0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
0
0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
0
0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
0
%

LNG, Ankara’nın yeni damarı mı?

Enerji denkleminde yeni bir rota

Hikaye: Ahmetcan Uzlaşık

Türkiye, yıllık ortalama 50 ila 55 milyar metreküp doğalgaz tüketiyor. Bu tüketimin yaklaşık 10 ila 15 milyar metreküplük bölümü sıvılaştırılmış doğalgaz (LNG) formunda karşılanıyor; geri kalanı ise boru hatları üzerinden ithal ediliyor.

2024 yılında ithal edilen gazın %41,32’si Rusya kaynaklı. Ankara, bu yüksek bağımlılığı kırmak adına LNG kontratlarını stratejik bir araç olarak kullanıyor ve kaynak çeşitliliğini artırmaya odaklanıyor.

Rusya, Türkiye'nin doğalgazda en büyük tedarikçisi olmayı sürdürüyor. TürkAkım ve Mavi Akım hatları üzerinden yılda toplam yaklaşık 32 milyar metreküplük teknik kapasite sunuluyor. 2024’te Rusya’nın toplam doğalgaz ithalatındaki payı %41’in üzerinde. Kremlin, bu durumu destekler şekilde “TürkAkım tam kapasiteyle çalışıyor” mesajını yineliyor.

Bakü-Tiflis-Erzurum hattının devamı olan Trans Anadolu Doğalgaz Boru Hattı (TANAP) ise, Türkiye'nin Rusya dışı tedarik stratejisinin bel kemiği konumunda. Hattın ilk faz kapasitesi 16 milyar metreküp; bunun 6 milyar metreküpü Türkiye için ayrılmış durumda. TANAP, hem arz güvenliği hem de siyasi çeşitlilik açısından önemli bir alternatif.

2025 yılı itibarıyla Türkmenistan gazı swap yöntemiyle İran üzerinden Türkiye’ye akmaya başladı. İlk etapta bu akış 1,5 ila 2 milyar metreküplük bir hacme sahip. Bu gelişmeyle birlikte Türkiye, boru hattı ile gaz aldığı ülke sayısını dörde çıkardı: Rusya, Azerbaycan, İran ve Türkmenistan. Bu çeşitlilik, Ankara’nın pazarlık gücünü artırmasının yanında arz güvenliğini de pekiştiriyor.

Türkiye’nin LNG serüveni ise 1988’de Cezayir ile yapılan ilk uzun vadeli anlaşmayla başladı. O tarihten bu yana Cezayir, Türkiye’nin 10–15 milyar metreküplük LNG tüketiminin ana kalemlerinden biri olmaya devam ediyor.

Bu tablo, Türkiye’nin enerji politikasında köklü bir dönüşüm ihtiyacını da beraberinde getiriyor. Bir yanda yıllardır süren Rusya’ya bağımlılık, diğer yanda küresel dengelerin değişimiyle birlikte artan jeopolitik baskılar bulunuyor. Türkiye’nin enerji güvenliğini sadece ekonomik değil, aynı zamanda diplomatik ve stratejik bir mesele haline getiren bu durum, Ankara’nın dış ilişkilerinde yeni bir denge arayışına girmesine neden oluyor. İşte tam da bu noktada, Washington ile kurulan temaslar ve özellikle liderler düzeyindeki görüşmeler, enerji politikasının yönünü belirleyecek kritik dönemeçlerden biri haline geliyor.

Enerji siyasetinin Washington durağı

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve ABD Başkanı Donald Trump 25 Eylül'de Beyaz Saray'da bir araya geldi. İki saat süren görüşmede, Gazze’den Heybeliada Ruhban Okulu’na uzanan dosyalar açıldı; ama asıl çarpıcı başlık enerjiydi. Trump, “Rusya’dan petrol almayı bırakmasını isterim” dedi. Ertesi gün Kremlin Sözcüsü Dmitri Peskov, “TürkAkım tam kapasite çalışıyor” diye yanıt verdi.

