Kolombiya Üniversitesi’nden tarihçi Adam Tooze, içinde bulunduğumuz çağ ile ilgili düşüncelerini şöyle aktarıyor: “Eğer bir süredir kafanız karışıksa ve her şeyin sizi aynı anda etkilediğini hissediyorsanız, bu kişisel ya da size özel bir deneyim değil; kolektif bir deneyim.”
Tooze, Dünya Ekonomik Forumu adına kaleme aldığı makalesinde bu hissiyatı, içinde bulunduğumuz çağın radikal belirsizliğine de dikkat çeken bir terimle bağdaştırıyor: çoklu kriz. 1970’lerde isimlendirilen bu kavram, dünya ve insanlığın küresel olarak aynı anda yaşanan birçok krizden kümülatif olarak etkilendiğini belirtiyor. Burada kavramı özel kılan ise, çoklu krizlerin topyekûn etkisinin, krizlerin tek tek etkilerinin toplamından fazla olması. Bunun sebebi ise her bir krizin birbirini tetikleyerek bölge ve dünyadaki etkilerini katlayarak arttırması.
Bilim insanları günümüz dünyasını giderek daha parçalanmış hale gelen bir küresel yapı olarak tanımlıyor. Bunun sebebi ise jeopolitik, çevresel, toplumsal ve teknolojik sorunların giderek artması ve küresel istikrar ve ilerlemenin bu zorluklar sebebiyle riske girmesi. Bu tabloda silahlı çatışmaların yayılması ve tırmanması, iklim değişikliği ve küresel ısınmanın etkisiyle artan aşırı hava olayları, tüm dünyada yaygınlaşan toplumsal ve politik kutuplaşmalar ve yanıltıcı / yanlış bilgilerin yayılmasını hızlandıran teknolojik gelişmeler, günümüzde yaşanan öncelikli sorunlar olarak ortaya çıkıyor. Bu da dünyanın Soğuk Savaş’tan bu yana yaşanan en bölünmüş dönemlerden birinden geçmesine yol açıyor ve maalesef hem birey hem de toplumlar açısından iyimserlik ve umut giderek azalıyor.
Böyle zorlu bir dönemde yaşadığımız krizlere ve etkilerine bakacak olursak çoklu kriz kavramının ne kadar geçerli olduğunu görebiliyoruz. Pandemi, savaşlar, iklim krizi, küresel ısınma, ekonomik kriz, enerji krizi, mülteci krizi derken dünya aynı anda birbirinden farklı ve önemli büyük sorunlarla mücadele etmeye çalışıyor. Bu sorunlar da zamanla birbirini olumsuz etkileyerek iyice çözülmesi zor hale geliyor.
Örneğin, Rusya – Ukrayna arasında devam eden savaş sebebiyle şu ana kadar bir milyondan fazla insan yaralanmış, 300 binden fazla insan ise hayatını kaybetmiş durumda. Ancak bu veri savaşın yalnızca insan hayatı üzerindeki direkt etkisini ortaya koyuyor. Bu savaş aynı zamanda dünyanın son yıllarda yaşadığı en zorlu gıda krizlerinden birini de tetikliyor; Rusya ve Ukrayna küresel tahıl üretimin %30’nu gerçekleştiriyor, ancak savaş sebebiyle bu üretim sekteye uğruyor. Aynı zamanda depolarda bulunan tahıllar da savaş sebebiyle diğer ülkelere gönderilemiyor. Dolayısıyla da dünyada ciddi bir gıda krizi ortaya çıkıyor ve bu krizin sonucunda oluşan gıda enflasyonunun etkileri hala devam ediyor. Temel ihtiyaçlardan biri olan gıda fiyatlarının artması da hali hazırda var olan yoksulluk ve açlık sorunlarının daha da pekişmesine yol açıyor.
