0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
0
0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
0
0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
0
%

BM uluslararası uyuşturucu kontrolü başkanlığında bir Türk: Prof. Dr. Sevil Atasoy

Burak Altınok

2010 - 2013 yılları arasında yayınlanan Kanıt dizisindeki “kusursuz cinayet yoktur” repliğiyle Türkiye’nin geniş kitlelerine hitap eden Prof. Dr. Sevil Atasoy, 22 Mayıs 2025’te yapılan seçimle Birleşmiş Milletler Uluslararası Uyuşturucu Kontrol Kurulu (INCB) Başkanlığı’na ikinci kez seçildi. Bilim insanı, yazar ve akademisyen kimliğinin yanı sıra Adli tıp ve kimya alanındaki uzmanlığını köşe yazıları ve çeşitli televizyon projeleriyle geniş kitlelere aktaran Atasoy, yeni görevini ve kariyer yolculuğunu Scrolli’ye anlattı.

Bir hocanızın önerisiyle adli tıpa yöneliyorsunuz ve şu anda bu alanda dünya çapında tanınıyorsunuz. Bugün geldiğiniz noktayı hayal etmiş miydiniz?

Çok çalışkandım, bir noktaya geleceğime inandım ama bunun hangi nokta olduğunu düşündüğümü hatırlamıyorum.

Ölümle, adaletle bu kadar iç içe çalışan biri olarak hayatı nasıl tanımlıyorsunuz? Hayattan nasıl keyif alıyorsunuz?

Hayatın her anından keyif almaya çalışırım. Aynı anda birçok iş yaparım. Biri çıkmaza girdiğinde diğerine odaklanırım. Bu da bana iyi gelir.

Bir konuşmanızda hayatınızı değiştiren 8-10 an olduğundan bahsediyorsunuz. Bu anlardan biri de aslında geçtiğimiz günlerde BM Uluslararası Uyuşturucu Kontrolü (INCB) yeniden başkan seçilmeniz. Buraya 2 defa seçilen ilk kadın ve Türk’sünüz. INCB ile ilk defa nasıl yolunuz kesişmişti? 

Dışişleri bakanlığından bir yetkilinin gecenin ileri saatlerinde beni iş yerimden aramasıyla kesişti. Uyuşturucu konusunda bilgili bir kişinin adını sordular. O sırada Adli Tıp Kurumu Kimya İhtisas Dairesinin başkanıydım. Kendi adımı verdim. Böylelikle beni aday gösterdiler. Ardından girdiğim her Ekonomik ve Sosyal Konsey seçimini bir hayli yüksek oyla kazandım.

Yeni dönemde buradaki hayalleriniz ne? Neler planlıyorsunuz? 

Evrensel bir soruna yönelik olarak üç uluslararası sözleşmenin ülkeler tarafından uygulanışını izleyen ve gerektiğinde ambargo uygulanmasını teklif edebilecek güce sahip bir organın başındayım. Bu büyük sorumluluğu hakkıyla taşımak istiyorum.

Geçtiğimiz günlerde New York’ta 2024 raporlarını sundunuz ve sentetik uyuşturuculara dikkat çektiniz. Dünya genelinde uyuşturucu kullanımı ve mücadelesi nasıl bir seyir izliyor? Türkiye bu tabloda nerede duruyor?

Her gün piyasaya yeni bir yasaklı maddenin sürüldüğü, bilginin hızla yayıldığı, sınırların kalktığı bir dünyada yaşıyoruz. Hiçbir ülke bu tehlikeye karşı korunaklı değil, dolayısıyla ülkemizde de sorunlar var ve arz ile mücadelenin yanı sıra talep ile mücadeleye daha fazla kaynak ayırmamız gerekiyor. Bağımlılık ahlaki bir zafiyet değildir, tedavi edilmesi gereken bir beyin hastalığıdır.

