Son yıllarda en çok tartışılan konulardan biri, özellikle gelişmiş ülkeler ve bazı gelişen ülkelerde nüfus artışında ve doğurganlık oranlarındaki düşüş, hızla yaşlanan ve nüfus içinde oranı artan emekliler.... Türkiye de benzer bir sorunu yaşıyor ve her geçen yıl bu sorun giderek alarm veren bir hâl alıyor. Türkiye İstatistik Kurumunun (TÜİK) 2024 verilerine göre, Türkiye nüfusu, bir önceki yıla göre 292 bin 567 kişi artarak 85 milyon 664 bin 944 kişi oldu. 2023’te binde 1.1 olan yıllık nüfus artış hızı 2024’te binde 3.4 olarak gerçekleşti. 2024’te 937 bin 369 bebek dünyaya geldi. 2023’te ise 958 bin 408 doğum gerçekleşti. Bu, 2024 sonu itibarıyla bir önceki yıla göre 21 bin 39 daha az doğumu işaret ediyor. TÜİK’in daha önceki yıl mayısta yayınladığı doğum istatistiklerine göre 1.51 olan toplam doğurganlık hızı ise 2024'te daha aşağı bir seviyede olabilir.
Türkiye'deki bu eğilim istisna değil, dünya nüfusu da büyük bir demografik değişimden geçiyor. Doğurganlık oranları düştükçe ve yaşam beklentisi arttıkça, hemen hemen her ülkede ortalama yaşlar tırmanırken nüfus artışı da giderek azalıyor. Uluslararası Para Fonunun (IMF) 'Küresel Ekonomik Görünüm' verilerine göre 1980'de 26.5 olan ortalama insan yaşı, 2025 yılı itibarıyla 33.6'ya erişti. Aynı dönemde küresel nüfus artışı yüzde 1.8'den 2025'te yüzde 0.9'a düştü.
Bu eğilimin yüzyılın sonuna kadar devam etmesi bekleniyor. 1980'den 2100'e kadar tahmini ortalama yaş ve nüfus artış hızı istatistikleri ve öngörüleri incelendiğinde; dünya nüfusunun 2085 yılında azalmaya başlayacağı ve ortalama yaşın 42'ye çıkacağı hesaplanıyor. 2100 yılına gelindiğinde ortalama insan yaşının 43, nüfus artış oranının ise yüzde - 0.1 olması bekleniyor.
Peki ya küresel demografik değişim noktaları neleri işaret ediyor?
Gelişmiş ülkelerde genel bir eğilim gözlemleniyor.
Japonya, Almanya ve İtalya gibi gelişmiş ülkeler hızla yaşlanıyor ve nüfuslarında düşüşler görülüyor.
Bu arada, Hindistan gibi gelişen ülkelerin nüfusu hâlâ artıyor, ancak nüfus artış hızında göreceli bir yavaşlama dikkat çekiyor.
Bu kademeli düşüşün büyük bir kısmı, dünya genelinde doğurganlık oranlarının düşmesinin yanı sıra, sağlık hizmetlerindeki ve yaşam beklentisindeki iyileşmeler ve bunun sonucunda yaşlı nüfusun artmasından kaynaklanıyor.
Pek çok ülke demografik dönüm noktalarına ulaşıyor; yani toplam nüfus içindeki çalışma çağındaki nüfusun payı azalmaya başlıyor.
Almanya, Fransa ve İtalya gibi Avrupa ülkeleri 2000 öncesinde bu sınırı aştılar ve artık dünyanın 'süper yaşlı toplumları' arasında yer alıyorlar.
ABD, Birleşik Krallık ve Çin Halk Cumhuriyeti ise son 20 yılda Avrupa ülkelerini takip ediyor.
Doğum oranları önemli bir etken ama tek etken değil... Ne kadar yaşayacağınız büyük ölçüde nerede doğduğunuza bağlı. Bu olguyu, geçen yıl yayınlanan Birleşmiş Milletler (BM) Dünya Nüfus Beklentileri'ndeki 2025 doğum başına yaşam beklentisi tahminlerinde görmek mümkün. Doğumda beklenen yaşam süresi, yeni doğan bir bebeğin belirli bir dönemdeki yaşa özgü ölüm oranlarına tâbi olması durumunda yaşamayı bekleyebileceği ortalama yıl sayısını ölçüyor.
