İlki, 2024 Ekiminde CHP’yle başlayacağı düşünülen ancak bir yıllık kusursuz fırtınayla imkansız hale gelen normalleşme süreci, yine bir Ekim ayında bu kez CHP’siz olarak geri döndü. Ancak bu bir ‘bastırılanın geri dönüşü’ hikayesi ve bu hikayenin temelinde yine bastırılanın asla aynı şekilde geri dönmeyeceği gerçeği yatıyor.
Bugün yaşadığımız her şeyi değilse de çoğu şeyi Özgür Özel’in 2023 Kasımında ‘Değişim Kurultayı’nı kazanmasına ve 4 ay sonra gerçekleşen 31 Mart yerel seçimlerinde CHP’nin 400’den fazla belediyeyi alarak Türkiye’nin birinci partisi olmasına tarihlemek gerekiyor.
Çünkü, Türkiye’de siyasi fay hattını yerinden oynatan şeyin, 14 Mayıs 2023’de Cumhurbaşkanlığı seçimini kaybederek “köprüden önceki son çıkışı kaçırmış”, Erdoğan ve AK Parti’nin tartışmasız zaferine teslim olmuş, ana muhalefet olma iddiasını bile İYİ Parti’ye terk etmeye yazgılı görünen bir CHP yerine, 1 yıl gibi kısa bir sürede iktidar namzeti haline gelmiş bir CHP’nin oturması olduğu artık net şekilde görünüyor.
47 yıl sonra, 50 yaşındaki Özgür Özel’le birinci parti haline gelen, kurmay akıl eksiğini belediyecilik performansıyla kapatan, toplumdaki dinamik katmanlara temas edebilen 53 yaşında genç bir cumhurbaşkanı adayına (Ekrem İmamoğlu) ve onun oturaklı bir alternatifine (Mansur Yavaş) sahip bu yeni ‘çift forvetli’ CHP, şüphesiz, mevcut müesses nizamın; bürokrasinin, iktidar ve bileşenlerinin, (hatta müzmin muhalefetin bile) hazırlıklı olduğu bir aktör değildi.
İşte 23 yıldır Türkiye’yi yöneten AK Parti ve Erdoğan’daki bu hazırsızlık, 2024’ün sıcak yaz aylarına girerken ilk normalleşme süreci olarak meyvesini verdi.
İlk olarak Meclis’teki 23 Nisan Resepsiyonu’ndan sonra Özel, Erdoğan’ın çay davetine icabet etti ve 8 yıl sonra Erdoğan ilk kez bir CHP lideriyle fotoğraf vermiş oldu. (O günkü resepsiyon buluşması, aslında geçtiğimiz gün Meclis açılışındaki ‘yeni normalleşmenin’ fotoğrafından pek farklı değildi.) Ardından, CHP lideri Özel, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı 2 Mayıs'ta AK Parti Genel Merkezi'nde; Erdoğan da 18 yıl sonra bir ilki gerçekleştirerek Özel'i, 11 Haziran'da CHP Genel Merkezi'nde ziyaret etti.
Erdoğan’ın karşısında artık, cumhurbaşkanlığı seçimi boyunca PKK ile işbirliği yapmakla suçladığı ‘sakin güç’ Bay Kemal değil, ‘birinci parti olmanın özgüveniyle’ konuşan, hazır cevap, annesinin bile “biraz fazla hareketli” diye tanımladığı Özgür Özel vardı.
Normalleşme süreci sebebiyle, CHP’yi iktidarın dümenine sokmakla eleştirilen Özel, taban ve örgütten gelen tüm tepkiye rağmen, ‘toplumun beklentisi’ olarak lanse ettiği ‘normalleşme stratejisini’ sürdürmekte ısrar etti.
Normalleşmeye ilk itiraz Cumhur İttifakı ortağı MHP’den geldi. Bahçeli, ittifak ortağına rest çekti, “AK Parti ve CHP ittifak yapsın, 6'lı masa da destek versin” ifadelerini kullanarak, sürece olan tepkisini ortaya koydu.