Uyuşturucu kontrolü, tedavi sistemleri ve rehabilitasyon konusunda Türkiye’deki mevcut yapıyı yeterli buluyor musunuz?

Hiçbir ülkenin altyapısı yeterli değil. Her alanda kendisini yenilemeye, güncel gelişmeleri yakından izlemeye ve yeni durumlara uyum sağlayacak politikaları benimsemeye ihtiyacı var. Bu konularda hükümetleri destekliyor, tavsiyelerde bulunuyoruz.

Geçtiğimiz günlerde Emniyet Genel Müdürlüğü Narkotik Suçlarla Mücadele Başkanlığı “Madde Kullanıcıları Profil Analizi: Narkolog Raporu”nu yayımladı. Raporda en dikkat çeken konu ne? Bu rapor bize ne söylüyor?

Piyasaya sürülen yeni psikoaktif maddelere dikkat çekiyor. Bu durum dünya genelinde gündemde, sadece bize özgü bir gelişme değil.

Suç oranlarındaki artış ya da değişim bizlere ne söylüyor? Toplumsal bir çözülmeden söz edebilir miyiz?

Suç, artık yeni teknolojiler kullanılarak işlenmeye başladı. Özellikle siber suçlar, insan kaçakçılığı, terörle mücadele güvenlik birimlerinin de yeni teknolojiler kullanmasını gerektiriyor. Buna ayak uydurabilenler kesinlikle daha başarılı olacak. Toplumsal bir çözülmeden söz edemeyiz, ancak yoksulluk, göç, çekirdek ailenin dağılması önemli ölçüde negatif etki yapıyor.

Suç işlemiş ya da madde kullanmış bireylerin ‘topluma kazandırılması’ gerektiğini sıkça vurguluyorsunuz. Bu mesajlar toplumda karşılık buluyor mu sizce? Bilinçlendirme nasıl daha etkili hale gelebilir?

Öncelikle temel bir gerçeği kabul etmeliyiz: Bağımlılık ahlaki bir kusur değildir. Önlenebilir ve tedavi edilebilir, kronik ve nükseden bir beyin hastalığıdır. Bu siyasi bir söylem değil, onlarca yıllık nörobiyolojik ve davranışsal araştırmalara dayanan bilimsel bir gerçektir. Bağımlılığı, altta yatan travma, akıl hastalığı veya sosyo-ekonomik faktörleri ele almadan, yalnızca cezai yaptırımlarla tedavi etmek, talebi azaltmada veya sonuçları iyileştirmede başarısız olmuştur. Güçlü önleme, erken müdahale ve tedavi sistemleriyle desteklenen, sağlık odaklı uyuşturucu politikalarına geçiş yapan ülkeler, daha düşük aşırı doz oranları, daha iyi kamu güvenliği ve daha düşük hapis maliyetleri görmüştür.

Masumiyet Projesi’nden de bahsetmek isterim. Haksız yere ceza aldığını düşünen insanlar sizlere başvuruyor ve onların dosyaları üzerine çalışıp, yeni deliller elde etmeye çalışıyorsunuz. Birçok kişi de bu proje sayesinde özgürlüğüne kavuştu. Proje nasıl ortaya çıktı?

Masumiyet Projesi, 1992 yılında Barry Scheck ve Peter Neufeld tarafından New York'taki Cardozo Hukuk Fakültesi'nde kurulan kar amacı gütmeyen bir hukuk kuruluşudur. DNA kanıtlarını kullanarak haksız yere mahkum edilen kişilerin aklanması ve gelecekte adaletsizliklerin önlenmesi için ceza adalet sisteminin reformu için çalışmaktadır. Proje, çoğu kusurlu adli tıp, görgü tanığının yanlış teşhisi, savcının görevi suistimali veya yetersiz savunma gibi nedenlerle verilen yüzlerce mahkumiyet kararının bozulmasına yardımcı olmuştur. Bireysel davaların ötesinde, Masumiyet Projesi, biyolojik delillerin zorunlu olarak saklanması, adli bilimler standartlarının iyileştirilmesi ve yanlış itiraflara karşı önlemler dahil olmak üzere yasal ve sistemik reformları savunmaktadır. Çalışmaları, kamuoyunun farkındalığı ve politika üzerinde derin bir etki yaratarak, adaletin sağlanmasında bilimsel temelli ve adil uygulamaların gerekliliğini pekiştirmiştir. Hemen aynı yıllarda ülkemizde de Masumiyet Projesini başlattım. Birçok başvuru alıyoruz. Ancak yukarıdaki koşulları taşımayanlara yardımcı olmamız mümkün değil.