Krizlerin birbirini etkilemesinde oluşan süreç ise şu şekilde açıklanıyor: Bir veya birden fazla hızlı gelişen tetikleyici yeni olay, yavaş ilerleyen ve hali hazırda süregelen baskılarla birleşerek küresel bir sistemi yerleşik dengesinden çıkarıp, oynak ve zararlı bir dengesizlik durumuna itiyor, bunun sonucunda ise küresel bir kriz ortaya çıkmış oluyor. Örneğin sağlık sektöründeki çalışan yetersizliği ve olumsuz çalışma koşullarından dolayı uzunca bir süredir var olan sürmenaj ve verimsizlik, pandemi gibi hızla yayılan ve sebebi ve tedavisi o dönemde bilinmeyen bir krizle birleşince hem sağlık sektörü hem salgın hastalıklarla mücadele hem de insan hayatının korunmasıyla ilgili yeni krizler ortaya çıkarıyor. Ayrıca pandemi döneminde bir yandan birey ve kurumların ekonomik güçlerinin düşerken bir yandan da sağlık masraflarının artması, yaşanan sağlık krizini ekonomik bir krizle birleştirerek insanları yoksulluğa sürüklüyor. Pandemi devam ederken yaşanan savaşlar ise bu ekonomik ve sosyal krizi iyice güçlendiriyor.
Bilim insanları, çoklu krizlerin oluşumunu ortak baskılar, domino etkileri ve sistemler arası geri bildirimlere bağlıyor. Bu olgular, birden fazla küresel sistemi ve dolayısıyla krizi birbirine bağlayarak senkronize krizler ortaya çıkarıyor.
Ortak baskılar: Bir sistemi etkileyen baskılar, başka bir sistemdeki baskılarla etkileşime girerek birden fazla sistemin dayanıklılığını zayıflatıyor.
Domino etkileri: Bir sistemdeki kriz, başka bir sistemdeki baskıları etkileyerek o sistemi krize sürükleyen tetikleyici bir olaya yol açabiliyor.
Sistemler arası geri bildirimler: Bir krizin ürettiği baskı ve tetikleyici olaylar, birden fazla sistemdeki krizleri tırmandıran geri bildirim döngüleri oluşturabiliyor.
Bilim insanları, bütün bu etkilerin ortaya çıkmasını yapısal güç olarak adlandırdıkları süreçlere bağlıyor. Burada yapısal güçler, küresel yapının sistemsel unsurlarının düzeninde ve bu unsurlar arasındaki ilişkilerde yaşanan uzun vadeli değişimler olarak tanımlanıyor. Günümüze baktığımızda ise güncel krizlere yol açan dört ana uzun vadeli değişimden bahsediliyor:
Demografik ayrışma: Dünya genelinde nüfusların büyüklük, artış hızı ve yapısındaki değişimler.
Jeostratejik kaymalar: Jeopolitik gücün yoğunluğu ve kaynaklarındaki maddi evrimi.
Teknolojik hızlanma: Öncü teknolojilerin hatırı sayılır biçimde hızlanması.
İklim değişikliği: Küresel ısınma eğilimleri ve bunun gezegen ekosistemleri üzerindeki etkileri.
Demografik ayrışma: Demografi (nüfusbilim), bir toplumun yapısını belirten özellikleri araştıran bilim dalı olarak farklı nüfusların yaş, cinsiyet, eğitim, ekonomik seviye vb. verilerine bakmaktadır. Burada bahsedilen yapısal güçteki demografik değişim ise ulusal, bölgesel veya küresel nüfusların büyüklüğü, artış hızı ve yapısındaki değişimler ile bunların sosyoekonomik ve politik yapılara olan etkilerini kapsar. Bu kapsam, göç, doğurganlık ve yaşlanma oranlarını da içerir. Dünya nüfusu bir yandan yaşlanırken bir yandan da artmaya devam ediyor fakat veriler dünyanın var olan kaynaklarının bu kadar insana kaliteli bir yaşam sürdürmek için yeterli olmadığını gösteriyor. Savaşlar ve iklim krizi zorunlu göçleri arttırırken ülkeler, her ne kadar söylemde kapsayıcılık ve çok ulusluluğa açık olsa da kısıtlı kaynaklarını kendi vatandaşları için önceliklendirmeyi seçiyor.
