0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
0
0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
0
0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
0
%

Belirsizliği Yönetmenin Üç L’si:

Likidite, Sürdürülebilirlik ve Miras

Ömer Rıfat Gencal

“Herkesin bir planı vardır; ta ki yüzüne ilk yumruğu yiyene kadar.” Mike Tyson

Belirsizlik Çağında Strateji Üretmek

Günümüz dünyasında, belirsizlik artık bir istisna değil, norm haline geldi. Şirketler ve ekonomiler için istikrar bir hedef olmaktan çok bir lüks konumunda. Küresel sistemin bir parçası olan tüm kurumlar, öngörülemez gelişmelerin gölgesinde strateji üretmeye çalışıyorlar.

Son yıllarda ekonomik liderlerin açıklamaları bu dönüşümü açıkça yansıtıyor. ABD Merkez Bankası Başkanı Jerome Powell, 2025 Eylül’ündeki konuşmasında “belirsizlik” kelimesini sekiz kez kullanarak küresel ekonominin yeni ruh halini özetledi. IMF Başkanı Kristalina Georgieva da “Yeni normal, kalıcı belirsizliktir” sözleriyle bu dönemin çerçevesini çizdi.

Artık sorun sadece enflasyon, büyüme veya ticaret savaşları değil. Asıl mesele, kurumlara ve kurallara duyulan güvenin dünya genelinde erozyona uğraması.

Kaynak: Ahir, Furceri, Bloom, IMF

Tarih Tekerrür Etmez Ama Uyur: 1914’ten 2025’e

Küresel düzenin bugünkü görüntüsü, 1. Dünya Savaşı öncesi atmosferi anımsatıyor. Yüz yıl önce de dünya birbirine ekonomik olarak bağlıydı, fakat bu bağ barışı garanti etmedi. O dönemin milliyetçi dalgaları, yanlış hesapları ve ittifak karmaşası nasıl büyük bir felaketi doğurduysa, bugün de benzer dinamikler farklı biçimlerde geri dönüyor.

Dreadknought

Milliyetçilik ve Güç Rekabeti

1910’larda Avrupa devletleri arasındaki milliyetçi söylemler, askeri ve ekonomik yarışla birleşmişti. Bugün aynı rekabet, ABD–Çin ve ABD–Rusya ekseninde yaşanıyor. 1900’lerin başında donanma yarışları (örneğin Dreadnought zırhlıları) küresel gücü belirlerken, günümüzde bu yarış yapay zekâ, yarı iletken teknolojileri ve nadir toprak elementleri üzerinde sürüyor. Çin’in ihracat kısıtlamaları, ABD’nin gümrük vergisi tehditleriyle karşılık buluyor. Gelecekte kazananının olmayacağı, dahası kaybedenin tüm dünya olacağı bir oyun gözlerimizin önünde oynanıyor.

BRICS liderleri

Karmaşık İttifaklar ve Belirsizlik

1914 öncesinde İttifak ve İtilaf blokları, caydırıcılığı artırırken istikrarsızlığı büyütmüştü. Bugün NATO, QUAD, BRICS+ gibi bloklar benzer bir rol oynuyor. Dost–düşman çizgisi bulanıklaşıyor, diplomatik yanlış hesap riski artıyor. Her iki dönemde de taraflar “önlem almak” adına attıkları adımlarla aslında krizi derinleştiriyor.

Ekonomik Bağımlılık ve Güvensizlik

1914 öncesinde küresel ticaret hacmi tarihin zirvesindeydi. Ancak bu bağımlılık barışı koruyamadı. Bugün de küreselleşme ve finansal entegrasyon güçlü; yine de ülkeler birbirine güvenmiyor.

Eichengreen’in dediği gibi: “Ekonomik bağımlılık barışın garantisi değildir.”

Farklı Çağ, Farklı Dinamikler: Yıkımın Değil Dönüşümün Eşiğinde

Aradan geçen yüzyıl, dünyayı kökten değiştirdi. Liderlerin elindeki bilgi ve araçlar çok daha gelişmiş. Ancak bu gelişme, istikrarı garanti etmiyor; yalnızca çatışma biçimini değiştiriyor.