Sosyal medyada adli tıp konularına büyük bir ilgi var, hatta bu konuda influencer’lar bile ortaya çıktı. Bu ilgiyi nasıl yorumluyorsunuz?

Sosyal medyada adli tıbba olan ilginin artması; toplumun suç, adalet ve bilimsel keşiflere olan ilgisinin bir yansımasıdır. Bu artışın birkaç nedeni olabilir. İlk olarak, adli tıp bilim ve hikaye anlatıcılığının benzersiz bir kesişim noktasıdır. Her vaka insan unsurunu, çözülmesi gereken bir gizemi ve gerçeği ortaya çıkaran bilimsel araçları içerir. Sosyal medya platformları, profesyonellerin ve meraklıların içgörülerini, vaka çalışmalarını ve eğitim içeriğini erişilebilir formatlarda paylaşmalarına olanak tanır ve bu da halkın katılımını büyük ölçüde arttırmıştır. Bu alandaki influencer'lar, bilgili ve sorumlu oldukları takdirde, adli tıp çalışmalarının bilimsel ve etik boyutları hakkında farkındalığı arttırmada değerli bir rol oynayabilirler. Ancak bu eğilim aynı zamanda riskler de barındırır: sansasyonelcilik, aşırı basitleştirme ve yanlış bilgi, halkın adli bilimin gerçek dünyadaki hukuk sistemlerinde nasıl işlediğine dair anlayışını çarpıtabilir. Bu nedenle, adli tıbbın çevrimiçi ortamdaki popülaritesi, erişim ve eğitim açısından umut verici olmakla birlikte, bu karmaşık alanın sunulmasında doğruluk, mesleki dürüstlük ve etik sorumluluğun önemini de vurgulamaktadır.

İdolü olduğunuz genç bilim insanlarına neler önerirsiniz? 

Beni örnek alan genç bilim insanlarına ilk tavsiyem, meraklarını hiç kaybetmemeleri ve soru sormayı asla bırakmamalarıdır. Bilim, merak ve varsayımlara meydan okuma cesaretiyle gelişir. Sabırlı olun; ilerleme genellikle küçük, kademeli adımlarla gelir ve dirençlilik zeka kadar önemlidir. İkincisi, yaptığınız her şeyde dürüstlüğü koruyun. Özellikle adli bilimde, hayatlar ve özgürlükler sizin bulgularınıza bağlı olabilir. Sonuçlarınızı her zaman kanıtların yönlendirmesi için izin verin, tersini yapmayın. Üçüncüsü, disiplinler arası yolları keşfetmekten korkmayın. En yenilikçi çözümler genellikle farklı alanların kesiştiği noktalarda ortaya çıkar. Örneğin hukuk, biyoloji, psikoloji ve teknoloji, adli bilimler alanında hayati öneme sahiptir. Son olarak, kendinize mentorlar bulun, ama bir gün kendiniz de mentor olmaya hazır olun. Bilimin geleceği, işbirliğine, şefkat ve yükselirken başkalarını da yükseltme isteğine bağlıdır. Çalışmalarınız sadece gerçeği aramakla kalmasın, adalete ve toplumun iyileşmesine de katkıda bulunsun.