Görüş: Erkin Öncan
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun 19 Mart’ta tutuklanmasının üzerinden başlayan soruşturma ve muhalefet eylemleri dalgası, Türkiye siyasetinde yeni bir dönemin kapısını araladı.
İmamoğlu ve beraberinde tutuklanan isimler suç örgütü kurmak ve yönetmek, irtikap, rüşvet alma, ihaleye fesat karıştırma, kişisel verileri hukuka aykırı şekilde kaydetme ve terör örgütüyle işbirliği gibi başlıklarla suçlansalar da, ana muhalefet partisi ve geniş muhalif kesimler, bu süreci, İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığı yarışından zaferle ayrılacağının bir göstergesi ve iktidarın giderek otoriterleştiğinin ve muhalefeti sistem dışına itmeye çalıştığının bir göstergesi olarak değerlendiriyor.
İmamoğlu gündemi hala sıcaklığını koruyor ve hükümet karşıtı eylemler lise ve üniversite öğrencilerinin önderliğinde çeşitli düzeylerde devam ediyor.
Bu atmosferin gölgesinde, İmamoğlu’nun 16 Nisan 2025 tarihinde Financial Times’ta yayınlanan makalesi ise yeni tartışmalar ortaya çıkardı. Ana muhalefet partisine yakın kesimler tarafından ‘tarihi’ bir manifesto olarak sunulan bu makale, içerdiği siyasi mesajların yanında “İmamoğlu ve CHP hariciyesi dünyayı yeterince takip ediyor mu?” sorusunu da ortaya çıkarıyor.
Zira, ABD, Avrupa Birliği (AB) hattını şekillendiren Transatlantik ittifakı ciddi bir dönüşüm süreci içinde.
İmamoğlu’nun makalesinde, iç politikaya ilişkin açıklamalarının dışında iki önemli mesaj var:
‘Türkiye’nin demokratik geleceği dünya için neden önemli?’ başlıklı makalesinde, Türkiye’nin Avrupa ile Asya arasında bir köprü olduğunu, Karadeniz ile Doğu Akdeniz’e kıyısı nedeniyle küresel ticaret ve güvenlik açısından stratejik bir noktada yer aldığını vurgulayan İmamoğlu, bu konumun Türkiye’yi “yalnızca kendisi için değil, uluslararası düzenin istikrarı açısından da” önemli hale getirdiğini savunuyor.
İmamoğlu, NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahip olan Türkiye’nin yönünün yalnızca kendi geleceğini değil, “Avrupa'nın güvenliği, transatlantik ittifakı ve Orta Doğu ile Kafkasya’nın geleceği” açısından da belirleyici olduğunu öne sürüyor.
Transatlantik hattı, dünyanın diğer ülkeleri ve ittifaklarının yaptığı gibi, siyasi adımlarını sosyal hayatı çevreleyen kavramlarla açıklıyor. Özellikle Avrupa için bunlar, ‘Avrupa değerleri’ olarak adlandırılan; insan onuru, özgürlük, demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları, azınlık haklarının korunması, dayanışma ve sosyal adalet, hoşgörü ve çok kültürlülük gibi tanımlardan oluşan bir kavram setini ifade ediyor.
Ancak, Avrupa’da yaşanan gelişmeler, değişen güncel ihtiyaçlar ve çıkarlar doğrultusunda, bu değerlerin yeniden tanımlanmasına yol açıyor.
Özellikle son 3-4 yıl içerisinde artan bir şekilde, Avrupa, kıta siyasetini kökten değiştirecek yeni meydan okumalarla karşı karşıya. İklim krizi, göç dalgası, ekonomik istikrarsızlık, militarizasyon… Avrupa’da uzun soluklu liberal yönetimlerin yerini ‘aşırı sağcı’ olarak tanımlanan siyasetlere karşı yenilgisine yol açan bu başlıklar, yeni Avrupa’nın inşasının ilk tuğlaları halini aldı.
Avrupa’da siyaset hızlı bir dönüşüm içerisinde. Özellikle, çoğunluğunu emekçi kesimlerin oluşturduğu halk kesimleri, ekonomik istikrar ve güvenlik arayışıyla sistem dışı gördüğü sağ siyasetlere yöneldi.
İmamoğlu’nun makalesinde atıf yaptığı Transatlantik güvenliği ise, Trump’ın hamleleriyle krize doğru sürükleniyor.
