Siyaset bilimi perspektifinden bakınca, güç ilişkisi izlenen her yer bir siyaset sahnesidir. Spor tribünleri bu sahnelerin en dramatik olanlarındandır. Tribünlerde yükselen tezahüratlar, sandıklara yön veren duyguların provası gibidir.
Nitekim Türkiye’de büyük spor kulüplerinin başkanlık seçimleri siyasi seçimlere fazlasıyla benziyor ve siyasetin duygusal katmanını izlemek için bize adeta bir spot ışığı sunuyor. Görüyoruz ki, her ikisinde de konu yalnızca yönetmek değil, kitlelerin duygularına seslenmek. Yani, dünya görüşleri, planlar, programlardansa, çoğu zaman liderlerin sahne performansı yarışıyor. Bu performansın merkezinde ise güç, enerji ve karizma gösterileri var. Kitlelerin duygusal enerjisini kim daha iyi yönetebiliyorsa, sahneyi o dolduruyor.
Saadettin Saran ve Ali Koç arasındaki Fenerbahçe başkanlığı yarışı bu dinamiği en açık biçimde gözler önüne serdi. Koç’un temsil ettiği mesafeli, seçkin ve kurumsal liderlik stili geri planda kalırken, Saran’ın enerjik, eğlenceli ve fiziksel dayanıklılık merkezli imajı kitlelere daha cazip göründü.
Saran’ın sergilediği liderlik performansı, yoğun biçimde eril kodlarla yüklüydü. Bu da şaşırtıcı değil, çünkü günümüzün “performatif siyaset” çağında, maskülen sinyalleri çoğu zaman doğrudan güç sinyalleri olarak işlev görüyor. “Nasıl bir erillik?” sorusuna cevap veren lider, nasıl bir iktidar vaat ettiğini de göstermiş oluyor. Velhasıl, Saran ve Koç’un performans yarışına yakından bakmak, hangi güç ve liderlik kodlarının bugünün kitlelerinde daha çok karşılık bulduğunu gösteren bir ayna işlevi görüyor ve siyasi trend okur yazarlığımıza katkıda bulunuyor.
Eski FB kulübü başkanı Ali Koç, köklü bir aile geleneğinin temsilcisi, kurumsal aklın ve yönetim ciddiyetinin simgesi olarak çıktı sahneye. Teknokratik bir liderlik, finansal istikrar, profesyonel yapı, uluslararası bağlantılar, Ali Koç markasının temel dayanaklarıydı. Bu markanın seçkin imajı, sekiz sene önce, FB’nin yıpranmış kurumsal kimliğini ve finansal bağımsızlığını restore etmek için gerekli ve faydalı bulunmuş, güven uyandırmıştı. Ama, geçen yedi yıl içinde şampiyonsuzluk, Koç markasını yıprattı. Siyasette olduğu gibi, sporda da “neredeyse” kazanmak hiçbirşey, kazanmak ise herşey olduğundan, yedi sonra tekrar oy isteyen Ali Koç’un taraftar gözünde cazibesi artık çok azalmıştı. Koç, kongre konuşmasında demokrasi vurgusu yaptı, cinsiyet eşitliği dedi, kutuplaşmadan dem vurdu, mali bağımsızlık vaad etti, rakibini ve hatta onu destekleyen taraftarları “popülist” olmakla suçladı. Özetle, bugün ana-akım, teknokratik bir siyasi parti liderinin bir seçim konuşması yaparken ne söylemesi beklenirse, tam da onları söyledi. Ve herhalde şaşırmamak gerekir ki, tüm bunlar onu dinleyen kitlede pek az heyecan uyandırdı. Hatta -demokrasiden söz ederken dahi- konuşması defalarca protestolarla bölündü. Kendisini devamlılığın temsilcisi, değişimi ise belirsizlik olarak çerçevelemeye çalıştığı kısımda ise protestolar zirveye çıktı. Bunlar, Türkiye siyasetini yakından izleyenler için özellikle manidar anlardı.
Saadettin Saran ise bize bambaşka bir hikaye sundu. Kongre konuşmasında, kendisini değişimin temsilcisi olarak sundu ve mevcut yönetimi, “değişime engel olmaya çalışanlar” olarak tanımladı.
Böylece zamanın ruhunun (Zeitgeist) sistem karşıtı, değişimci rüzgarını arkasına almış oldu. Burada söylediği bazı cümleler belli ki dikkatle seçilmişti. Saran tribünlere seslendi ve “Sizin kafanızı karıştırmaya çalıştılar”, “Kayyum gelir diye sizi korkutmaya çalıştılar,” “sizi endişelendirmeye çalıştılar” dedi.