Kişi başına gayri safi milli hasılası (GSYH) ve yaşam kalitesi oldukça yüksek olan Monaco, dünyadaki en yüksek ortalama yaşam beklentisine sahip ülke. 2025 yılında Monaco'da doğan bir bebeğin 87 yaşına kadar yaşaması bekleniyor. Dikkat edilirse, yaşam süresi uzun olan ilk ondaki ülkelerin çoğu küçük yüzölçümüne sahip... Ancak, 20 milyondan fazla nüfusuyla en yüksek yaşam beklentisine (84+) sahip ilk on ülke arasında Japonya, Güney Kore ve Avustralya da yer alıyor. Bölgesel olarak, Batı Avrupa ülkeleri doğumda en yüksek yaşam beklentilerine sahip. Doğu Avrupa ülkelerindeki yaşam süresi ise bir miktar daha düşük.
Japonya ve Güney Kore'nin uzun yaşam performansına karşın, Asyalıların çoğunun yaşam beklentisi 70-80 yıl arasında. Pakistan, Afganistan ve Papua Yeni Gine ise 70 yıllık eşiğin altında... Afrika'ya gelince, tahmin edileceği üzere ortalama insan ömrünün daha düşük olduğu gözlemleniyor. Afrika ülkelerinde yaşam beklentisi 60 yaşın altında, yani Batı Avrupalılar'dan tam 20 yıl daha kısa.
Doğumda ortalama yaşam beklentisinin en düşük olduğu ülke ise 55 yıl ile Nijerya... Yoksulluk, iç çatışmalar, temel sağlık hizmetlerinin yetersizliği, salgın hastalıklar, çevre kirliliği, yani aklınıza gelecek olumsuz hangi etken varsa Nijerya'da var. Ancak, tıpkı Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Etiyopya, Bangladeş gibi benzer zorluklar içinde olan ülkelerde olduğu gibi, Nijerya da en hızlı nüfus artışı yaşanan ülkeler sıralamasında ilk sıralarda! Bunun en temel nedenlerinden biri soyu sürdürme güdüsü ve gelenekler...
Yaşam beklentileri tam olarak kavranması zor bir mesele: Bir kişinin yaşam süresi boyunca değişkenlik gösteren ve bir yılda doğan tüm 'kohortlar' için ölçülen kıstaslara dayanıyor. Kohort çalışması, büyük bir grup insanı takip eden ve örneğin maruz kaldığı risk faktörlerinin sağlık üzerindeki etkilerini değerlendiren bir çalışma... Bu çalışmalar, veri toplamada veya sonuçların yorumlanmasında herhangi bir önyargıdan, hatadan kaçınmak için titiz bir metodolojiye dayanıyor.
Araştırma sonuçları, beklentilerin daha düşük olduğu ülkelerde, yetişkinlerin daha az yaşadığı anlamına gelmediğini gösteriyor. Bir yılda doğan belirli bir bebek grubu için yüksek bebek ölüm oranı, tüm grubun tahminî yaşam süresini azaltabiliyor. Ancak o yıl doğan bir bebek yetişkinliğe ulaştığında, 70'li yaşlarına ulaşabiliyor. Nitekim veriler, Afrika ile yüksek gelirli bölgeler arasındaki yaşam beklentisi farkının en büyük kısmının 5 yaş öncesi ve 60 yaş sonrası olduğunu ortaya koyuyor. Bunun başat sebebi; hem bebeklerin hem de yaşlı yetişkinlerin pek çoğunun, temel sağlık hizmetlerine erişememesi, sağlıklı ve yeterli beslenme imkânlarına sahip olmaması...