Donald Trump, görüşme bittiğinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı aracına kadar uğurladı, “Harika” dedi. Erdoğan ise “Atılan çamurlarla kirletilemeyecek kadar güzel bir ziyaretti” diyerek noktayı koydu.

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel ise Türkiye’nin ciddi tavizler verdiğini söyleyerek, "Türkiye stratejik bir müttefikten yağlı bir müşteriye dönüştü" ifadelerini kullandı.

Bir satranç tahtası gibi işleyen enerji diplomasisinde Washington ve Moskova arasında sıkışan Ankara, yeni bir hamle yapmak zorunda.

Türkiye’nin enerji damarları

Enerji uzmanlarının sıkça kullandığı bir metafor vardır: boru hatları, ülkelerin damarlarıdır. Eğer durum böyleyse Türkiye’nin damarlarının büyük kısmı hâlâ Rusya’dan gelen kanla dolu. EPDK verilerine göre 2025’in ilk yarısında ithal edilen ham petrolün %60’ı Rusya’dan geldi. Bu oran 2024’te %66’ydı. Doğalgazda tablo daha da çarpıcı: 2024’te Türkiye’nin gazının %41,32’si Rusya kaynaklıydı.

Doç. Dr. Anıl Çağlar Erkan bu bağımlılığı şöyle özetliyor: “Bugün Türkiye’nin enerji ithalatında Rusya’nın payı yüzde 60’ların üzerinde. Tek bir kaynağa bağımlı kalmak riskli. LNG gibi alternatifler, Türkiye’ye hem güvenlik hem de pazarlık gücü kazandırır.”

Enerji Uzmanı Eser Özdil ise Scrolli’ye yaptığı değerlendirmede tabloyu daha somut rakamlarla ortaya koyuyor:

“Türkiye yıllık bazda 50-55 milyar metreküp doğalgaz tüketiyor. Bunun 10-15 milyar metreküpü LNG formunda geliyor. Cezayir, Mısır, ABD, Katar gibi farklı kaynaklardan alıyoruz. Şimdiye kadar Amerika’dan çoğunlukla spot kontratlarla alım yapıyorduk, BOTAŞ bunu uzun vadeli anlaşmalara çevirdi. Bu hamle, arz güvenliği açısından doğru bir adım. Çünkü ABD’den alınacak 4 milyar metreküplük LNG, Türkiye’nin toplam tüketiminin yalnızca %6-7’sine denk geliyor. Dolayısıyla bu bir bağımlılık değil, kaynak çeşitlendirme çabasıdır. Ayrıca Rusya ve İran ile kontratların 2025-2026’da sona erecek olması, BOTAŞ’ın masada elini güçlendirmek için farklı tedarikçilerden alım yaptığını gösteriyor.”

Washington’da yeni sayfa mı?

Trump’ın Erdoğan’a doğrudan dile getirdiği çağrı, aslında masadaki yeni anlaşmaların fon müziğiydi. BOTAŞ, İsviçre merkezli Mercuria ile 20 yıllık bir LNG anlaşması imzaladı: her yıl 4 milyar metreküp eşdeğer LNG, toplamda 70 milyar metreküp. Teslimatlar ABD yükleme limanlarından Türkiye, Avrupa ve Kuzey Afrika’ya yapılacak. Aynı gün, Woodside Energy ile de 2030’dan itibaren 5,8 milyar metreküplük LNG tedariki için ön anlaşmaya varıldı.

Enerji Bakanı Alparslan Bayraktar, “Türkiye’nin enerji arz güvenliği güçlenecek, BOTAŞ küresel LNG sahnesinde daha güçlü olacak” dedi.

Bu tablo, Doç. Dr. İzzet Arı’nın AA’da kaleme aldığı analizde, Türkiye’nin enerji merkezi olma hedefini güçlendiren ve ABD ile ilişkilerde yeni bir stratejik dönemin kapısını açan bir gelişme olarak yorumlandı. Arı’ya göre, LNG anlaşmaları yalnızca arz güvenliği sağlamıyor, aynı zamanda Türkiye’nin boru hattı bağımlılığını azaltarak pazarlık gücünü artırıyor.