İnsanların gerçekten de hemen her konuda kendini kafa karışıklığı içinde hissettiği, kime, neye inanacağını şaşırdığı ve bu yüzden sıklıkla “belirsizlik çağı” olarak anılan günümüz dünyasında, Saran kandırılma korkusu üzerinden kitlesini yakaladı. Ardından, “Ben size bana güvenin dedim, sizi yanıltıyorlar dedim, ve haklı çıktım” diyerek sahneyi kapadı. Kendini puslu ve tekinsiz bir ortam içinde bir güven ve netlik figürü olarak sundu.
Kongre konuşmasındaki en stratejik vurgularından biri de, Koç’u “samimiyetsiz” olarak tanımladığı andı. Böylece, otantik olmanın en önemli liderlik kriterlerinden biri sayıldığı günümüz siyasetinde, rakibini en kötü gösterecek ışığı bulmuş oldu. "Umutsuz anlar yoktur, umutsuz insanlar vardır" dedi, ve böylelikle umudu şartların değil bizzat şahsının getirebileceğini söylemiş oldu. Hem Atatürk dedi, hem Allah’ın izniyle dedi, namus- şeref dedi. Böylece, farklı kitlelere aynı anda sinyal veren kapsayıcı bir söylem inşa etmeye çalıştı.
Ve nihayet, “Ali beyin parası var evet, ama parayla şampiyonluk olmaz,” diyerek dünyanın en eski tesellisine selam çaktı. Böylece, bunca kişisel zenginliğinin içinde halkçı bir söylemin de getirisini toplayabilmiş oldu.
Fakat FB başkanlığı seçimlerinde, Saran’ın temel silahı, kürsü konuşmaları olmadı. Onun sahnesi zaten kürsüler değil, spor salonları, tekneler ve helikopterlerdi. Zaten, kürsüden konuşma konusunda Koç’a göre oldukça kötüydü. Ama tam da bunu tiye alan, mikrofon önüne geçtiğinde “ne konuşaktık biz?” diye yanındakine soran videoları bile, hanesine “samimiyet” olarak yazıldı.
Saran’ın sosyal medyada bolca paylaşılan videolarını izlerken, bir kulüp başkan adayından çok, bir aksiyon filmi kahramanına bakıyoruz sandık. Denizin ortasında bozulmuş tekneyi kendi kas gücüyle kıyıya çeken, helikopterden sarkarak barfiks yapan, -8 derecede denize giren, çalışanına esprili bir şekilde helikopter kullanmayı öğreten bir figür; 61 yaşında olup, 31 yaşında gibi ve üstüne özenle çalışılmış bir fitliğe sahip olduğunu neşeyle sergileyen, boy boy gym fotoğraflarıyla bedenini başlı başına bir kampanya içeriği olarak servis eden bir yönetici; bir yandan bir Marvel kahramanı, bir yandan mahalle abisi; zengin, ama sıfırdan gelen; hem sıradışı, hem halktan biri. Tanıdık, değil mi? Instagram filtreleriyle hepsi birbirine benzeyen ünlüler gibi, bugünün popüler liderleri de sanki git gide birbirini andıran bir imaj çiziyor. Peki bu imaj nasıl bir anlatı ile kurgulanıyor? Biraz da buna bakalım.
Saran’ın sosyal medya videoları üzerinden yürütülen kampanyasında öne çıkan unsur maskülenliğin bir güç sinyali olarak sahnelenmesiydi. Bu performans, hem muscle and fitness hem de risk alma ve cesaret göstergeleri üzerinden kuruldu. Saran’ın karın kasları, spor salonu videoları, ve “kontrollü çılgınlık” içeren cesur maceraları, sadece bedensel bir üstünlük değil, aynı zamanda liderlik kapasitesinin kanıtı olarak dolaşıma girdi. Erkekler bu eril gösterileri hayranlık ve keyifle paylaştı ve ortaya adeta bir “bromance” havası çıktı. Saran bu şekilde yalnızca yöneten değil, birlikte eğlenilen, birlikte çılgınlık yapılan, beraber kas yapılan bir “abi” figürü olarak markalaştı.