Bahçeli’nin tepkisi normalleşme sürecinin hızını kesse de CHP, Ekim 2024’de, Meclis’in yeni yasama yılının açılışında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ayakta karşılamaya karar vererek, normalleşme sürecinin devam ettiğini ilan etti.
Ancak Ekim 2024, CHP için yazın güze döndüğü, çok yakında kara kışa evrileceği bir miladın; kusursuz fırtınanın da başlangıcıydı.
Devlet Bahçeli’nin 1 Ekim’de meclis açılışında, DEM grubu sıralarına giderek tokalaşmasını, 22 Ekim’de meclis grubunda yaptığı tarihi ‘Öcalan çıkışı’ izledi. Şimdilerde ‘Terörsüz Türkiye’ olarak anılan bu çıkışın hemen ardından CHP’ye yönelik dalga dalga operasyonların geleceğini ise kimse tahmin edemezdi.
Dalganın ilk vurduğu kıyı, İstanbul’un denizle bağlantısı olmayan, 1 milyon nüfusuyla en büyük ilçesi, Esenyurt oldu. Bahçeli’nin Kürt sorununa çözüm planını açıkladığı tarihten sadece bir hafta sonra CHP’nin Kürt Belediye Başkanı Ahmet Özer gözaltına alındı ve tutuklandı.
CHP’nin henüz farkında olmadığı ‘Winter is coming’ (Kış geliyor) anı 30 Ekim’deki işte bu tutuklamaydı.
Esenyurt’u vuran ilk dalgayı, 13 Ocak’ta Beşiktaş operasyonu izledi, ardından 18 Mart’ta Ekrem İmamoğlu’nun diploması iptal edildi ve nihayet dalga bir anafora dönüşerek 19 Mart’a vardı.
8 Ekim 2024’de İstanbul’a atanan Cumhuriyet Başsavcısı Akın Gürlek’in yürüttüğü soruşturmalar başta olmak üzere pek çok soruşturma sonucunda bugün İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu dahil CHP’nin onlarca belediye başkanı ile yüzlerce belediye bürokratı ve çalışanı tutuklu.
CHP sadece belediye operasyonlarına karşı değil, 2023’teki Değişim Kurultayı’na yönelik ‘mutlak butlan’ davası ve İstanbul İl Kongresi’ne yönelik tedbir kararına karşı da bir varlık-yokluk mücadelesi veriyor.
Aylara yayılan operasyon ve yargı süreci, Kurtlar Vadisi’nin popüler repliğinden yola çıkarak söylersek; CHP için geldiği kesin bir tufan ama gittiği muğlak bir boran olarak devam ediyor.
Ünlü Türk Filozof Sakallı Celal, “Türkiye durmaksızın doğuya giden bir gemidir, bazıları bu geminin güvertesinde batıya doğru koşarak, batıya gittiklerini sanırlar” der. Yaşadığımız süreçle alakasız gibi görünse de Sakallı Celal’in bu sözü Türkiye’nin 2013’ten günümüze türlü deneme ve ısrarlarına rağmen bir türlü normalleşemesini hatırlatıyor.
Her normalleşme denemesi, daha büyük bir anormalin kapısını aralarken, Türkiye 1 Ekim’deki TBMM açılışı ve resepsiyondaki görüntülerle bir kez daha ancak bu kez “CHP’siz normalleşme”yi konuşuyor.
Peki, siyasetin aktörlerini ve toplumu bu yeni normalleşme sürecinde neler bekliyor?
Erdoğan, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından, daralan seçmen tabanını genişletmek ve iktidarını konsolide etmek adına, ilk genişleme hamlesini MHP’ye yaptı. Cumhur İttifakı, AK Parti ve Erdoğan’ın aslında fark edilmeyen ‘meşruiyet krizi’ne çözüm arayışının bir sonucu olarak doğdu. Ve gerçekten kusursuz değilse de 2023’e kadar Erdoğan’a daha da güçlendiği bir 7 yıl kazandırdı.
