebilir bolluğun temelini atabilir.

Üçüncü öneri, yeniden eğitim ve beceri geliştirme. yapay zekanın düşük becerili işleri yok etmesi, bireyleri yeni alanlara (örneğin, yeşil teknoloji veya veri analizi) yönlendirmeyi gerektiriyor. Son olarak kamu sahipliği ve açık kaynak modelleri, yapay zekanın kontrolünü demokratikleştirebilir. Melez yapay zeka yaklaşımı, farklı ideolojilerin birleşimini teşvik ederken açık kaynak yapay zeka, teknolojinin elitlerin tekelinden çıkmasını sağlayabilir.

Bu öneriler, devlet kapasitesini artırmayı (daha az prosedür, daha fazla özerklik) ve küresel iş birliğini sağlar. Başarılı uygulama, yapay zekanın bolluğunu eşit ve sürdürülebilir kılabilir aksi halde eşitsizlik riski artar.

Hangi fikir kazanacak: Politika, teknoloji ve toplumun rolü

Yapay zekanın yarattığı bolluk devrimi, politika, teknoloji ve toplumun kesişiminde şekillenecek bir geleceğe işaret ediyor. Çeşitlilik, bolluk gibi fikirler kulağa hoş gelse de gerçek hayattaki kanıtlar, bu mücadelenin teknoloji devleri lehine sonuçlanacağına işaret ediyor. Yapay zeka pazarındaki yoğunlaşma, eşitlikçi bir Star Trek ütopyası yerine Black Mirror’ın eşitsiz ve kontrollü dünyasını daha olası kılıyor. Bu hakimiyet, politik iradenin yetersizliği ve toplumsal bölünmeler karşısında teknoloji devlerinin kaynak üstünlüğüyle pekişiyor.

Teknoloji devlerinin yapay zeka alanındaki ezici üstünlüğü, pazar verileriyle kanıtlanıyor. Stanford Üniversitesi’nin 2025 Yapay Zeka Index Raporu’na göre 2024’te dikkate değer yapay zeka modellerinin neredeyse yüzde 90’ı endüstri kaynaklı. Bu oran 2023’teki yüzde 60’tan keskin bir yükseliş gösteriyor. Benzer şekilde Amazon, Microsoft ve Google gibi devler, bulut bilişim pazarının yüzde 90’ından fazlasını kontrol ediyor; Nvidia ise veri merkezi GPU’larının yüzde 92’sini elinde tutuyor. Bu konsantrasyon, yapay zeka tedarik zincirinde sistemik riskleri artırıyor ve finansal istikrarsızlığı tetikliyor. 2025’te büyük teknoloji şirketleri, yapay zekaya 155 milyar dolar harcadı. Bu rakam, ABD hükümetinin eğitim, istihdam ve sosyal hizmetlere ayırdığı bütçeden fazla.

Dario Amodei

Bu noktada Anthropic CEO’su Dario Amodei’nin görüşleri teknoloji devlerinin üstünlüğünü destekliyor. “Machines of Loving Grace” makalesinde, Amodei yapay zekanın radikal bir bolluk yaratma potansiyeline sahip olduğunu ancak bu gücün riskler barındırdığını vurguluyor. TIME 100 Yapay Zeka 2025 listesinde, onun yapay zekanın kontrol edilebilirliği konusundaki endişeleri öne çıkıyor. Bu, teknoloji devlerinin bu riskleri yönetme kapasitesine sahip olduğunu ima ediyor. Forbes’ta, Amodei’nin yapay zekanın iş dünyasında devrim yaratacağını ancak bu dönüşümün çoğunlukla büyük firmalar tarafından yönlendirileceğini belirttiği röportajı, bu öngörüyü doğruluyor.

Politika, bu gidişatı değiştirebilecek potansiyele sahip olsa da yetersiz kalıyor. Dark Abundance vizyonu, hükümetin yıkılıp merkezi güçle değiştirilmesini savunurken gerçekte düzenlemeler tech devlerinin hızına yetişemiyor. UNCTAD’ın 2025 Teknoloji ve İnovasyon Raporu, yapay zekanın gelişmekte olan ülkeleri geride bırakacağını öngörüyor. Morgan Stanley’nin 2025 yapay zeka trendleri analizi, teknoloji şirketlerinin kurumsal müşterilere odaklanarak platformlarını güçlendirdiğini gösteriyor. Toplum ise bölünmüş: Yapay zekanın orta sınıfı ezdiğini tartışırken, devlerin kaynaklarını compute ve yetenek alımına harcadığını belirtiyor.

Sonuçta, eldeki kanıtlar teknoloji devlerinin kazanacağını gösteriyor. PwC’nin 2025 Yapay Zeka İş Barometresi, yapay zekanın insanları daha değerli kılabileceğini söylese de bu değerin dağılımı asimetrik. Küresel yapay zeka pazarı 2025’te 638 milyar doları aşarken, büyümenin yüzde 35,9’u tech devleri tarafından yönlendiriliyor. Bu, bolluğun eşit dağılımını engelleyerek Black Mirror senaryosunu güçlendiriyor. Ancak umut var. Eğer toplum ve politika birleşirse, bu hakimiyeti dengeleyebilir. Şimdilik, gelecek tech devlerinin gölgesinde şekilleniyor.