Nükleer Caydırıcılık ve Soğuk Akıl

1914’te savaşın yıkıcılığı tam olarak öngörülememişti. Bugünse liderler nükleer dengenin sonuçlarının ne kadar yıkıcı olabileceğini biliyor. Bu yüzden doğrudan büyük savaşlar yerine vekâlet ve ekonomik savaşlar ön plana çıkıyor. Ekonomik gücü zayıf olan ya da iktidarını başka yollarla sürdürmek isteyen bazı siyasetçiler ise, ülke çıkarlarıyla çelişse bile finansal veya askerî açıdan güçlü ülkelerin yönlendirmelerine boyun eğiyor. Bu süreçte, ideolojik söylemler ve milliyetçi duygularla harekete geçirilen toplumlar da bu vekâlet savaşlarının farkında olmadan figüranları haline geliyor.

Finansal Mimari ve Kurumsal Dayanak

Bir yüzyıl önce IMF, Dünya Bankası, BM gibi kurumlar yoktu. Bugün bu yapılar, ne kadar zayıflamış olsalar da, diplomasiye ve kriz yönetimine kanal açıyor.
Ancak bu kurumların etkinliği azaldıkça, ulus-devletlerin kısa vadeli çıkar hesapları yeniden ön plana çıkıyor.

Bilgi Akışı ve Algoritmik Manipülasyon

1910’larda bilgiye erişim sınırlıydı; bugün ise tam tersine, fazlasıyla bilgiye maruz kalıyoruz. Ancak bu bolluk, dezenformasyonla birleştiğinde yeni bir belirsizlik yaratıyor. Algoritmalar bilgi kirliliğini büyütüyor ve insanlar gerçek ile kurgu arasındaki farkı ayırt etmekte giderek zorlanıyor. Artık “hakikat sonrası” dönemin en yoğun zamanlarını yaşıyoruz; neyin doğru neyin yanlış, neyin gerçek neyin sahte olduğunu anlamak neredeyse imkânsız hale geliyor.

Güç Dağılımının Çok Kutupluluğu

Artık dünya Avrupa merkezli değil. ABD hâlâ küresel güç olsa da Çin, Hindistan, AB ve Orta Doğu aktörleri yeni bir denge kuruyor. Güç yalnızca askerî değil; finansal kapasite, enerji kaynakları, nadir toprak elementleri ve teknolojik üstünlük de belirleyici hale geldi.

Liderlik ve Popülizm

1914’ün aristokrat liderlerinin yerini bugün popülist medya figürleri aldı. Karizma ve iletişim becerisi, kurumsal deneyimin önüne geçti. Trump, Xi Jinping, Modi veya Putin gibi liderler, kendi toplumlarının aynasında “güçlü lider” imajını yeniden üretiyor. Bu durum, belirsizliği azaltmak yerine derinleştiriyor; çünkü kısa vadeli politik kazançlar uzun vadeli rasyonaliteyi bastırıyor.

Ekonomik Zemin: Borç, Demografi ve Popülizm Sarmalı

Bugünün belirsizliğinin temelinde yalnızca jeopolitik gerilimler yok; aynı zamanda ekonomik kırılganlıklar da var. Kamu borcu, yaşlanan nüfus ve politik popülizm üçgeni, 21. yüzyılın yeni kriz dinamiğini oluşturuyor.

Haritadaki kırmızı alanlar gelişmiş ülkelerde kamu borcunun milli gelire oranını vurguluyor.

Gelişmiş ülkelerde kamu borcunun milli gelire oranı %100’ü aşmış durumda. Ancak bu borcu azaltmak için cesur yapısal reformlara girişilmiyor. Bunun temel nedeni, demografik baskı. OECD verilerine göre 1980’lerden bu yana yaşlılara yapılan kamu harcamaları iki katına çıktı. Bugün gelişmiş ülkeler GSYH’lerinin ortalama %24’ünü sağlık ve emeklilik sistemlerine ayırıyor. 2030’a gelindiğinde bu oran %28’e ulaşacak.

Yaşlanan nüfusun artışı çalışma çağındaki bireylerin sayısındaki azalma ister istemez vergi tabanını daraltıyor. 2050’ye kadar gelişmiş ülkelerin yarısında iş gücü %10 azalacak. Bu durum, borç stokunun GSYH’ye oranla otomatik olarak yükselmesi anlamına geliyor.