Gelelim ABD'ye... ABD de gitgide yaşlanan bir nüfusu barındırıyor. 2070 yılına gelindiğinde, 65 yaş üstü insanların sayısı çocukları geçecek ve bu da sosyal güvenlik sisteminin planlamasını çok daha önemli hale getirecek. New York Life Investments ile ortaklaşa gerçekleştirilen bir çalışma, demografideki bu uzun vadeli eğilimin son birkaç on yılda nasıl ortaya çıktığına dair bir bağlam sunuyor. Sigorta sektörü de bu eğilime karşı nasıl bir aksiyon alınması gerektiğini tartışıyor.
ABD nüfusunun 65 yaş üstü payı zamanla büyüdü. Bu eğilimin, önümüzdeki on yıllarda ivme kazanarak devam etmesi bekleniyor. Nüfus Sayımı Bürosu 2060 yılına kadar ABD nüfusunun yaklaşık dörtte birinin yaşının (yüzde 24.4) emeklilik çağının üzerinde olacağını öngörüyor.
Nüfus Sayım Bürosu'na göre, ABD'deki yaşlı nüfusun oranı, 2010 ile 2020 yılları arasında, 1880–1890 döneminden bu yana en hızlı artışını gösterdi. Bu hızlı büyümenin başlıca nedeni, 2011 yılında ilk üyeleri 65 yaşına giren 'Baby Boomers' kuşağının yaşlanmasıydı.
Birçok ülke ve bölgenin hızla yaşlanan nüfus yapısıyla yüzleşmesi bekleniyor ve Avrupa Birliği (AB) bunun dikkate değer bir örneği. Yüzyılın sonuna kadar bölge nüfusunun yüzde 30'undan fazlasının 65 yaş ve üzeri olması bekleniyor. Bir araştırma, AB nüfusunun 2100 yılına kadar nasıl değişeceğini, Eurostat verilerini temel alarak tahmin ediyor. Bu tahminler, değişimin bölgenin ekonomik büyümesi üzerinde nasıl olumsuz etkiler yaratacağını ortaya koyması açısından önemli. Araştırmada, 65 yaş üstü ve genellikle emekli olan veya ek gelire ihtiyaç duyan kişilerin, çalışma çağındaki (15-64) kişi sayısına oranını ölçen yaşlı bağımlılık oranı saptanmış. 2021'de AB'de her 100 çalışma çağındaki kişiye 32 yaşlı düşerken, 2100'e gelindiğinde bu oranın 57'ye çıkması bekleniyor.
Bunun kabaca anlamı; yüzde 43 olan üretken nüfusun kalan yüzde 57'nin yaşamını finanse etmek zorunda kalacağı... Tipik olarak, emeklilik yaşındaki nüfus çalışmıyor ve hayatlarını sürdürmek için emeklilik maaşlarına güveniyor. Yaşlı nüfus ne kadar büyükse, bir ülkenin sosyal güvenlik ağı üzerindeki baskı da o kadar fazla oluyor. Nüfus yaşlandıkça, bu şişen maliyetleri karşılamaya yardımcı olmak için vergiler artabilir. Ayrıca bir bölgenin çalışma çağındaki nüfusundaki bir azalma, genel işgücündeki inovasyon ve deneyim üzerinde de önemli bir etkiye sahip olabilir. Örneğin Japonya'nın nüfusu hızla yaşlanıyor. IMF'e göre bu, ülkenin yıllık GSYH büyümesini önümüzdeki 30 yılda yüzde 1 yavaşlatabilir.
Dünyada nüfusun yaşlandığı ülkeler sadece Japonya ve AB değil; küresel nüfusun tamamı yaşlanıyor. Dünya Sağlık Örgütünün verilerine göre, dünya çapında her altı kişiden biri 2030 yılına kadar 60 yaş ve üzeri olacak. Bunun iki temel nedeni var: Küresel doğurganlık oranlarında düşüş ve artan yaşam beklentileri... Yaşlanan nüfustan kaynaklanan riskleri azaltmaya yardımcı olmak için hükûmetlerin emeklilik sistemlerinin yeterli olduğundan, artan yaşam beklentilerini ve yaşlı nüfusu hesaba katacak şekilde ayarlandığından emin olmaları gerekiyor.