Erdoğan’ın en büyük handikapı, 15 Temmuz sonrasında, gücün merkezine yerleştiği halde, toplumun yarısında rıza üretememesi oldu. 2023’te büyük bir ekonomik kriz ve Türkiye’yi her anlamda derinden yaralayan bir depremin gölgesinde gidilen seçimde, karşısında CHP’nin etrafında biriken, MHP’den ayrılmış iki milliyetçi parti (İYİ Parti ve Zafer), kendi içerisinden ve geleneğinden gelen üç parti (Saadet, Gelecek ve Deva) karşısında blok olduğu halde, Erdoğan seçimi kazanmayı bildi.
14 Mayıs 2023, CHP ve çevresindeki geniş toplumsal muhalefet için gerçek bir hezimet gibi görünüyordu; Ancak 31 Mart 2024’de İmamoğlu’nun tartışmasız ateşleyiciliğiyle bir ‘Deus Ex Machina’ görevi üstlenen Özel CHP’si, Erdoğan’ın çözdüğünü sandığı ‘meşruiyet krizi’ni yeniden görünür kıldı.
Özel’in yeni CHP’si, Kılıçdaroğlu versiyonundan farklı olarak, artık Türkiye’nin birinci partisiydi ve önceki yıllarda olduğu gibi iktidardan bir şeyler istemiyordu; direkt iktidarı istiyordu. CHP’nin iktidar talebi, anketlerde oyları eriyen Erdoğan’ın iktidarı için varoluşsal bir tehdit oluşturmaya başladığı için tasfiye edilmeliydi.
CHP’nin, AK Parti için ‘varoluşsal tehlike’ kategorisine girmesi süreci böylelikle başlamış oldu. ABD’de Trump iktidarı, devam eden Rusya-Ukrayna Savaşı, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırganlığı ve Suriye’de Esad rejiminin devrilmesi gibi küresel ve bölgesel gelişmeler, hem “iç cepheyi tahkim” söylemine hem de ‘iç düşmandan kurtulma’ arayışına paradoksal şekilde katkı sunuyordu.
Bu ortamda, bölgesel gelişmeler ve güvenlik riskleri tartışması ile rızası üretilen bir süreç başlatılarak DEM Parti’nin “görece bağımsız” bir pozisyon alması sağlandı. Ortadoğu’da Türk-Kürt-Arap ittifakı, Türkiye’de iç cephenin sağlamlaştırılması olarak formüle edilen yeni anlatı ile birlikte iktidar kendi kapsama alanını genişletti.
İktidar istemeyenler-iktidara rıza gösterenler, genişleyen kapsama dahil edilirken, iktidar isteyen CHP ‘iç düşman’ başlığı altına yazıldı.
Carl Schmitt, “Siyasetin özü dost-düşman ayrımıdır” der. Nihayetinde, Erdoğan, tam olarak bunu yaptı. 1 Ekim 2025’te DEM’li Tuncer Bakırhan’dan, Gelecek Partili Ahmet Davutoğlu’na ve İYİ Parti lideri Müsavat Dervişoğlu’na, ‘sert muhalefet’ yapar gibi görünen pek çok aktörünün Erdoğan’ın çevresinde dizildiği fotoğraf, aslında Schmittyen bir ayrımın ve bir restorasyon girişiminin fotoğrafıdır.
1 Ekim fotoğrafı ile Erdoğan ve çevresindeki aktörler, CHP’den aslında, De-Ekremizasyon yani; Ekrem İmamoğlu’nun siyaset dışına itilmesini, bir siyasi aktör olarak varlığının sona erdirilmesini ve İmamoğlu’nun olmadığı bir CHP’nin yola devam etmesini talep ediyor.
CHP bu talebe uyarsa, 19 Mart’tan sonra sürdürdüğü sokak siyasetini terk edecek, Ankara siyasetine dönecek ve Ekrem İmamoğlu’nun adaylığından vazgeçerek; merkezinde Erdoğan’ın olduğu, meclisteki tüm partilerin bir toplumsal uzlaşı ile yaptığı anayasa değişikliği ‘yeni normale’ destek vermiş olacak.