Jeostratejik kaymalar: Burada kastedilen değişen jeopolitik güç dinamikleridir. Yani küresel ve bölgesel ilişkiler ve ittifaklar, farklı güç kaynaklarının saldırgan veya savunmacı tutumları, yönetişim mekanizmaları ve stratejik hedefleri kapsar. Özellikle Donald Trump’ın seçilmesiyle ülkeler arası başlayan veya biten ticaret anlaşmaları ve farklı iş birliklerinin seyri bu yapısal gücün önemini vurguluyor.
Teknolojik hızlanma: Bu unsur, hepimizin an be an yaşadığı ve küresel ekosistemi derinden etkileyen en önemli yapısal güçlerden biri olarak ortaya çıkmaktadır. Burada işlenen konular arasında bilgi işlem gücü ve veri analizindeki üstel artışlar, teknoloji ile insan arasındaki sınırların bulanıklaşması ve bu artışlar ve sınırsızlaşmaların hızlı biçimde yeni ve öngörülemeyen küresel risklerin (örn. dezenformasyon) ortaya çıkmasına neden olabilmesi bulunuyor.
İklim değişikliği: İklim değişikliği ve küresel ısınma, son yılların en çok üstünde durulan ve çözümü gittikçe zorlaşan sorunlardan biri olarak gündeme geliyor. Bu yapısal güç, küresel ısınma eğilimleri, bu ısınmanın ekosistemler üzerindeki olası olumsuz sonuçları, insan kaynaklı (antropojenik) eylemlerin çevresel değişimlere etkisi gibi konuları kapsamaktadır.
Bahsi geçen ortak baskılar, domino etkileri, sistemler arası geri bildirimler ve yapısal güçlerin arasındaki etkileşimler, küresel ekosistem için tehditlere açık ve dengesiz bir altyapının oluşmasına sebep oluyor. Bu altyapının sonucu olarak ise uzmanlar tarafından günümüz belirsizliğini radikalleştiren ilk beş risk şu şekilde belirleniyor:
1. Devlet temelli silahlı çatışmalar
2. Aşırı hava olayları
3. Jeoekonomik çatışmalar
4. Yanıltıcı bilgi ve dezenformasyon
5. Toplumsal kutuplaşma
Devlet temelli silahlı çatışmalar: Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ile başlayan küresel çatışma ortamı İsrail’in Filistin’e saldırılarıyla maalesef daha da çözümü zor bir hale gelmiş durumda. Bu iki cephe dışında Orta Doğu ve Sudan’daki savaşlar, tüm dünyada benzeri görülmemiş bir ekonomik, sosyal ve politik istikrarsızlık yaratıyor ve silahlı çatışmaları dünyayı tehdit eden en önemli risklerden biri haline getiriyor. Üstelik bu savaşlar, ülkelerin çoğulcu ve kapsayıcı politikalardan ziyade tek taraflı ve milliyetçi aksiyonları sebebiyle çözümden çok çözümsüzlüğe doğru sürükleniyor. Savaşlar uzadıkça da açlık, yoksulluk ve küresel ısınmayla mücadele (ve dolayısıyla Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları’na ulaşılması) sekteye uğruyor hatta bazı durumlarda geriliyor. Nükleer silahların üretimi, test edilmesi ve olası kullanımının hala durdurulamaması ve küresel silahsızlandırılmaya ulaşılamaması da çatışmaların risk unsurlarını hatırı sayılır şekilde arttırıyor.