Doç. Dr. Erkan da benzer şekilde anlaşmaları jeopolitik açıdan şöyle değerlendiriyor: “Bu tür LNG kontratları sadece ticari değil, stratejik hamlelerdir. Ankara’nın Washington ile yeni bir hat kurma çabası da burada okunmalı.”

Soğuk gaz, sıcak siyaset

LNG, yani sıvılaştırılmış doğal gaz, -162 derecede hacmi altı yüz kat küçültülerek sıvı hale getiriliyor. Bu sayede boru hatlarının ulaşmadığı mesafelere gemilerle taşınabiliyor. Enerji güvenliği tartışmalarında adı sıkça geçen LNG, ülkeler için hem alternatif hem de pazarlık masasında bir koz anlamına geliyor.

Türkiye’nin LNG hikâyesi 1988’de Cezayir’le yapılan ilk anlaşmayla başladı. Ardından 1994’te Marmara Ereğlisi Terminali açıldı, 1995’te ise Nijerya’dan alımlar başladı. 2009’da Egegaz Aliağa Terminali devreye girdi ve Türkiye’nin elindeki kaynaklar çeşitlendi. 2016’da İzmir’de Etki Liman’da kurulan ilk yüzer LNG tesisi (FSRU) devreye alındı; 2021’de Dörtyol, 2023’te Saros eklendi.

Türkiye LNG’ye gerçekten ihtiyaç duyuyor mu?

İşte kritik soru burada beliriyor: Türkiye gerçekten bu kadar LNG’ye ihtiyaç duyuyor mu?

Bir yanda Trump’ın “Rusya’dan petrol almayı bırak” baskısı, diğer yanda iç piyasanın gerçeği var. Türkiye’nin toplam gaz ithalatının %75’i hâlâ boru hatları üzerinden geliyor. LNG’nin payı %24 civarında. Yani bugün LNG, sisteme yedek bir damar olarak bağlanmış durumda.

Doç. Dr. Erkan bu dengeye dikkat çekiyor: “LNG boru hattı gazına göre daha pahalı ama esnek. Türkiye’nin LNG kapasitesini artırması, tedarikçiler karşısında elini güçlendirir. Fakat bu çeşitlilik maliyet hesabıyla birlikte düşünülmeli.”

Dolayısıyla sorunun cevabı siyah-beyaz değil: Türkiye LNG’ye ihtiyaç duyuyor, ama ne kadarına ve hangi fiyatla?

LNG Tankeri

Türkiye Avrupa’nın yoluna düşer mi?

Avrupa Birliği, 2021’de gaz ihtiyacının üçte birini Rusya’dan karşılarken, 2024’te bu oran dörtte bire indi. Ancak boşalan alanı esas olarak ABD doldurdu. Aynı dönemde Amerikan LNG’sinin payı neredeyse üç katına çıkarak Avrupa’nın üçüncü büyük tedarik kaynağına dönüştü. Kısacası Moskova’dan kopuş, Washington’a yaklaşma sonucunu doğurdu.

Türkiye’nin enerji politikası bu tabloyu hatırlatıyor. Ankara, Rusya’ya bağımlılığı azaltmak için uzun vadeli LNG anlaşmaları imzalıyor. Ama bu hamleler, Rusya’nın yerini ABD’nin alması riskini de beraberinde getiriyor. Avrupa örneğinde görüldüğü gibi, çeşitlilik sağlanmazsa bir bağımlılık yalnızca başka bir bağımlılığa dönüşebilir.

Bugün sorulması gereken soru şu: Türkiye gerçekten enerji kaynaklarını dengeliyor mu, yoksa Avrupa gibi Rusya’dan koparken ABD’ye mi yakalanacak?