Japonya'nın 65 yaş ve üzeri nüfusu, toplam nüfusun yüzde 29.3'ünü oluşturan 36 milyonluk rekor seviyeye ulaştı. Emeklilik yaşındaki bu kadar büyük bir kesimle ülke, işgücü kapasitesini sürdürme zorluğuyla karşı karşıya... Japonya İstatistik Bürosu verileri temel alındığında, 1950-2045 yılları arasındaki tahminlere göre Japonya, 65 yaş ve üzeri nüfusun dünyadaki en yüksek oranına sahip. Ülkenin nüfusu azalırken, yaşlı yurttaşların nüfusa oranı artmaya devam ediyor ve 2040 yılına kadar yüzde 34.8'e ulaşması bekleniyor. Nüfus yaşlandıkça, Japonya'nın işgücünün önemli ölçüde azalacağı da aşikâr. Yatırım bankası Morgan Stanley'nin bir araştırma notu, geçmiş demografik eğilimlere dayanarak, işgücünün 2023'te yaklaşık 69.3 milyondan 2050'ye kadar yaklaşık 49.1 milyona düşebileceğini öngörüyor. Japonya'daki şirketlerin yüzde 51'i şu anda tam zamanlı çalışan sıkıntısı yaşadığını belirtiyor. Bu sorunun önünü almak için Japonya, vasıflı işçileri çekmek için göç programları uyguluyor. 2024'te Japonya'da rekor sayıda 2 milyon yabancı işçi istihdam edildi ve bu rakama önümüzdeki beş yıl içinde 800 bin civarında yabancı işçi eklenmesi planlanıyor.
Beş kıtayı küresel nüfus ve GSYH içindeki paylarıyla karşılaştırmak, önemli bir küresel eğilimi ortaya koyuyor. Birleşmiş Milletler ve IMF'in 2025 öngörülerine göre, Kuzey Amerika ile Avrupa, nüfuslarına kıyasla dünya ekonomisinin başlıca güç merkezleri konumunda. Toplam nüfusun yalnızca yüzde 15'ini oluşturmalarına rağmen, küresel GSYH'nin yarısından fazlasına sahipler. Diğer tüm bölgeler nüfus ağırlıklarının altında performans gösteriyor. Latin Amerika ise sadece biraz geride; küresel nüfusun yüzde 8'i ve GSYH'nin yüzde 6'sına sahip. Dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 60'ını barındırmasına rağmen Asya, toplam GSYH'nin yalnızca yüzde 40'ına katkıda bulunuyor. Bu bölgede Çin'in payı ilgi çekici; hem dünya nüfusunun yüzde 17'sine, hem toplam küresel GSYH'nin yüzde 17'sine sahip bulunuyor.
Ve Kara Kıta; Afrika dünyanın ortalama yaşa göre en genç kıtası... Afrika en fazla doğumun olacağı ve şu an için ikinci en kalabalık kıta, ancak küresel ekonomiye yalnızca yüzde 2 katkıda bulunuyor. Afrika''nın tüm ekonomik çıktısı Fransa'nınkine (kabaca 3 trilyon dolar) eşit. Uzmanlar on yıllardır Afrika konusunda iyimserler; doğru yatırımlar ve kamu sağlığı önlemleriyle, bölgenin genç ve büyüyen nüfusunun, tüketici talebini ve ekonomik faaliyeti artırabileceğini ileri sürüyorlar. Ne var ki 1.5 milyarlık nüfusa sahip Afrika'da insanların üçte biri hâlâ yoksulluk içinde yaşıyor. Kişi başına düşen GSYH son 45 yılda 1,000 dolardan sadece 2,000 dolara çıktı. Yapılan araştırmalar, köle ticareti ve kolonizasyon gibi ekonomide yaşanan pek çok tarihsel gelişmenin yanı sıra, bölgedeki geri kalmışlığın, savaşların, yolsuzlukların bir kısmını açıklayan kurumsal yapılanmanın eksikliğini ortaya koyuyor.

© 2025 Scrolli. All Rights Reserved. Scrolli Media Inc