Üstelik yaşlı kuşaklar, düşük faiz ve yüksek kamu harcaması isteyen politikaları destekliyor. Popülist liderler de bu talepleri karşılayarak iktidarda kalmaya çalışıyor. Kısır döngü böyle başlıyor: “Oy veren yaşlı nüfus bütçeleri belirliyor, ama yarının vergilerini ödemeyecek.”

Devlet gelirlerinin azaldığı, faiz dışı fazla vermenin zorlaştığı ve büyümenin düştüğü bir ortamda faizlerin yüksekliği devletleri daha çok borçlanmaya itiyor. Bu dinamik, uzun vadede borç-faiz-enflasyon üçgeninde kalıcı bir sarmal yaratıyor. Devletler borçlandıkça merkez bankaları para basıyor; bu da fiyat istikrarını zedeliyor. Belirsizliğin en tehlikeli biçimi işte burada doğuyor: ekonomik politikaların geleceği, rasyonel değil, politik tercihlerle şekilleniyor. Bunun kaçınılmaz sonunun daha yüksek bir enflasyon düzeyi, daha fazla bozulan gelir dağılımı, daha yüksek bir yoksulluk olduğunu görmek mümkün ama ne zaman olacağına dair belirsizlik ise açık.

Güvenli Liman Arayışı: Altın ve Yeni Servet Dinamikleri

Kamu borcu, demografik baskı ve enflasyon birleştiğinde, yatırımcıların ilk refleksi güvenli liman arayışıdır. Bugün o liman, hâlâ altın.

ABD örneği çarpıcı: Kamu borcu/GSYH oranı %122, bütçe açığı %6,5 seviyesinde. Bu tablo, doların uzun vadeli rezerv para statüsüne yönelik sorgulamaları artırıyor.
Yatırımcılar, merkez bankalarıyla aynı refleksi gösteriyor: reel ekonomiden kopuk olsa bile “değer koruma aracı” olarak altına yöneliyor.

Ancak bu yükseliş yalnızca finansal değil, sosyoekonomik sonuçlar da doğuruyor. Servetini koruyabilenle koruyamayan arasındaki fark hızla büyüyor. Gelir dağılımı bozuldukça, toplumsal huzursuzluk artıyor.

Tarih, bu döngüyü daha önce de yaşadı. 16. yüzyılda Latin Amerika’dan gelen altın ve gümüşle zenginleştiğini sanan İspanya, üretim gücünü, rekabetçiliğini ve nihai olarak sanayisini kaybedip uzun yıllar enflasyonla boğuşmak zorunda kalmıştı. Bugün de aynı risk, farklı biçimde geri dönüyor.

Türkiye: Belirsizliğin Yerel Yüzü

Küresel trendler Türkiye için soyut değil; doğrudan hissedilen gerçekler. Yaşlanan nüfus, emeklilik sistemindeki açık, nitelikli iş gücünün azalması ve eğitim kalitesinin düşmesi, ekonominin uzun vadeli potansiyelini zayıflatıyor.

2022 sonrası kalıcı hale gelen yüksek enflasyon, büyük bir servet transferine neden oldu. Reel sektör önünü göremez hale gelirken, tasarruf sahipleri finansal araçlara yöneldi.
Bunun sonucunda üretim yerine spekülasyon teşvik edildi; ahlaki ve kurumsal değerler zayıfladı.

Kamu yönetiminde hesap verebilirliğin azalması, hukuk sistemine güvenin erozyonu, piyasaların istikrarını zedeliyor.

Bu koşullar, belirsizliği hem ekonomik hem toplumsal bir boyuta taşıyor.

Geçtiğimiz ay Scrolli tarafından düzenlenen “Radikal Belirsizlikler Yuvarlak Masa” toplantısına katıldım. Değerli dostum ve Balıkesir milletvekilimiz Burak Dalgın’ın moderatörlüğünde gerçekleşen toplantıda farklı sektörlerden birçok kişinin, yaşadığımız belirsizlikler karşısında nasıl konumlanmaya çalıştığını; şirketlerini bu dönemde ayakta tutmak ve ileriye dönük büyüme fırsatlarını yakalayabilmek için neler yaptığını dinleme fırsatı bulduk.