Burada Saran’ın bedensel güç gösterilerinin sadece kampanyasının eğlenceli bir parçası olduğunu düşünüp geçmek hata olur. Çünkü bu beden gösterisi, siyasetin diline çevrilen bir güç performansının ta kendisidir. Saran’ın yönetmek için rekabete girdiği alanın bir spor kulübu olması, bu denli “beden” odaklı bir kampanyayı elbette meşrulaştırdı. Ama liderlik kapasitesinin bedensel dayanıklılıkla sinyallenmesi, aslında günümüz siyasetinde hiç de nadir değil. Vladimir Putin’in at üstünde yarı soyunuk av fotoğrafları, Justin Truedeu’nun çıplak gövdesiyle koşu görüntüleri, Ramzan Kadirov’un boks şovları, ve hatta Narendra Mondi’nin yoga pozları nasıl bedensel performans ve eril enerji üstünden karakter inşa ediyorduysa, Saran’ınkiler de öyle çalıştı.
Men and Masculinities dergisindeki makalesinde, Denham (2008) kas yapımının, disiplin ve acıya dayanıklılığın sinyali verdiğini ve bir “erkeksi sermaye” olarak çalıştığını söyler. Bu yüzden, bedensel güç ritüelleri, erkekler arası hiyerarşide “meşruiyet” ve liderlik iddiası üretir. Beden bir vitrindir. Sergilenen ise yalnız estetik üstünlük değildir. Erkek bedeninin sergilenmesi, gücün sahnelenmesinin bir parçasıdır. Yani, “body building”, aslında erkeklik inşa etmektir; irade gücü, yönetebilirlik ve kararlılık göstergesidir. Saran kampanyasının bu dili ustaklıkla kullanması videolarının viral olmasında şüphesiz rol oynadı. Biliyoruz ki, spor-adrenalin içeriği ve maskülen auranın görsel kodları - risk, macera ve bedensel yeterlilik - sosyal medyada en çok etkileşim alan içeriklerin de tam merkezinde. Saran kampanyası bu kodları odağına aldı ve kısa sürede kitlesel destek elde etmeyi başardı.
Siyasi rekabet git gide, uzun vadeli programların değil, sahne performanslarının yarışına dönüşüyor ve bu sahnede kazanan “anlatan” değil, “hissettiren” oluyor.
Saran’ın hikayesi, kelimelerin değil, onlara yüklenen duyguların belirleyici olduğunu gösteriyor. Kimi “demokrasi” dediğinde tribünler sessizleşiyor, diğeri “değişim” dediğinde seyirci ayağa kalkıyor. Siyasette belirleyici olan artık sözcüklerin kelime anlamı değil, o kelimelerin taşıdığı tını, ritim ve duygusal yankı. “Demokrasi” bugün yorgun bir kavram ve yeterince heyecan yaratamıyor. “Değişim” ise hareket, risk ve umut vaat ediyor. İlki düşündürüyor, ikincisi harekete geçiriyor, ve bugün seçmen düşünmekten çok, hissetmek istiyor.
Güçlü liderlik bu yüzden artık bir fikir ya da vizyon anlatmaktan çok, duygusal bir deneyim yaratmayı gerektiriyor. Seçmenler soyut tahayyülleri somutlaştıracak, karmaşık planları basitleştirecek, geleceği birkaç saniyelik bir sahnede canlandırabilecek figürler arıyor. Sayfalarca uzunluktaki seçim bildirgeleri ya da PowerPoint sunumları değil, 30 saniyelik bir Instagram videosu etkiliyor onları. Orada gördükleri elbette bir vizyonun ayrıntılarını olmuyor, ama bir liderlik potansiyeli “hissediyor” ve onu puanlıyorlar.
Görmek istedikleri lider hem özdeşim kurulabilecek kadar sıradan, hem de teslim olunacak kadar sıradışı. Kriz zamanlarında “güçlü ve kararlı,” gündelik hayatta “samimi ve eğlenceli;” zengin ama aristokratik değil; hem asi ve kural bükücü, hem koruyucu ve kollayıcı; hem -8 derecede suya girecek kadar çılgın, hem de sonra “bu pek akıllıca değildi” diyerek bizi güvenli alana geri döndürecek kadar aklı başında; yani hem gözü kara, hem güven veren; hem risk alan, hem bizi tehlikeye sokmayan biri. Bu elbette adeta gerçek üstü bir süper kahraman tarifi. Bir arzu nesnesi. Ama seçim kazanmak için, imajın gerçekçi olması da pek gerekmiyor. Neticede insanlar gerçeği değil, duyguyu arıyor.

© 2025 Scrolli. All Rights Reserved. Scrolli Media Inc