CHP, De-Ekremizasyon talebine uymazsa, tecrit ve yalnızlaştırmaya ek olarak düşmanlaştırma riskiyle de yüzyüze kalacak. Erdoğan’ın yanındaki tüm aktörler, böylelikle 19 Mart’tan bu yana aslında CHP’ye yönelik De-Ekremizasyon dayatmasına, gönüllü olarak destek vermiş oluyor.
Çünkü CHP dışındaki tüm muhalefet aktörleri için siyasi avantaj kazanma ve rejimden pay alma imkanı var. CHP ise bizzat iktidarı istediği için uzlaşmaz bir çelişki içinde. Yani siyasi düzeyde iktidardan talep edenler ve iktidarı talep edenler olarak kurumsal muhalefet cephesinin net olarak bölündüğü görünüyor.
Şimdi asıl soru şu: CHP kendisine dayatılanı yapıp geri adım atabilir mi?
Bu sorunun yanıtı net: Hayır.
Aynı soruyu, “AK Parti ya da Erdoğan geri adım atabilir mi?” şeklinde sorarsak onun için de ‘Hayır’ cevabını vermek durumundayız.
Çünkü iki güç arasında artık antagonist (uzlaşmaz) bir çelişki var. Her iki taraf da muarrızını, bir varoluşsal soruna dönüştürmüş durumda. İki taraf da diğerinin varlığını kendi varlığı açısından tehdit olarak görüyor. Bu durumda iki güçten birinin ya dönüşmesi ya da ortadan kalkması gerekiyor.
CHP, tabanının da baskısıyla 19 Mart sonrası süreçte istese de Erdoğan merkezli bir restorasyona ve Ekrem İmamoğlu’nun siyaset dışına itilmesi senaryosuna dahil olamaz biçimde konumlandı.
İktidar ise hem ekonomik krizi çözememenin hem de giderek kaybettiği toplumsal tabanın karşısında güçlenen ve yapılacak normal bir seçimi kazanması yüksek ihtimal olan CHP’yi ve Erdoğan’ın yetkilerine sahip bir cumhurbaşkanı olarak İmamoğlu’nu kabul edemez.
Bundan sonra Erdoğan’ın CHP’ye sadece sopa değil, havuç göstermesi beklenebilir. İmamoğlu’ndan vazgeçilmesi karşısında, kimi belediye başkanlarının tahliyesi ve CHP’ye yönelik ‘mutlak butlan’ davasından vazgeçilmesi ihtimal dahilinde. AK Parti bu süreçte vekil, kadro ve belediye transferlerini sürdürerek sert süreçte zarar görmek istemeyen CHP’lileri ‘güvenli limana’ davet etmeyi sürdürecek, bu da belli bir karşılık bulacaktır.
Bu yumuşak senaryo, CHP tabanını gevşetme ve gerilimden yorulmuş kitleleri, Erdoğan’ın, yeni normale ikna etmesi anlamına gelecektir. Ancak, bu senaryoda CHP’nin havuca vereceği tepki belirleyici olacaktır. CHP’nin iktidar istemeye devam etmesi durumunda, iktidarın daha da sertleşmesi kaçınılmaz.
Toplumsal muhalefetin aktörleri arasında sayılması artık mümkün olmayan meclis içi muhalefet süreç boyunca ‘kontrol kulesinden’ manzarayı izleyecek ve kazanan tarafa yatırım yapma eğilimini belirginleştirecektir.
DEM Parti’nin ‘Terörsüz Türkiye’ sürecinin selameti için verdiği siyasi tavizler, tabanında ciddi bir kopuş eğilimi yaratacaktır.
Süreç komisyonuna katılmayan, CHP’nin komisyondaki varlığını sert şekilde eleştiren İYİ Parti’nin 1 Ekim fotoğrafındaki yeri, gidişattan rahatsız milliyetçi taban için bir samimiyet sorununu açığa çıkaracak ve bu taban da başka arayışlara girecektir.
De-Ekremizasyona en hazır ve CHP’nin tek başına muhalefet partisi haline gelmesinden rahatsızlıkları aşikar olan Davutoğlu ve Babacan için bitmek üzere olan siyasi kariyerlerini yeniden canlandırma imkanı doğduğu için kaybedecek bir şeyleri olmadan meclis sandalyeleri ile pazarlık ederek yeni normalin bilindik aktörleri olmaları muhtemeldir.