Aşırı hava olayları: Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonia Guterres, dünyanın iklim değişikliğine uyum konusunda içinde bulunduğu durumu küresel ısınmadan küresel kaynamaya geçiş olarak niteliyor. Uzmanlar, bir yandan küresel ısınmanın 2 derecenin altında tutulmasının gittikçe zorlaştığını belirtirken, bir yandan da fosil yakıt kullanımının devam etmesi ve yenilenebilir enerji kaynaklarına geçişin yavaşlığı dolayısıyla doğal kaynaklar ve biyoçeşitliliğin rekor hızla azaldığını vurguluyor. İklim değişikliği sebebiyle sel, orman yangını, fırtına ve toprak kayması gibi doğal afetlerin sıklığı ve şiddetinin artırması da aşırı hava olaylarının çevresel, ekonomik ve sosyal zararlarını arttırıyor.
Jeoekonomik çatışmalar: Özellikle Donald Trump’ın seçilmesiyle sürekli gündemde olan vergiler ve uluslararası yaptırımlar ve ticaret savaşlarından gümrüklere kadar uzanan korumacı ticaret politikalarının yükselişi, küresel ekonomideki belirsizliğin artmasına yol açıyor. Bu belirsizlik riski ise ekonomik gerilimlerin artmasına ve uluslararası iş birliklerinin sekteye uğramasına yol açarak dünyanın mevcut bölünmüş yapısını daha da perçinliyor. Üstelik, pandemide aşının bulunmasında olduğu gibi, açlık, yoksulluk, salgın hastalıklar, küresel ısınma vb. sorunlara çözüm bulmak için küresel iş birliklerinin gerektiği bu dönemde yaşanan bu ayrışmalar, tüm dünyayı tehdit eden bu sorunlarla baş edilmesini oldukça zorlaştırıyor.
Yanıltıcı bilgi ve dezenformasyon: Yanıltıcı bilgi, yanlış bilindiği için art niyetsiz biçimde yayılan bilgi anlamına gelirken, dezenformasyon, bilinçli bir şekilde yanlış aktarılan bilgi anlamına gelmektedir. Günümüzde hızla artan teknolojik ilerlemeler ve bilgi teknolojilerine erişim ise yanlış bilgilerin yayılma hızını artırarak toplumsal huzursuzluğu körüklemekte ve bilgi akışının doğruluk ve özgürlüğünü tehdit etmektedir. Bu tarz yanlış bilgiler, dış aktörlerin seçmen tercihlerini etkilemesinden küresel kamuoyunun çatışma bölgelerinde yaşananlara dair yanlış bilgilendirilerek şüphelendirilmesine birçok farklı konuda toplumsal bölünmelerin derinleşmesi ve iletişim özgürlüğü üzerindeki kısıtlamaların artmasına yol açabiliyor.
Toplumsal kutuplaşma: Uzun süredir var olan ayrımcılık eğilimleri 11 Eylül saldırısı ve pandemiyle birlikte özellikle mülteci ve göçmenlere karşı ciddi anlamda yükselmiş ve korumacı devlet politikaları sebebiyle körüklenmiş durumdadır. Bu da ülkelerin içinde ve arasında toplumsal kutuplaşmalara yol açmıştır. Siyasi bölünmeler ve artan sosyal ve ekonomik eşitsizlikler, özellikle de servet eşitsizliği ve gelir adaletsizliği, ülke yönetimlerine ve kurumlara duyulan güveni aşındırmakta ve ortak demokratik değerleri tehdit etmektedir. Derinleşen kutuplaşma, dünya genelinde toplumsal uyumun temellerini zayıflatarak sosyal sermayeyi zedelemektedir. Güçlü bir sosyal sermaye yoksunluğunda ise küresel krizlerle mücadele gittikçe zorlaşacaktır.
Scrolli tarafından gerçekleştirilen Radikal Belirsizlik Yuvarlak Masa toplantısında bu belirsizlik ve riskler, Canavarlar Çağında Türkiye temasında tartışıldı.
Burada paylaşılan fikirler, Türkiye’de hemen her sektörün bu risklerden etkilendiği ve ilgili yerel ve küresel risklerin ülke ve dünya için belirsizliği attırdığı ortak kanısını ortaya çıkarmıştır. Peki çoklu krizler çağında ayakta kalmak ve küresel sorunları çözmek için neler yapmak gerekmektedir?