Moskova’nın gölgesi

Washington’da imzalar atılırken Moskova sessiz kalmadı. Peskov, “Türkiye egemen bir devlet olarak avantajlı ticari işbirliğini sürdürecektir” diyerek, Ankara’ya Rusya’nın hâlâ vazgeçilmez olduğunu hatırlattı. Çünkü TürkAkım ve Mavi Akım, hâlâ Türkiye’nin en büyük damarları.

Dmitri Peskov

Üstelik Rusya ile yapılan petrol anlaşmalarının bazıları 2-5 yıllık sürelerle rafinerilere bağlanmış durumda. Bu yüzdenin uyarısı önemli, Rusya’dan petrol ithalatını bir anda kesmek mümkün değil.

Yeni bir yol haritası mümkün mü?

Alternatifler yok değil. 27 Eylül’de Kerkük-Yumurtalık hattından Irak petrolü yeniden akmaya başladı. Kapasite günlük 1.5 milyon varil, Türkiye’nin tüketimi ise yaklaşık 1 milyon varil. Doğru anlaşmalarla Irak, ithalatın %40’ına kadar çıkabilir. Ama bölgenin siyasi riskleri bu senaryoyu sınırlıyor.

Bu gelişme, Doç. Dr. Anıl Çağlar Erkan’ın STRASAM’da kaleme aldığı yazısında da vurgulandığı üzere, yalnızca teknik bir onarım değil; Türkiye’nin enerji merkezi (hub) vizyonunu güçlendiren stratejik bir dönüşüm niteliğinde. Erkan’a göre, hattın tam kapasite çalışması durumunda günlük 1,5 milyon varil taşıma kapasitesiyle 40 milyar dolarlık ticaret potansiyeli doğacak ve Ceyhan Limanı’nın stratejik önemi daha da artacak.

Öte yandan hattın açılması yeni tartışmaları da beraberinde getirdi. CHP Enerji ve Tabii Kaynaklar Komisyonu üyesi Deniz Yavuzyılmaz, sosyal medya hesabından şu iddiaları gündeme getirdi:

“AKP hükümeti, Irak Merkezi Hükümeti’nin onayı olmaksızın yıllarca uluslararası anlaşmalara aykırı şekilde petrol taşıdı. Bu nedenle Uluslararası Tahkim Mahkemesi, Türkiye’ye 1 milyar 471 milyon dolar ceza verdi. 2018–2023 dönemine ilişkin ikinci bir dava da sürüyor. Ayrıca 1 milyar doların üzerinde bir paranın Jersey Adası’nda buharlaştığını tespit ettik. Toplam zarar yaklaşık 3 milyar dolar.”

Bu iddialar, Ankara’nın enerji yönelimini sadece jeopolitik değil, aynı zamanda ciddi bir iç politika ve hukuk meselesi haline getiriyor.

LNG Depolama Tankı

Öte yandan Türkiye’nin LNG altyapısı büyüyor. 2024’te yapılan yasal değişiklikle “sıvılaştırma” tanımı eklendi ve LNG ihracatının önü açıldı. Fazla LNG’nin Avrupa ve Asya Pasifik’e satılması ihtimali, Türkiye’yi sadece tüketici değil, bölgesel bir oyuncu haline getirebilir.

Doç. Dr. Erkan’ın yorumu da bu ihtimali destekler nitelikte: “Türkiye bölgesel bir LNG ticaret merkezi olma hedefini uzun süredir gündemde tutuyor. Altyapı yatırımları devam ederse bu mümkün olabilir. Hem kendi ihtiyacını karşılayıp hem de fazlasını ihraç etmek Ankara’ya stratejik bir rol kazandırır.”

Ankara bir yol ayrımında

Beyaz Saray’daki görüşmenin ardından Ankara’nın önünde daha net bir tablo var:

Bir yanda Moskova’nın güvenli ama bağımlılık yaratan hattı; diğer yanda Washington’un pahalı ama çeşitlilik sağlayan LNG’si. Türkiye’nin önündeki temel soru artık şu: Enerji damarlarını hangi yöne akıtacak ve bu tercihin bedelini nasıl yönetecek?