Mao, “Çelişki Üstüne” yazısında “antagonizm karşıtların mücadelesinin bir biçimidir ama tek biçimi değildir” der. Ayrıca Türkiye siyasetinde gördüğümüz son bir yıldaki keskin değişimler gibi, antagonist çelişkiler de değişebilir.
Marks’ın Hegel’den devraldığı “kapsayarak aşma” (Aufhebung), kavramı bir çelişkinin basitçe yok edilmesi değil, onun içerdiği ilerletici unsurların korunarak daha yüksek bir düzlemde aşılmasıdır.
Şimdilik imkansız görünse de iki taraftan birinin ama daha çok CHP’nin, kendisini 2027 sonuna doğru gerçekleşecek bir ‘normal seçime’ sağ salim götürebilmesi durumunda çelişkiyi kapsayarak aşma imkanı var.
Ülke nüfusunun yüzde 30’dan fazlasına tekabül eden, dinamik, eğitimli, üretim ve tüketimin yüzde 60’ını yapan CHP tabanının dahil edilmediği bir ‘yeni normal’ inşası ciddi bir toplumsal kriz anlamına geliyor. CHP’lilerin ‘ikinci sınıf’ ya da ‘müstemleke’ muamelesi görmeyi, toplumdaki diğer sosyo-ekonomik gruplardan çok daha net biçimde reddedeceği açık.
Öcalan’ın itibarlı, Ekrem İmamoğlu’nun itibarsız olduğu bir senaryoya toplumun ikna edilmesi mümkün değil.
CHP tabanı bu süreçte yalnızlaşmaya bağlı bir kenetlenme ile çok daha sıkılaşmayı isteyerek, partinin radikalleşmesini talep edebilir.
Ancak CHP yönetiminin, radikalleşme yerine “Herkesin partisi ve Türkiye’nin tek umudu” anlayışıyla, 1 Ekim fotoğrafında görünür olan ‘yeni normal cephesi’nde temsil olunan tüm toplumsal kesimleri ve talepleri daha geniş bir bütünlük içinde kapsayarak aşmayı başarması gerekiyor.
CHP, tüm zorluklarına rağmen, kapsayarak aşmanın somut imkanlarına sahip. Kürt meselesi ve toplumsal barış konusundaki perspektifini koruması, ekonomik krize sahici çözüm önerileri getirip sosyal adaletçi çizgisini sürdürmesi, demokratikleşme talebinin devlet kapasitesini yok saymak anlamına gelmediğini topluma anlatması; partiyi yeniden ‘kurucu aktör’ haline getirebilir.
Bu bağlamda CHP için mesele, yalnızca iktidara yürümek değil; iktidar değişimiyle birlikte Türkiye’nin demokrasiyle yeniden bütünleşmesini sağlayacak bir restorasyon döneminin merkezine yerleşmektir. CHP, bu dönemde diğer siyasi temsilcileri ikna ederek, toplumsal mutabakatı adalet ve eşitlik temelinde tesis edecek; böylelikle yalnızca Erdoğan dönemini kapatmakla kalmayacak, aynı zamanda yeni bir demokratik düzenin kurucu aktörü haline gelecektir.
Luis Buñuel, ‘Burjuvazinin Gizemli Çekiciliği’nde altı karakterin tekrar tekrar yemek için bir araya gelmeye çalışmasını, ancak her seferinde olağanüstü bir olayla ‘yemek yeme eylemi’nin asla gerçekleşememesini anlatır.
Başlıktaki “Normalleşmenizi nasıl alırdınız?” sorusuna dönersek… Türkiye’de ‘normalleşme’, siyasetin sofraya koyduğu ama bir türlü önümüze getirmediği, sürekli ertelenen, kimi zaman tabakların değiştirildiği, kimi zaman masanın devrildiği bir yemekten ibaret.
Kim bilir belki biz de bir gün o yemekten tadabiliriz…

© 2025 Scrolli. All Rights Reserved. Scrolli Media Inc