Yalnızca en çarpıcı adımları hatırlayalım… Trump ABD’si, “Borcunuzu ödeyin” mesajıyla gözünü Ukrayna’daki nadir minerallere dikti, özel temsilcisi Steve Witkoff başta olmak üzere güçlü dış politika araçlarını Rusya’yla ‘acil barış’ için görevlendirdi, ilan ettiği gümrük vergisi oranlarıyla Avrupalı müttefiklerini de ‘hizaya getirmeye’ çalıştı.
AB’nin Trump’ın bu hamlelerine yanıtı ise, yeni savunma fonlarının ilanı ve ‘yerel savunmanın’ güçlendirilmesine dair planlarla geldi.
Translatlantik geriliminde arabulucu rolünü, şimdilik, Avrupa siyasetinde Trump’a yakınlığıyla tanınan, ‘teflon Mark’ veya ‘Trump whisperer’ lakaplı NATO Genel Sekreteri Mark Rutte yürütüyor.
Güncel siyasi durumda, Translatlantik ittifakı bileşenleri ‘acil ihtiyaçlar’ konusunda yol ayrımında. Trump ABD’si, “Önce Amerika” zemininde ekonomik önlemler almaya devam ederken, odağını Asya Pasifik’ten ayıracak bütün krizleri hızla çözme niyetinde.
İktidarlarını birer birer ‘aşırı sağcı’ güçlere kaybetmekte olan mevcut Avrupa elitleri ise, yerel savunmanın güçlendirilmesi, halkların savaşa hazırlanması, yeniden silahlanma ve Ukrayna’ya desteğin sürdürülmesi gibi acil gündemlere sahip.
Böyle bir yol ayrımında, iki taraf da kendi acil ihtiyaçları doğrultusunda aynı yere bakıyor: Erdoğan Türkiye’si.
Güncel uluslararası saflaşmada, ABD için ‘istikrarlı Türkiye’ demek, yeni Suriye’de Amerikan güvenliğini zedelemeyen, İsrail’le doğrudan gerilim yaşamayan, Gazze’de dengeleyici rol oynayan bir Türkiye demek.
Avrupa için ‘istikrarlı Türkiye’ demek, NATO’nun 2. büyük kara ordusuna ve gelişmiş savunma teknolojilerine sahip Türkiye’nin Ukrayna’nın geleceğinde daha aktif rol alması, askeri güç/ekipman sevkiyatı gibi güvenlik konularında sahip olduğu potansiyelin bir güvence halini alması demek.
Elbette bütün bu başlıklar bölgesel çıkarları ve siyasi talepleri bakımından Türkiye’nin elini güçlendiriyor. ABD-Rusya müzakereleri ile ABD-İsrail planlarının çıktıları, Türkiye’nin masadaki pazarlık payını etkileyecektir.
Ancak her durumda söylenebilir ki, Transatlantik’ten bakıldığında Türkiye, özellikle güvenlik politikalarında duyulan ihtiyaç düzleminde oldukça istikrarlı bir görüntü sergiliyor.
Hızlı kanun çıkarabilen, askeri karar alma süreçlerinde gecikme yaşamayan, diplomatik rota değişikliklerinde pragmatik davranabilen bir hükümet… AK Parti’nin 20 yılı aşkın süredir inşa ettiği devlet formu, Transatlantik açısından güncel durumda daha tercih edilebilir bir model olarak kabul görmesine neden oluyor.
İmamoğlu, makalesini “Demokratik dayanışma artık ortak geleceğimizi inşa etmek için hayati önemdedir. Küresel ölçekte demokrasinin gerilemesi belki de Türkiye’de başlamış olabilir. Ama ben inanıyorum ki bu gidişata karşı çıkış da yine burada başlayacak” ifadeleriyle sonlandırıyor.
Eğer ‘demokrasi’ kavramının bir Batı değeri olduğunu ve demokrasinin küresel ölçekte gerilemesinin Türkiye’de başladığını varsayacaksak, AK Parti’nin kuruluşu ve iktidara gelişi sürecinde Transatlantik hattıyla kurduğu olumlu ilişkiyi ve aldığı desteği hatırlamak yerinde olacaktır.
CHP yönetimi özetle, Batı kamuoyuna seslendiği her seferinde, “Avrupa değerlerini biz daha iyi temsil ederiz” mesajı vermeye çalışıyor. Ancak yaşananlar, çok temel bir siyasi kuralı bir kez daha gözler önüne seriyor: Siyasette her dönemde yeniden tanımlanan kavramlar, güncel çıkarlar ve güç ilişkileri tarafından belirlenir.
https://www.ft.com/content/4bf40350-ea4f-4b24-b8a1-c85d9277e6cc
© 2025 Scrolli. All Rights Reserved. Scrolli Media Inc