Anadolu’nun Akdeniz’e açılan kapısı Antalya, yalnızca turistik cazibesiyle değil, binlerce yıllık tarihiyle de dünyanın en önemli kültür merkezlerinden biri. Kentin çevresine baktığınızda adım başı bir antik kentin kalıntısıyla karşılaşıyorsunuz. Perge’nin sütunlu caddeleri, Aspendos’un görkemli tiyatrosu, Side’nin kıyıya vuran tapınak sütunları ve Termessos’un dağların arasındaki izole tiyatrosu, bölgenin antik çağdan bugüne taşıdığı zenginliği gözler önüne seriyor. Her biri, Antalya’nın yalnızca doğasıyla değil, geçmişiyle de öne çıktığını kanıtlıyor.
Bu arkeolojik mirasın korunması ve topluma aktarılması açısından şehrin kıyısında yer alan Antalya Arkeoloji Müzesi özel bir anlam taşıyor. Konyaaltı sahiline sırtını dayamış bu yapı, yalnızca sergilediği eserlerle değil, kendi mimari hikâyesiyle de önemli bir hafıza mekânı. 1964 yılında açılan bir proje yarışmasının ardından inşa edilen müze, 1972’de kapılarını açtı. Yarışmayla tasarlanmış olması, onu Türkiye’de kamusal mimarlığın simge örneklerinden biri haline getirdi.
Yaklaşık 30 bin metrekarelik geniş bir alana yayılan müze, büyüklüğüyle hem Türkiye’deki en kapsamlı müze komplekslerinden biri olarak öne çıkıyor hem de Akdeniz kıyısında kentle kültür arasında güçlü bir bağ kuruyor.
bahçesi, sergi salonları ve depolarıyla sadece kapalı bir mekân değil, aynı zamanda ziyaretçilerine açık hava galerileriyle de bütünleşen bir deneyim sunuyor.
Bugün ise bu önemli yapı, “deprem riski” gerekçesiyle yıkılıp yerine yenisinin yapılması gündemiyle tartışılıyor. Ancak tartışmanın kendisi, bir müzeden çok daha fazlasını ilgilendiriyor. Çünkü mesele yalnızca bir binanın akıbeti değil; aynı zamanda geçmişle bugün arasındaki köprüyü nasıl koruyacağımız, kamu kaynaklarını nasıl yöneteceğimiz ve kültürel belleğe nasıl sahip çıkacağımız sorusunu da içinde barındırıyor.
Türkiye’de yarışmayla inşa edilen ilk müze yapısı olması dolayısıyla Antalya Müzesi, dönemin kamusal mimarlığında özgün bir yer tutar. SALT Arşivi'ndeki orijinal çizimler, müzenin sistematik bir dolaşım, sergi-bahçe ilişkisi ve kamusal ölçek üzerine kurgulandığını gösterir. Bu yapı, modern mimarlık tarihinde tescile değer bir örnek olarak kabul edilmektedir; Antalya’nın kent belleğinde önemli bir yere sahiptir ve fiziksel olarak hâlâ işlevini sürdürebilir niteliktedir.
Peki müze için bir yıkım kararı gerçekten gerekiyor mu?
İnşaat Mühendisleri Odası (İMO) Antalya Şubesi, müzenin yıkımına gerekçe gösterilen “deprem riski” iddiasına yönelik ciddi bir eleştiri dile getirmiştir. Kamuoyuyla paylaşılmış bir deprem performans analizi bulunmamaktadır. Açıklamalara göre ya böyle bir rapor hiç yoktur ya da sonradan oluşturulmaya çalışılmaktadır. Önerilen yeni müze yalnızca 5.000 m² daha büyük olacak, ayrıca 2000’lerde inşa edilen 4.500 m²’lik ek bölüm de yıkılacaktır. Bu durum kamu zararı anlamına gelirken, 2,5 milyar TL’lik bir yatırımın kaçınılmaz olup olmadığı sorgulanmaktadır.
Deprem dayanıklılığı sorunu, her zaman yıkımı zorunlu kılmaz. Mevcut müze taşıyıcı sisteminin güçlendirilmesi ve iç mekânların çağdaş müzecilik anlayışıyla yeniden düzenlenmesi mümkündür. İstanbul Modern’in Galataport’a taşınmadan önceki geçici iyileştirmeleri ya da Berlin’deki Neues Museum’un tarihi kimliğini koruyarak yeniden işlevlendirilmesi gibi örnekler, Antalya Müzesi için de uygulanabilir çözümler sunmaktadır. Bu doğrultuda taşıyıcı sistemin güçlendirilmesi, iç mekânların yeniden düzenlenmesi, bahçe alanlarının açık hava galerisine dönüştürülmesi ve giriş ile kafe alanlarının yeniden işlevlendirilmesi önerilmektedir.
Müzenin geniş arazisi, yeni ihtiyaçların mevcut yapıyı yıkmadan karşılanmasına imkân tanır. Meteoroloji ve Karayolları arazileri değerlendirilerek yeni ek binalar inşa edilebilir. Böylece müze kampüsü yaklaşımıyla hem çağdaş ihtiyaçlara cevap verilir hem de modern mimari miras korunur. Bu çözüm kent belleğinin devamlılığını sağlar ve kamu zararını önler.
Mevcut planlarda müzedeki 200’ü aşkın heykelin Karayolları bahçesindeki geçici bir hangarda tutulacağı bilgisi yer alıyor. Ancak bu alanın iklim kontrollü olmadığı, güvenlik ve nem yönetimi açısından yetersiz kalacağı ifade ediliyor. Yıkım süreci başlatılmadan önce, uluslararası standartlara uygun bir kalıcı konservasyon ve depolama tesisi kurulması elzemdir. Bu tesis aynı zamanda eğitim, konservasyon ve geçici sergiler için de kullanılabilir.
Müzeler sadece eserlerin sergilendiği alanlar değildir. Aynı zamanda kamu için kamusal olanın biriktiği, korunduğu ve paylaşıldığı mekânlardır. Antalya Müzesi'nin yıkımı, bu hafızanın bir bölümünü de beraberinde yok edecektir.
Scrolli’nin ziyaretçilerinden biri olarak söylemek isterim: Bugünkü müze, evet, çağın ihtiyaçlarını taşımakta zorlanıyor. Ama bu, yıkılması gerektiği anlamına gelmiyor. Aksine, bu yapı bize müdahale ederek dönüştürmenin, eskiyi koruyarak yeniyi üretmenin mümkün olduğunu hatırlatıyor.
Yıkım ve yeniden inşa süreci, hem zaman hem kaynak açısından maliyetlidir. Üstelik Türkiye’de kültürel miras alanında yeterince deneyim biriktirmiş mimar, mühendis ve restoratör bu sürecin dönüşüm odaklı şekilde yürütülmesini sağlayabilir. Kamu kaynaklarının etkin kullanımı açısından da bu yaklaşım daha sürdürülebilirdir.
Kent belleğinin yalnızca eserlerde değil, bu eserlerin sergilendiği mekânlarda da şekillendiği unutulmamalıdır. Antalya Müzesi, yalnızca içindeki tarih değil, kendisi de tarihtir.
Antalya Müzesi ile ilgili gelişmeleri takip etmek için 15’i aşkın STK’nın kurduğu ortak platform olan Müze Çalışma Grubu’nu takip edebilirsiniz.

© 2025 Scrolli. All Rights Reserved. Scrolli Media Inc