Tartışmalar boyunca öne çıkan ortak nokta, artık hiçbir sektörün “öngörülebilirlik” varsayımıyla hareket edemediğiydi. Teknolojiden finansa, enerjiden medyaya kadar her alanda stratejilerin daha çevik, karar alma süreçlerinin ise daha veriye dayalı hale gelmesi gerektiği vurgulandı. Katılımcıların pek çoğu, radikal belirsizlik dönemlerinde en değerli sermayenin “güven” ve “uyum sağlama kapasitesi” olduğunu belirtti.

Benim açımdan en dikkat çekici olan, belirsizliği sadece bir risk değil, aynı zamanda bir yeniden yapılanma fırsatı olarak görebilen kurumların fark yaratmaya başladığıydı. Bu da bizi, kısa vadeli tepkilerden ziyade uzun vadeli dayanıklılık stratejilerine yöneltiyor.

Toplantıdan aklımda kalan en güçlü mesaj şuydu:

“Belirsizlik, geleceği öngörememek değil; onu birlikte inşa etmek için yeni yollar bulmaktır.”

Bu perspektifle, kurumlarımızın yalnızca krizlere karşı dirençli değil, aynı zamanda değişime karşı öğrenen, dönüşebilen yapılar haline gelmesi gerekiyor.

Belirsizlikle Mücadelede 3 L Yaklaşımı

Ben belirsizlikle ilgili uzun vadeli bakış açılarını, bir finansçı olmanın verdiği refleksle üç kavrama oturtarak açıklamayı tercih ediyorum:

Liquidity (Likidite), Longevity (Sürdürülebilirlik) ve Legacy (Miras).

Likidite: Esnekliğin Temeli

Likidite, kurumların beklenmedik şoklara karşı dayanıklılığını belirler.
Kriz dönemlerinde nakit akışını koruyabilen şirketler, yalnızca ayakta kalmakla kalmaz, fırsatları da yakalar.

Likidite, finansal sağlamlığın ötesinde, stratejik esneklik anlamına gelir. Bu nedenle şirketlerin likidte tamponu uygulaması belirsizliğin yaygın olduğu dönemlerde onları su üstünde tutacak en kritik can simididir. Bunun bir bedeli mutlaka vardır. Bu dönemde likidite primi ödemeye razı olmayan şirketlerin belirsizliklerin ortaya çıkarttığı krizler karşısında çok daha büyük bedeller ödediğini geçmişte yaşadık ve gördük. “Likiditenin fiyatı yoktur” sözünün, ödenen likidite priminin ne kadar göz ardı edilebileceğini işaret etmesi bakımından önemlidir.

Sürdürülebilirlik: Direncin Kaynağı

Longevity, bir kurumun yalnızca uzun ömürlü değil, uzun vadeli dirençli olma yeteneğidir.
Bu da iyi planlama, güçlü insan kaynağı, sağlam tedarik zinciri ve çevik organizasyonla mümkündür.

Sürdürülebilirlik, bugünü yönetirken yarını unutmamak; krizleri kısa vadeli başarı uğruna feda etmemektir.

Esneklik ve çeviklik hiç olmadığı kadar şirketlerin genlerine işlemesi gereken özellikler olarak tam da bu dönemler için gereklidir.

Miras: Kalıcılığın Gücü

Legacy, kurumların geleceğe taşıdığı kültürel ve stratejik mirası temsil eder. Bir şirketin en değerli varlığı, bilançosundaki rakamlar değil; itibarı, güveni ve değerleridir. Bu miras, müşteri sadakatini, çalışan bağlılığını ve toplumsal saygıyı besler.

Krizler geçer, ama kurum kültürü kalır.

Sonuç: Belirsizliği Yenmek Değil, Onunla Yaşamak

İçinde bulunduğumuz çağ, 20. yüzyılın başındaki kırılma dönemlerini hatırlatıyor. Fakat bu kez savaşlar tanklarla değil, veriyle, enerjiyle, finansla ve algıyla yapılıyor.

Belirsizliği yok etmek imkânsız. Ancak onu anlamak, yönetmek ve stratejiye dönüştürmek mümkün.

Bu da üç kavramda özetlenebilir.

Likidite: Kriz anında hareket kabiliyeti sağlar.

Sürdürülebilirlik: Uzun vadeli direnci korur.

Miras: Kurumsal devamlılığı garanti eder.

Bu üç ilkeye dayanan kurumlar, belirsizlik çağında yalnızca ayakta kalmaz; aynı zamanda geleceği şekillendirir.