Öncelikle tüm küresel yönetim ve karar vericiler bilim diplomasisi kavramını gündemlerine almalı ve pandemide salgına çözüm bulmak için aşının araştırılması, üretilmesi ve dağıtılmasında olduğu gibi güçlerini birleştirmelidir. Bilim, diplomatik hedefleri ilerletmek için bir nevi yumuşak güç olarak kullanılmalı ve uluslararası tüm iş birlikleri bilimsel kanıtların desteğiyle kolaylaştırmalıdır. Bilim aracılığıyla diplomatik süreçlere doğrudan destek sağlanarak uluslar arasında köprüler kurulmalı ve diplomatik ilişkilerin üzerine inşa edilebileceği küresel iyi niyet, güven ve adalet ortamı yaratılmalıdır.
Bilim aynı zamanda dış politika ve güvenlik politikalarındaki karar alma süreçlerini aydınlatmak ve desteklemek amacıyla kullanılmalı ve ülkeleri ve dünya liderlerini önleyici diplomasi ve kalıcı barışa dair ikna etmek için kanıt niteliği taşımalıdır. Erken uyarı sistemlerinden arabuluculuğa, bilimin ışığında tüm aktörler bir araya gelmeli ve dünyadaki savaşları bitirmek için ateşkes ve kalıcı barış anlaşmalarında fikir ve eylem birliği sağlamalıdır. Burada, özellikle silahlı çatışmaların sonlandırılmasında, yalnızca savaşan devletler değil aynı zamanda sivil toplumlar ve kurumsal işletmeler de sürece dahil edilerek çok paydaşlı katılım teşvik edilmelidir.
Bir diğer önemli çözüm ise barış mimarilerini aktif biçimde teşvik eden kurum ve kuruluşlara yeniden yatırım yapılmasının sağlanmasıdır. Birleşmiş Milletler bu kurumlar içinde ilk sırada yer alsa da kendi içindeki güç asimetrisinin giderilmesi için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin yapısı mutlaka gözden geçirilmelidir. İnsan hakları, kadınların güçlendirilmesi, gıda güvenliği, sürdürülebilir kalkınma vb. konulara odaklanan kamu, özel sektör ve sivil toplum kuruluşları desteklenmeli ve küresel finansal mimari tarafından yatırım ve finansal destek konusunda önceliklendirilmelidir. Burada özel sektöre, özellikle de insana yakışır işler ve güçlü bir ekonomi yaratmaya yönelik yatırımlar konusunda önemli sorumluluklar düşmektedir. Ülkelerin birbirlerine olan desteğini arttırmak ve iş birliklerini çoğaltmak için ise küresel ticareti güçlendirmek, karşılıklı bağımlılığın faydalarını vurgulamak ve çatışma teşvikini azaltmak yolunda adımlar atılmalıdır. Bu adımların sonucunda ise gelişmiş ülkeler, gelişmekte olan ülkeler ve az gelişmiş ülkelerin dirençliliğine yatırım yaparak küresel ekosistemi sağlamlaştırmalıdır.
Son ama belki de en önemli olarak, tüm ülkeler ve yönetimler için güçler ayrılığı ve hukukun üstünlüğü kavramlarının önemi vurgulanmalıdır. Çünkü insan haklarının küresel olarak korunması ve sürdürülmesi yalnızca hukukun üstünlüğünün topyekûn kabulüyle mümkündür. Bu kabulün gerçekleşmesi için ise hem bireyler hem de toplumlar olarak hepimizin aktif olarak sorumluluk alması ve dünyayı iyileştirmek için adım atması elzemdir.
Kaynakça
https://www.weforum.org/publications/global-risks-report-2025/
https://www.weforum.org/stories/2023/03/polycrisis-adam-tooze-historian-explains/
https://www.weforum.org/stories/2023/01/polycrisis-global-risks-report-cost-of-living/

© 2025 Scrolli. All Rights Reserved. Scrolli Media Inc
